Dinle Ey Zâhirperest Zarfdan Murâd Mazrûf İmiş

11 Ocak 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Vahdet
NUTK-İ ŞERÎF
ve
ÎZÂHI

Dinle ey zâhirperest zarfdan murâd mazrûf imiş
Noktadır asl-ı hurûf ol noktadan me'lûf imiş

Sûrete bakıp da sîreti göremeyenler zarf ile ilgilenip mazrûfu yani zarfın içindekiler bir kenara atanlar gibidir. Halbuki zarfdan maksad, mazrûfdur. Tıpkı harflerden ve kelimelerden maksadın ma'nâlar olduğu gibi. Bütün harflerin esâsı noktadır, bütün harfler noktalardan oluşur. Yani ma'nâ birdir, o ma'nânın göründüğü sûretler birden fazla da olması ma'nânın birliğine halel getirmez.

Noktadır evvel hurûfa noktadır hem intihâ
Noktadır bâtın u zâhir 'ayn ile mevsûf imiş

Harflerin başı da sonu da noktadır. Yani binbir sûret ve kisve içinde tek bir ma'nâ gizlidir.

Sarf ile eyle tasarruf nefsi mahv et nahv ile
Mantık-ı "innî enallah" masdara masrûf imiş

Arapça dilbilgisi kabaca Sarf ve Nahv diye ikiye ayrılır. Sarf ilmi aynı kökden türeyen kelimeleri gösterir, böylece tek bir kökden onlarca kelime türetilebilir. Aslında kelimenin kökü birdir, çoğalan ma'nâ değil şekillerdir. Nahv ilmi ise cümlenin kuruluşu yani ma'nâ ile ilgilidir. Hazret, bu beytde enfes bir teşbîh ile "sûretlere takılıp kalma, ma'nâya bak" diyor. İkinci mısradaki "Masdar-ı innî enallah" ile işâret buyurdukları da şudur. Arapçada masdar bir kelimenin en yalın hâlidir, hiç bir ek almamış, hiç bir kalıba girmemişdir. Hazret, burada nefsi bütün alâkalardan kurtararak varlığı Hakk'a izâfe etmeğe işâret buyuruyor. 
Gayb-ı ma’nâ 'aynına keşf-i me'ânî remz ola
Ma'nî-yi kesret-bedâyi’ vahdete ma’tûf imiş

Baş gözü şekil ve sûretleri görür, ma'nâları gören göz ise kalb gözüdür. Kalb gözü açık olmayan kimse sûretleri mükemmelen görse de o şekillerin arkasındaki ma'nâları göremez. Kâinâtdaki şekil ve sûretlerin çokluğu seni yanıltmasın, aslında o sûretlerin ma'nâsı birdir. 

İlm-i âdâb-ı hakîkat mahremi oldu edîb
Bî-edeb envâ'-ı taksîrât ile mekşûf imiş

Hakîkat, Allah yolunda edeblenen kimselere keşfolur. Bu yola girmeyen ve nefsini tezkiye etmeyen kimseler hakîkatlere vâkıf olamadıkları gibi, edeb ve terbiye görmedikleri de işledikleri kusurlardan hemen belli olur. 

'Ukde-i hall-i 'akâid aslına vâsıl olan
Nûr-i zât asl-ı vusûle ârif-i ma'rûf imiş

Gizli hakîkatlere vâkıf olanlar, Hakk'a vuslat yolunu tutanlardır.

Zâil et hâdis vücûdu keşf ola nûr-i hadîs
İlm-i tefsîrden sefer tevhîd ile mehdûf imiş

 Kur'ân'ın inceliklerine ve hadîs-i şerîflerin ma'nâlarına vâkıf olmak isteyen kesretden, mâsivâdan yani bilkülliye varlığından geçmelidir. Hakâik-i Kur`âniyye ve hakâik-i ehâdis-i nebeviyye, kitaplardan okumakla öğrenilmez, behemehal tasfiye-i kalb ve tezkiye nefs etmek lâzımdır. 

Mahv-ı emvâc eyleyince Sâmiyâ bahr-i ezel
"Küllü şey’in hâlikün"le mümkinât mahzûf imiş

Bu kâinât sayısız dalgalarla coşan bir denize benzer, dalgalar kesreti, deniz vahdeti gösterir. "Küllü şey'in hâlikün illâ vecheh" âyet-i kerîmesi de bu hakîkati beyân eder. Zîrâ Hakk'dan gayrı ne görüyorsak sûret ve şekilden ibâretdir ve tamâmı yok hükmündedir.

Abdurrahmân Sâmî Saruhânî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî

Listeye geri dön