"Dinle Neyden" Ne Demekdir?

15 Şubat 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Konuşmak

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Ankaravî Hazretleri, meşhûr şerhinde Mesnevî-i Şerîf'in ilk beytini izâh ederken buyuruyorlar ki :

Ey gûş-kûnende-i esrâr-ı tarîkât ve şînevende-i güftâr-ı hakîkat! Hazret-i Mevlânâ evvelâ "bişnev" deyu istimâ'a emr edüp gayrı ibâre ile ibtidâ eylemediklerinde nükte-i azîme vardır. Zîrâ "Ney ki âgâz-ı hikâyet mî-kuned", deseler kâbil idi. "Ney ki her dem nağme-ârâyî kuned" deseler ve bunun emsâli nice gûne ibâre ile ta'bîr kılsalar kâdir idiler. Velâkin "bişnev" deyu istimâ'a emr ile ibtidâ eylediler. Anın içün ki dîn ü tarîkatda ibtidâ vâcib ü lâzım olan istimâ'dır. Anın içün basardan ve sâir a'zâdan ve cevârihden dîn ü tarîkatda sem' evlâdır ve efdaldir.

Hazret-i Şeyh burada işitmenin ehemmiyetine işâret etmek üzere meşhûr müfessir Fahreddîn Râzî'nin tefsîrinden şöyle bir nakil yapar :

İmâm Fahreddîn Râzî, Tefsîr-i Kebîrinde şöyle demişdir : "Bil ki işitmek görmekden daha üstündür. Çünkü Allahu Teâlâ Kur`ân'da bu ikisini zikrederken işitmeyi görmenin önüne geçirmişdir. Bu da işitmenin üstünlüğüne delîldir. Diğer tarafdan peygamberliğin şartlarından biri de işitmekdir ama görmek bu şartlardan değildir. Bundan dolayıdır ki Allah hiç sağır bir peygamber göndermemişdir ama peygamberler arasında körlüğe mübtelâ olanlar vardır. Aynı zamanda bazı aklî netîcelere ancak işitmek ile ulaşılır. Aklın ilimle kemâle ermesi işitmekle olur. Görmek ise yalnız müşahhas varlıklar hakkında bilgi sâhibi olmayı sağlar. Yine işitmek, altı cihetde tasarruf sâhibidir, görmek ise böyle değildir. Yine işitme hassası kaybolduğunda konuşma da kaybolur, görme hassası kaybolduğunda ise konuşma kaybolmaz".

Hazret-i Şeyh işitmenin kıymetini daha da geniş îzâh etmek için buyuruyorlar ki :

Bilgil ey ahî ki, 'indallah zî-rûh olanın ziyâde şerlisi, Hakk kelâmından sağır olandır ve anı söylemeden dilsiz kalandır. Kemâ kâlallahu teâlâ fî kelâmihi'l-mecîd, "اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ inne şerre'd-devâbbi 'indallahi's-summü'l-bükmü'llezîne lâ ya'kıklûn". Yani vech-i arzda hareket eyleyen zî-rûhun 'indallah ziyâde şerlisi istimâ'dan sağır olandır ve anı nutk eylemeden dilsiz kalandır ki kelâm-ı Hakk'ı 'akl u idrâk eylemezler. Muhakkıklar bu âyet-i kerîmede buyururlar ki, ebkemlik esamm olmadan olur, zîrâ nutka elbette istimâ' lâzımdır. Pes ol kimse ki kelâm-ı Hakk'ı işitmeye ve anınla 'amel edüp iş etmeye ebkem olmak mukarrerdir. Pes 'indallah devâbbın şerlisi olmak mukarrer ve muhakkakdır. Anın içün Hazret-i Mevlânâ "bişnev" deyu emr eder ki, istimâ'' eyleyen âhir nutka gelir ve ebkemlik zahmetinden halâs olur ve nâsın şerlisi olmadan kurtulur ve hayru'n-nâs mertebesin bulur. 
زانكه اول سمع بايد نطق را
سوى منطق از ره سمع اندر آ
Konuşmak için önce dinlemek gerekdir
Konuşma cihetine dinleme yolundan gir

نطق مگو موقوف راه سمع نيست
جز كه نطق خالق بىطمع نيست
Dinlemeksizin konuşmak
Ancak Allah'a mahsûsdur
Hazret-i Şeyh, Mesnevî-i Şerîf'den aldığı bu iki beyitle îzâhını teyîd ve tekîd etdikden sonra buyuruyorlar ki :

Pes yine gelelim, ney bir nice vechden ibâret olmak kâbildir. Evvelâ sôfî-i sâfî ve âşık-ı vâfîdir. Derûnu mâsivâdan hâlî ve nefha-i Hakk ile mâlî olan mürşid-i 'âlîden isti'âre ola. Zîrâ neyin insan-ı kâmile sûreten ve lafzen ve zâten münâsebet-i tâmmesi ve müşâhebet-i 'âmmesi vardır. Sûreten olan müşâbehet, sufret-i sîmâ ve şerh-i sînedir ki, 'uşşâk-ı ilâhiyyenin reng-i bîrûnları ve hâl-i derûnları bu gûnedir ve birkaç yerden dahi miyân-beste olmasıdır. Kezâlik evliyâ-yı Hudâ dahi 'ibâdet-i Hakk'a nice vech ile kemer-beste olmuşlardır. Ve lafzen münâsebet oldur ki ehl-i Fars ney kelimesini ekser mevâzı'da nefy ma'nâsına isti'mâl ederler. Nitekim şâirin şu beyitde "men neyem" dediği gibi. Beyt :
Kíst ney ân-kes ki gûyed dem-be-dem
Men neyem cuz mevc-i deryâ-yı kıdem
Ney kimdir? Devamlı olarak şöyle diyen kimsedir
Ben ezel denizinin dalgasından başka bir şey değilim

Pes bunlar dahi vücûd-i 'ârızîlerin nefy etmişler ve 'âlem-i aslîlerine gitmişler. Beyt :

Ez-vücûd-ı hôd çü ney geştem tehî
Níst ez-gayr-ı Hudâ-yem âgehî
Ney gibi kendi varlığımdan kurtuldum
Artık Allah'dan gayrı bir şeyden haberim yok
deyüp yokluk makâmında karâr tutmuşlardır. Ve zâten olan mümâselet oldur ki, nitekim nâyın derûnu gıll u gışdan hâlî ve andan nağamât u elhâna bâis ü bâdî olan nâyîdir, kezâlik, bu tâife-i 'aliyyenin derûnları mâsivâdan hâlî ve nefesât-ı ilâhî vü nefehât-ı rabbânî ile mâlîdir, her elhân u nağamât ki nâya nisbet olunur, nâyîdendir. Pes ne kadar kemâlât u kelimât ve âsâr u esrâr u hâlât ki bunlara nisbet olunur fi'l-hakîka Hudâ-yı Müte'âlî'nindir. Bunlar ortada bir âlet-i mülâhaza ve mazhar-ı mu'ameledir. Kemâ kâlallahu fî hakkı nebiyyihî aleyhisselâm, "وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى vemâ rameyte iz ramayte velâkinnallahe ramâ", ve kâle fî hakkı nutkıhî, "وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ vemâ yentıku 'ani'l-hevâ in hüve illâ vahyün yûhâ". 

Ve sâniyen neyden murâd, kamış olduğu itibarıyla, bilâ-isti'âre kalem-i zâhir murâd ola. Eğerçi Hazret'in nây hakkında icrâ eyledikleri bazı evsâf, meselâ nefîr ü nâle gibi bu takdîr üzre mülâyim olmaz, ammâ hüsn-i ma'nâya ve letâfet-i fehvâya da halel gelmez. Zîrâ bu kadar 'ulûm-i dînî ve umûr-ı dünyevînin intizâmı anın vücûduna merbûtdur ve bunca me'ârif ve letâif-i kevniyyenin zuhûru ana menûtdur. 

Pes bu takdîr üzre ma'nâ, Hazret-i Mevlânâ tâlib olanlara hitâben buyururlar ki, "Ey tâlib-i Hakk olan! Kalemin tahrîr ü tastîr kıldığı güftârı işit ve anın lisânından câri olan esrârıyla iş et. Gör ki sana zebân-ı hâl ile ne söyler ve lisân-ı ma'nâ ile ne takdîr eyler". Anın içün kaleme hükemâ insanın bir lisânı da budur demişler. 

Pes zebân-ı kalem bu ma'nâ-yı mezkûreyi hâlen söyler ve kâlen takrîr eyler. Eğer hâlen söylemesi murâd olursa gûş-i hûş ile istimâ' eyle ki ol kalem sana lisân-ı hâl ile söyler demek olur. Ve eğer kâlen söyleme murâd olursa gûş-i hiss ile ısgâ eyle ki kalem sana ne takrîr ve ne tahrîr eyler demek olur. 

Sâlisen, kalemden murâd, 'alâ tarîki'l-istiâre, velî-i kâmilin ve mürşid-i fâzılın vücûdu ola. Bu takdîrce beynehumâda müşâbehet vardır. Harekât ve sekenât-ı kalem bi'l-külliye kâtibin olduğu gibi evliyânın dahi harekât u sekenât ve tasarrufât u hâlât ve kelimât u kemâlâtı bi'l-külliye vâcibün bizzât olan Mübdî-i kâinâtındır.

Ve râbi'an, 'alâ vechi'l-isti'âre, kalem-i a'lâ yani Hakîkat-ı Muhammed Mustafâ sallallahu te'âlâ 'aleyhi vesellem Hazretleri murâd ola ki Cenâb-ı Hakk ol hakîkatden, "نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ nûn ve'l-kalemi vemâ yesturûn" deyu kasem buyurdu. Ve ol Hazret, bu hakîkatin şânında, "Evvelü mâ halakallahu'l-kalem" deyu ta'bîr kıldı. Pes ol Hazret'in hakîkati nukûş-i kâinâta ve erkâm-ı mevcûdâta sebeb olduğu cihetden kalem-i a'lâ denir. Nitekim hayât-bahş-ı cemî'-i mümkinât olduğu itibârıyla rûh-i Muhammedî ta'bîr olunur. "Evvelü mâ halakallahu rûhî" (İlk ayradılan enim rûhumdur) ve "Evvelü mâ halakallahu 'aklî" (İlk yaradılan benim aklımdır), hep bir ma'nâya işâret kılınır. Ve lugaz tarîkiyle dahi neyden Hazret-i Mustafâ ve kalem-i a'lâ alınır. Zîrâ lafz-ı ney ebced hesâbı üzre altmışdır. Lafz-ı sîn dahi altmışdır. Pes sîn Hazret-i Muhammed'in ismidir. Kemâ kâlallahu te'âlâ, "يٰسٓۜ Yâ-Sîn". Bu takdîrce "Bişnev în ney"in ma'nâsı, "Hazret-i Muhammed'den işit" demek olur. 
Velâkin burada mısrâ'-ı sânide bir suâl lâzım gelir ki çün kim neyden murâd evliyâ-yı Hudâ veyâhud Hazret-i Muhammed Mustafâ ola, pes bunlar hod 'ayn-ı vuslatdadır, öyle olıcak firkatden ne gûne şikâyet ederler ve ne vech ile cüdâlıklardan iştikâ semtine giderler? Bu suâle birkaç vech ile cevâb verilir. Evvelâ enbiyâ ve evliyânın bu şikâyetleri kable'l-vusûl olan ahvâl-i mâziyyeye nisbetledir. Ve ahvâl-i mâzîyi nakl eylemelerinden murâd, erbâb-ı gaflete tenbîh ve ashâb-ı 'utlete işâddır. Sâniyen bu neş'e-i dünyevîde kemâl-i vusûl mümkin olmaz. Eğerçi 'ayn-ı vahdete müstağrak iseler de yine ta'ayyün hükmünü komaz. Pes pîrâhen-i vücûd mâdem ki mevcûd ola kemâl-i vusûl mefkûd olur. Pes bu kemâl-i visâle mâni' olan ta'ayyün-i sûrîyi cüdâlıklar 'addeyleyüp andan şikâyet ederler. Sâlisen 'inde'l-evliyâ, mertebe-i cem' de müstağrak olmadan lezzetli bir hâlet dahi yokdur. Zîrâ bu mertebede mugâyeret ve isneyniyyetden 'ârî ve külfet ü meşakkat-i kesretden berî olurlar. Ol vakitde ki bunları mertebe-i cem'den irşâd-ı nâs içün mertebe-i fark u temyîze göndereler, "kün" ve "mekün" deyü emr ü nehy kılarlar ve nîk ü bedden elem ü zahmet görürler ve mugâyeret ü ihtilâfât ile muttasıf olurlar. Eğerçi vahdeti kesretde görürlerse de, bu mertebeyi cüdâlıklar 'addeyleyüp andan şikâyetler ederler. Nitekim Hazret-i Nebî aleyhisselâm "Leytenî lem uhlak ve leyte ümmî lem telidnî", (Keşke hiç yaradılmasaydım, keşke anam beni dünyâya getirmeseydi), deyu bu cüdâlıklardan şikâyet kılarlardı. Halbuki o Hazret'in mertebeleri makâm-ı cemü'l-cem idi. Ve makâm-ı cem'e mir'ac edüp mahbûb-i hakîkînin ve cemî ervâh-ı enbiyâ ve evliyânın ve melâike-i mukarrabînin ve ahâli-i 'illiyyinin iltifâtına hûger olmuş iken mertebe-i kesrete tenezzül kıldıkda Ebû Cehil ve Ebû Leheb'in ta'n u tahkîrine mübtelâ olmuşlar idi. Anın içün "Mâ ûziye nebiyyun misle mâ ûzîtü", (Hiç bir nebîye benim kadar eziyet edilmedi), deyu firkat ve eziyete işâret kılmışlardı. Zîrâ mertebe-i da'vet, mertebe-i firkatdir eğerçi vuslatda iseler de. 
Fefham ahvâle sâiri'l-evliyâi'l-mürşidîne ve kıs aleyh. Vallahu a'lemu bi'l-yakîn. (Diğer velîlerin ve mürşidlerin ahvâlini de buna kıyas edip anla. Her şeyi en iyi bilen Allah'dır).
'Aşk alup benden beni zâtında kurbân itdiği
İki 'âlem emrine fermân olan sultânedir
İhtiyârımla değildir bu dilin şerh itdiği
Nutk-ı Rahmân'dır cesed ana bugün berhânedir

Listeye geri dön