27 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Bir dili bilmek başka, o dili iyi kullanmak, o dilde hüner göstermek daha başkadır. Hele de dilde cambazlık yapmak bambaşkadır.
Bizde pek çok dil cambazı yetişmişdir. Bunların çoğu şâirler arasından çıkmışdır. Meselâ Şâir Nefî bunlardan biridir. Şu cambazlığa bakın :
Tâhir Efendi bana kelb demiş
İltifâtı bu sözde zâhirdir
Mâlikîdir mezhebim zîrâ
İ'tîkâdımca kelb tâhirdir
Tâhîr adında birisi Nefî'ye hakâret etmiş, köpek demiş. Nefî de ona bu şiirle cevap vermiş, şiirin sonunda "kelb tâhirdir" diyerek, hakâreti aynen iâde etmiş. Sözü bu şekilde söylemek, hem çok kıvrak bir zekâ hem de ustalık gerektirir. Bunu her şâir yapamaz.
Asıl işi şâirlik olmadığı halde dili çok iyi kullananlar, dilde hüner gösterenler, âdetâ cambazlık yapanlar da vardır. İlim ehli arasında keskin zekâsıyla temâyüz etmiş olan Fâtih devri âlimlerinden Molla Lutfî de bunlardan biridir. Onun dil oyunları, hicivleri, latîfeleri ve nükteleri pek çokdur. Bir ikisini anlatalım.
Fâtih Sultan Mehmed Hân, ilme ve lisâna çok meraklı bir pâdişah olduğu için, müderrislerden büyük bir lugat hazırlamalarını istemiş. Bu işde mâhir olanlardan bir heyet teşkîl edilmiş ve çalışmalar başlamış. Çalışmalar devâm ederken, bu işle görevli olanlardan Uslu Şücâ ile Molla Lutfî bir yerde karşılaşmışlar. Söz lugat çalışmasından açılmış. Molla Lutfî, Uslu Şüca'ya, "Lugat işinde ne durumdasın?" diye sorunca Uslu Şüca, çok titiz çalışdığını ifâde etmek için, "her satırına bir alâmet-i şekk koyuyorum" demiş. Molla Lutfî durur mu hiç, "Ben her sayfaya bir alâmet-i şekk koyuyorum, meğer sen benden eşekk imişsin" demesin mi? Şekk, Arapçada şüphe demekdir, alâmet-i şekk soru işâreti demekdir. Eşekk ise, "daha şüpheli" ya da "daha şüpheci" ma'nâsına gelir. Meğer "Uslu" Sırpçada "koca eşek" demekmiş, Molla Lutfî, bu sözüyle buna da işâret etmiş.
İran tarafından gelen bir mollaya Dârü'l-Hadîs Medresesinde müderrislik verilmiş. Fakat nedense vakfiyeye göre elli akça olması gereken aylık, kırk akçeye indirilmiş. Bunu haber alan Molla Lutfî şu kıtayı nazmetmiş :
Ey dehr aceb hâdisedir kim hades etdin
Bünyâdını ilmin yıkuban hep abes etdin
Bir dehrîye yer çıkmak için dâr-ı hadîsin
Naks eyleyüben onunu dârü'l-hades etdin
Bu kıtadaki dil cambazlığını anlamak için ebced hesâbını da bilmek gerekir. Molla Lutfî, "Naks eyleyüben onunu" derken, hem on akçalık farka hem de ebced karşılığı on olan "ye" harfine işâret etmişdir. Zîrâ "dârü'l-hadîs" lafzındaki "ye" çıkartılacak olursa, bu terkîb "darü'l-hades" olur.
Molla Lutfî'nin meşhûr Harnâme'si de dil cambazlıkları ile doludur ve edebî açıdan çok kıymetlidir.
Son bir misâl daha vereceğim. Belki bu bazılarınıza çok kaba gelecek ama aslında çok ibretlik bir hikâye.
Vaktiyle kadının biri hayır olsun diye bir helâ yaptırmış. Malum ya, eski devirde hayır eserleri için târih düşürme âdeti vardı. Tabii bu iş öyle kolay bir iş değil, herkes yapamaz. Çünkü hem söz manâlı olacak, hem de harflerin ebced değeri toplandığında eserin yapıldığı târihi gösterecek. Şiirden de öte apayrı bir sanat bu. Kadın da, târih düşürme işinde son derece mâhir birisini bulmuş ve yapdırdığı helâ için târih düşürmesini istemiş, "parası neyse veririm" demiş. Adam, işinde mâhir olduğu gibi, aynı zamanda çok da nüktedân biriymiş, helâ için şöyle târih düşürmüş :
Kadın yapdı kademhâne
Kazûrât kalmaya tende
Gelen sıçsın giden sıçsın
Sıçam hayrâtına ben de