Devletleri Yıkan İki İllet : Hîle-i Şer'iyye ve Rüşvet

6 Mart 2017 tarihinde yayınlanmıştır.

Hile
Kâtip Çelebi, Mîzânü'l Hakk adlı meşhûr eserinde, o günün de en büyük derdlerinden biri olan rüşvet meselesine ayırdığı bölümde, rüşvetin fıkhî ve şer'î ahkâmından uzun uzadıya bahsettikden sonra diyor ki :
"Çok husus vardır ki, sûret-i şer'a komak kâbil lâkin tahtında nice fesad olmakla ma'kul görülmez..."
Kâtip Çelebi'nin bu sözü sarf etmesinin sebebi, bir takım âlimlerin dünyâ menfaati için, türlü türlü hîle-i şer'iyyeler ile farklı isimler vererek rüşveti câiz göstermeleri ve bu hususda fetvâlar vermeleridir. O devirde rüşvete "mahsûl" gibi gülünç isimler verildiği de meşhûrdur.

Osmanlı Devleti'nin içten içe çürüdüğü bir devirde yaşayan meşhûr şâirimiz Nâbî de, "Hayriyye"sinde rüşvet meselesinden uzun uzadıya bahsediyor. Meselâ diyor ki : 

Rüşvetin adını koymuş mahsûl
Kim ola etmeye mahsûlü kabûl

Hayf vâ hayf ki şer'-i şâdâb
Tîşe-i rüşvet ile oldu harâb

Zaleme destine düşdü hayfâ
Şimdi ser-rişte-i şer'-i garrâ

La'net ol mâla ki şer'i satasın
Hükm-i Mevlâ'yı yabana atasın

Hakkı ibtâl edesin rişvet için
Dîni mala veresin devlet için

Rüşvetin adını mahsûl koymuşlar, böyle olunca kim rüşvet almaz ki? Yazık ne yazık ki şerî'at rüşvet ile harâb edildi. Yazık ki şerî'at zâlimlerin eline düşdü. Allah'ın ahkâmını bırakıp da parayla hüküm verilerek elde edilen mala la'net olsun.
Nâbî, bugünün hâkimleri yerinde olan kadıların, kim daha çok para verirse onun lehine hüküm verdiklerini de acı acı şöyle beyân ediyor :

Siyyemâ ekser-i erbâb-ı kazâ
İtmez ahkâm-ı Hudâ’yı icrâ

Hükmden evvel ider hükmi mezâd
Ol alur kangısı eylerse ziyâd

Hâkimlerin çoğu kanunlara göre hüküm vermez. Hükümden önce kararı açık arttırmaya çıkarır, kim daha çok para teklif ederse davayı o kazanır.

O tehî-dest ki rüşvet vermez
Kâdı da‘vâcıya nevbet vermez

Mensiy endîşe-i dîn ü dünyâ
Ber-taraf vâhime-i rûz-i cezâ

İlmi yok ekseri bî-mezheb ü dîn
Çeşmi mahsûlde vü rişvetde hemîn

Eli boş gelip de kadıya rüşvet vermeyen davacı ile kadı ilgilenmez. Sanki dîn ve dünyâ düşüncesi unutulmuş, kıyâmet gününün korkusu bir tarafa atılmıştır. Çoğu dinsiz ve mezhepsiz olan bu kadılarda ilim de yoktur. Onların gözleri hep mahsûlde ve rüşvettedir.

Elde endâze vü keyl ü mîzân
Eylemiş mahkeme-i şer‘i dükân

Kâdı dellâl u miyâncı muhzır
Kethüdâ kabzına mâlın hâzır

Pâdişâh korkusı Hak korkusı yok
Rişvete hırsı gibi deyni de çok

İstese dâyini medyûn çıkarur
İstese müflisi Kârûn çıkarur

Hâdim-i şer‘ iken ammâ ki kuzât
İtmez itdükleri zulmı haşerât

Ellerinde tartı ve terazi ile mahkemeleri dükkâna çevirmişlerdir. Sanki kadı satıcı, mübâşir aracı, kethüdâ ise malları almaya hazır beklemektedir. Bunlarda ne padişah ne de Allah korkusu var. Rüşvet almak için hırslı oldukları gibi bunların borcu da çoktur. İsterlerse alacaklıyı borçlu, isterlerse en fakîri en zengin de çıkarabilirler. Kadıların asıl görevi şerîata yani kanunlara hizmet etmek iken onların yaptığı  zulmü haşarât bile yapmaz.
Muzaffer Efendi Hazretleri rüşvet yiyenlerin daha bu dünyâda uğrayacakları belâ hakkında buyurmuşlardı ki : 
Rüşvet yiyenlerin hem dünyâları, hem de âhiretleri berbât olur. Rüşvet alarak haklıyı haksız çıkaran kimselerin çocukları ya aptal ya deli ya da başka bir onulmaz derde mübtelâ olur. Bunlar daha bu dünyâda iken bir belâya uğrayarak herkese ibret olurlar. Bunlardan en az on kişiyi ben bilmekteyim. Emînim sizler de böylelerinin âile ve çocuklarını ibretle görmektesiniz.

Hîle-i şer'iyye ile kendimizi ve bazı safdil insanları kandırabiliriz amâ hiç Allah'ı kandırabilir miyiz?...
Efendi Hazretleri de Osmanlı Devletinin yıkılışında rüşvetin rolüne dikkat çekerek buyuruyorlar ki :
Fetvâ, mukaddes bir hükümdür ammâ Allah'dan korkmayıp, halkı susturmak için fâsık kişilerin ve zâlim uşağı olan âlimlerin hediye şeklinde kabûl ettikleri rüşvetler karşılığında verdikleri fetvâlar, gerçekden mülk-i Osmân'ı yıkdı. Üçüncü Sultan Murad devri vezirlerinden ve İsfendiyaroğullarından, Üsküdar sâhilinde kendi yaptırdığı câmi-i şerîfin yanındaki türbesinde medfûn bulunan ve o semte adını veren Şemsi Paşa, pâdişaha hediye kılığında kırk bin altınlık bir rüşvet kabul ettirdiği günün gecesi, konağında düğün bayram etmiş, sevinç ve neşesini de şu sözlerle beyân etmişdir : 

Bugün Kızılahmedlu İsfendiyaroğullarının intikâmını Âl-i Osmân'dan aldım. Onlar bizim ocağımıza su koydukları gibi, ben dahî onların ocağını söndürecek bir mukaddime tertîb ettim. İrtişâya dadandırdım ve hattâ kırk bin altın bir büyücek lokmayı da yutturdum. Bundan sonra bunlar irtişâ almaktan fâriğ olmazlar ve irtişâ ile devletleri sebat bulmaz.
Ne hazîn ve ne ibret verici bir beyânât değil mi?...
O devrin seçkin velîlerinden Seyyid Seyfullah Kuddise Sırruh Hazretleri, bütün bu kötülükleri keşfetmiş olmalıdır ki "Yıkıldı Mülk-i Osmân ağlasın bütün cihân" feryâdı ile, Osmanlı Devletinin inhidâma doğru gittiğini bildirerek kerâmet izhâr etmişdir.
Devletin temeli adâletdir.

Listeye geri dön