"Bu dünyâ musîbet dünyâsıdır. Bu dünyâya gelen kişi, kim olursa olsun, musîbetden kurtulamaz" demişdik. Bu âlemdeki belâların haddi hesâbı yokdur ama her belâ herkese isâbet etmediği gibi her belâ her zaman da isâbet etmez. Fakat belâlar arasında öyle bir belâ vardır ki, büyük-küçük, yaşlı-genç, âlim-câhil, fakir-zengin, iyi-kötü istisnâsız herkese her zaman isâbet eder. Bu da dil belâsıdır. Zîrâ halkın dili hiç durmaz, insanlar sürekli birilerini çekiştirir durur. Bu hususda bir sınır olmadığı gibi insanlar arasındaki seviye farkları da dedikoduya mâni değildir. Evlad babasını, işçi patronunu, kadın kocasını, cemaati imamını, talebe hocasını, memur âmirini çekiştirebilir, aleyhinde konuşabilir. Aleyhde söylenen sözler doğru da olsa insanı rencîde eder. Hele de dostlardan, yakınlardan gelen sözler insanı ne fenâ yaralar. Yalan ve iftirâ şeklinde yapılan dedikodular ise çok daha büyük acılar verir, insanda onulmaz yaralar açar. Nitekim "Kılıç yarası geçer dil yarası geçmez" denilmişdir. Arapça'da söz ma'nâsına gelen "kelâm" kelimesinin kökü olan "kelem" de "yaralamak" demekdir. Dil belâsına en çok hedef olanlar, nimet ve şöhret sâhibi olanlardır. Nimet ve şöhret ne kadar büyükse, dedikodu da o kadar çok olur. Bu nimet, ister maddî olsun, ister manevi olsun, farketmez.
Mûsâ Peygamber, kendisi hakkında yapılan dedikodulardan o kadar muzdarib olmuş, aleyhinde konuşulanlara o kadar canı sıkılımış ki, bir gün Tûr'a çıktığında Cenâb-ı Hakk'a şikâyetde bulunmuş, "Yâ Rabbi, kullar hep benim aleyhimde konuşuyorlar, bunlarını dilini benden kes, aleyhimde konuşmasınlar" demiş. Hakk Teâlâ şöyle buyurmuş, "Yâ Mûsâ! Sen peygambersin ama sen de nihâyet bir insansın, onların cinsindensin, ben Rabbü'l-âlemîn'im, onların hâlıkı ve râzıkıyım, benim bile aleyhimde konuşuyorlar."
Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbn Arabî Hazretleri, sabrın hikmetlerinden bahsederlerken buyuruyorlar ki :
Bilmelisin ki, "اِنَّ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ" âyetinde, Allah'ın eziyete marûz kaldığı beyân edilmişdir. Bu sebeble, Allah kendisini "mahlûkâtın eziyetlerine sabreden" ma'nâsına gelen "es-Sabûr" ismiyle isimlendirmişdir. Zîrâ Allah'dan daha çok eziyete sabreden yokdur. Hakk Teâlâ, kullarından kendisine yapılan eziyeti bırakmalarını ister ama kulların eziyete sebeb olan fiillerini yaratan da kendisidir. İsteseydi onlara mâni olabilirdi. Öyleyse bu sabrın sırrına dikkât et! Çünkü o sırların en güzelidir.
Buradan çıkaracağımız ders şudur : Cenâb-ı Hakk, Kâdir-i Mutlak olduğu halde, kullarını serbest bırakmakda ve kendi aleyhinde konuşmalarına bile müsâade etmekde ve kulların aleyhinde konuşup durmalarını sabırla karşılayıp onları cezâlandırmamakdadır. Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanmak isteyen kişi de işte aynen böyle yapmalıdır. Nitekim bütün velîler ve nebîler, sıbgatullah ile boyanmış oldukları için, hep böyle yapmışlar, aleyhlerinde söylenen sözler onları ne kadar incitirse incitsin, hep sabretmişlerdir.