22 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Allahu Teâlâ enbiyâyı, iktidâ-i sü'adâ ve İblîs'i ittibâ'-ı eşkıyâ için halk eyledi. Ve enbiyânın bidâası âhiret ve İblîs'in dünyâdır. İblîs, dünyâyı kâfirlere arz etdikde, semeni yani bahâsı nedir dedikde, İblîs dahi, "Terk-i dîndir" dedi. Onlar dahî kabûl edip, dîni dünyâya verdiler. Ve zâhidler bi'l-külliye i'râz eylediler. Ve râgıb olanlar, dîn ve dünyânın ikisinden geçmeyip, İblîs'e, "Dünyâdan bize bir mezâka ver, görelim çeşnisi nicedir" dediler. İblîs dahi, bunlardan rehn istedikde, sem'lerini ve basarlarını rehn kodular. Anın içün ehl-i dünyâ, ahbâr-ı dünyâyı istimâ' ve zîynetlerini müşâhede etmeği severler. Zîrâ sem' ve basarları İblîs'de rehndir. İblîs dahi kabz-ı rehn edip bunlara bir mezâka verdi. Bu cihetden zâhidlerin nasîhatlerine kulak tutmadılar. Ve 'ayb u kabâyıh-ı dünyâyı görmeyip zehârif ve metâ'ını istihsân eylediler. Anın içün hadîsde gelir. "Hubbüke'ş-şey ya'mâ ve yasum". Yani bir şeyin muhabbeti, ol şeyin kabâyıhını göstermez. Zîrâ ol muhabbet, kişiyi a'mâ ve sağır eder. Yani bazı hubb vardır ki, insanı tarîk-i rüşdü ibsârdan a'mâ ve istimâ'-ı hakdan esamm kılar. Meğer ki orada 'akl-ı râdii veya dîn-i zâciri ola. Maksûd, Hakk'dan gayrıya i'tirâf-ı muhabbet lâyık olmadığını beyândır. Zîrâ hubb-i dünyâ, âdemi âhiretden ve Hakk'dan cüdâ kılar. Anın içün dediler ki, İblîs'den halâsa çâre budur ki, dünyâsını ona veresin, tâ ki dînin senin için kala. Zîrâ insan onun dünyâsına ta'arruz etdikçe, ol dînine ta'arruzdan hâlî olmaz. Ve infâk-ı mâl etmek, terk-i dünyâdandır. Velâkin âdem türâbdan mahlûk olup, hükm-i türâb yübûset olmakla, kabz ve imsâk ona lâzım geldi. Çünkü her nesenin 'ilâcı onun zıddıyladır, insan ol rezîleden halâs bulmağa, fedâ-yı mâl ve belki bezl-i rûha muhtâcdır. Zîrâ infâk-ı ağniyâ, emvâli cebden ihrâc ve bezl-i fukarâ, ağyarı kalbinden izâle ve sarf-ı müceyyez, ervâhı mecârî-i akziyeden 'adem-i iddihardır. Pes evsâf-ı vücûddan bi'l-külliye fenâ bulmadıkça, sehâ-yı rûh ve tahâret-i nefs hâsıl olmaz.