24 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin Türkçe husûsundaki hassâsiyetinden bahsetmişdim. İş dînî eserlere gelince, bu hassâsiyet daha da artardı.
Efendi Hazretlerinin şöyle bir âdeti vardı. Kendisine yeni çıkan bir kitap getirdiklerinde, kitabın rastgele bir yerini açar, birkaç satırını okurlardı. Okudukları kısım, kitap hakkında müsbet ya da menfî bir fikir verirdi. İlim tahsîliyle geçirdiği uzun yılların tecrübesine, kitapçılık ve sahaflık tecrübesi de eklenince, bir eseri değerlendirmek kendisine hiç de güç gelmezdi.
Yine bir gün, yeni çıkan bir tefsîr kitabını getirmişler. Efendi Hazretleri de âdeti olduğu üzere, kitabın rastgele bir yerini açmış. Karşısına çıkan satırda, Sûre-i Feth'in baş tarafındaki âyetlerden biri varmış. "Ve kânellahu alîmen hakîmâ" diye biten bu âyete, müfessir, "Allah alîm ve hakîm oldu" diye ma'nâ vermesin mi! Efendi Hazretleri buyurmuşlardı ki :
"Allah alîm ve hakîm oldu" diye okuyunca, kaldırdım kitabı. Allah mahall-i havâdis mi? Allah olur mu? Demek ki çiğdi oldu, öyle mi? Gençdi, ihtiyarladı gibi yani. Hiç Allah hakkında "oldu" denir mi? Çok dikkat etmek lâzım. Arapçada "kâne" kelimesi kaç türlü ma'nâya gelir. "idi" ma'nâsına da gelir, "oldu" ma'nâsına da gelir. Yerine göre "idi", yerine göre "oldu", yerine göre "dır" diye kullanacaksın. İlimden öte insana irfan lazımdır.
Aradan yıllar geçdi. Bir gün fakîr de yeni çıkan bir tefsîre denk geldim. Tefsîri hazırlayan zât da, ismi lâzım değil, herkesin tanıdığı çok meşhûr bir hocaefendi. Açdım, bakdım, bir de ne göreyim! Bu âyete ma'nâ verirken, "Allâh dâima Alîm ve Hakîm olmuştur" demesin mi!
Geçenlerde yazmışdım, Eski Anadolu Türkçesinde "dürür" diye bir ek var. Bugün artık kullanılmayan "dürür" eki, tam da bu âyetdeki "kâne"nin karşılığıdır. Zîrâ istimrar ve katiyyet bildirir. Bu âyeti tercüme ederken, "Allah Alîm-dürür, Hakîm-dürür" dersek doğrusunu söylemiş oluruz. Bugünkü Türkçede devamlılık ve katiyyet bildiren bir ek olmadığı için, bu âyeti hakkıyla tercüme etmek çok müşküldür. Bu yüzden meâllerdeki karşılıklar da hep eksikdir.
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
Sûre-i Zümer, Âyet 9