14 Haziran 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Tamâmü'l-Feyz nâmındaki eserlerinde devrân zikri ve sırları hakkında buyuruyorlar ki :
Halvetiyye'nin vaz' edilmiş usûllerinden biri de devrandır yani dönerek toplu zikir yapmakdır. Âlimler bu konuda pek çok şeyler söylemişlerdir. Bir kısmı devrâna karşı çıkarken bir kısmı da yanında yer alıp müsbet şeyler söylemişlerdir. Doğrusu, meşâyihin risâlelerde tavsiye etdiği şart ve erkâna uyarak devrânı kabûl etmek, karşısında değil yanında yer almakdır. Zîrâ devrân zikrinde ehli için çok büyük sırlar vardır. Bundan uzak duranlar ancak Cüneyd gibi müntehî olanlar yani seyr u sülûkde yolun sonuna gelenlerdir. Çünkü bu mertebede hareket zâhirden bâtına intikâl eder. Tarîkatde bu tür usûller ancak mübtedî ve mutavassıtlar içindir ki onlar sebeblere, vâsıtalara ve bâtınla amel etmeden önce zâhirle amel etmeye ihtiyaç duyarlar. Zîrâ zâhir bâtının vesilesi ve kapısıdır. Allahu Teâlâ, "وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ" buyurmuşdur.
Kalb sultânının yapması gereken, kuvvelerden müteşekkil olan bâtınî emirlerle his ve uzuvlardan oluşan zâhirî emirleri, maksûd hâsıl oluncaya kadar vücûd iklîminde istihdâm etmekdir. Maksûd hâsıl oldu mu, âlet ve vâsıta kabîlinden olan şeyler âtıl hâle gelmiş ve yürürlükden kalkmış olur. Eğer ulaşılmak istenen şeyin elde edilme imkânı kalmamışsa söz konusu âlet ve vâsıtaların da bırakılması gerekir.
Şerî'at ve ahkâmıyla amel etme konusuna gelince. Bu, ömrün sonuna kadar bâkîdir çünkü hakîkat ehli bu konularda şerî'at ehline tâbi'dir. Zîrâ her yerin kendine göre husûsî bir hükmü vardır. Merâtibe riâyet ederek yürüyen, tökezlemeden menziline ulaşır. Ey yolunu kaybedenler! Nereye gidiyorsunuz? Hakdan öte ancak dalâlet vardır. Burada büyük bir sır vardır ki tarîkat ashâbından alınan söz bunu açıklamaya mâni'dir.
Sonra devrân zikri, ya sâkin bir şekilde ya da hareketli bir şekilde yapılır. Celvetîler birincisiyle yetinmişlerdir. Bunun sebebi sôfîlerin halakasının bizzat devrân olmasıdır. Halvetîler ise ikincisini esas almışlardır. Dâirenin mutlakâ bir merkezinin olması gerekir. Bu, Allah'ın kuşatıcı sırrıdır ki şeyh onun sûretinde ta'ayyün etmişdir. Bu sebeble şeyhin makâmı, ekseriyâ halakanın tam ortasıdır. Halakada yer alan zâkirbaşının ve diğerlerinin yüzü merkeze yani şeyhe dönükdür. Orada arkaya dönmek ya da sırtını dönmek olmaz.
Nitekim Allahu Teâlâ Hazret-i İbrâhim'den hikâye ile "اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ" buyurmuşdur. Yani "Ben yüzümü kalblerin ve rûhların göklerini yaradana, nefslerin ve bedenlerin arzını yaradana döndürdüm". Nitekim fâsid bir dâirenin iki ucunun neresi olduğu bilinmez. Sôfîlerin cemiyetlerde teşekkül etdirdikleri halakalar da böyledir. Bu, onların aralarındaki vahdetin kuvvetine işaret eder. Halakada küçük bir boşluk olsa birlik ortadan kalkar. Cemâatin vahdeti, ma'nevî vahdetin temel unsurlarından ve hattâ sebeblerindendir. Nitekim Hazret-i Peygamber namazda safların sıklaştırılmasını emir buyurmuşdur.
Teveccüh-i vahdânî ile teveccüh-i cem'î arasında fark vardır. Çünki birincisinde bazen fütûr hâsıl olabilir ve bu nedenle maksûd hâsıl olmadan önce duraklama meydana gelebilir. İkincisinde ise böyle bir durum söz konusu değildir. Zîrâ suyu az olan bir nehirdeki suyun çoğalarak güçlü bir şekilde akmasını ve denize ulaşmasını sağlayan yağmur gibi, bazı teveccühler de bazı kimseler için destek ve yardımcıdır. Bununla birlikte, cemâatin mümtaz bir şahsiyetininin sûretine sahip olana kadar her bir teveccühden makbûl bir cüz aldığında, bunlar ilâhî hazretde küllî teveccühler için yardımcı olur. Bu da o sûretin kapsadığı cüz'ün hükmüyle gerçekleşir ve böylece cesedlere sirâyet etme husûsunda iksîr gibi olur.
Devranda başka bir sır daha vardır ki o da bidâyet ve nihâyetin birleşmesidir. Bazıları, "Nihayet nedir?" diye sordu. Cevâben, "Bidâyete yani başlangıca dönmekdir" denildi. Sâlik nihayete ulaşdığında onun için bidâyet ve nihayet, evveliyyet ve âhiriyyet, zâhiriyyet ve bâtınıyyet birleşmiş olur.
Yine devrandaki diğer bir sır da bu hareketin zikr-i cehrî gibi kalbe gâlib gelen havâtırı dağıtmasıdır. Hareket ile cehrî zikir birleşdiğinde, bu ikisi kalbe gelen havâtırı dağıtmakda daha tesirlidir.
Devrân zikri esnâsında ayağın yere vurulması, Allah Teâlâ'nın şu sözünden ilham alınarak vaz' edilmişdir : "اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ". Nasıl ayağı yere vurmak bedenî harâreti gideren ve cismânî hayâtı besleyen suyun çıkışına sebeb oluyorsa, aynı şekilde kalbdeki cehâlet kirlerini temizleyen, ruhânî hayâtı temin eden feyzin zuhûruna da sebeb olur. İşin ehline ve şartlarına bakıldığında bu böyledir. Nitekim şöyle denilmişdir : "Tarikat usûlünün hilâfına iş yapmakdan sakın, zîrâ bunun semeresi yokdur, bunu yapan kişi de hastadır".