Dinlemeye Engel Olan Şeyler

1 Şubat 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Hikmet
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, çoğu hutbelerinin başında cemaate hitâben, "Diz üstü oturmakda zorlananlar rahat otursunlar, bacağınız ağrırken hutbeyi cân kulağı ile dinleyemezsiniz" buyururlardı. Efendi Hazretlerinin bu sözlerinde büyük bir hikmet vardır.

Aklı başka yerde olan bir kimse, söyleneni doğru dürüst dinleyemez, doğru dürüst dinleyemediği için de lâyıkıyla anlayamaz. Dinlemenin birinci şartı susmak, ikinci şartı da rahat ve huzûr içinde olmakdır. Çoğumuz için rahat ve huzûr içinde olmak demek, açlık, susuzluk, soğuk, sıcak, uyku, korku, endîşe, hastalık gibi ızdırab veren şeylerden uzak olmakdır. İnsanın bir sözü dinleyip anlayabilmesi için önce kafasını meşgûl eden ve kendisine ızdırab veren bu gibi şeylerden kurtulması lâzımdır. Meselâ karnı aç olan ya da sıkışmış olan bir kimse, söyleneni cân kulağı ile dinleyemez. Önce karnını doyurması, ya da ihtiyâcını gidermesi lâzımdır. Diz üstü oturduğu için bacakları ağrıyan kimsenin hâli de böyledir. İdrar sıkışıklığı ile namaza durmanın mekrûh olmasının hikmeti de budur. Açlığa tahammül edemeyen bir kimsenin iftar sofrasını bırakıp Akşam namazına durması da aynı sebeble doğru değildir. Zîrâ aklı yemekde kalan kimse, kıldığı namazdan bir şey anlamayacakdır.

Dinlemeye mâni olan şeylerden biri de oyuna, eğlenceye, zevke ve keyfe düşkünlükdür. Kendilerini oyuna kaptıran çocukların ana-babalarını bile dinlemediklerine hep şâhid olmuşuzdur. Gaflet içinde yüzen, hep oyun-eğlence peşinde koşan, zevk ü safâ düşkünü kimselere de laf anlatmak kâbil değildir.

Dinlemeye mâni olan gizli engeller de vardır. Bunlar da enâniyyet, kibir, hased, ucub, şehvet, gadab, kîn, hubb-i câh, hubb-i mâl gibi nefsânî sıfatlardır. Bu sıfatların bulunduğu insanlar da söylenenleri dinlemezler, dinleseler de cân kulağı ile dinlemedikleri için anlamazlar hattâ yanlış anlarlar, tersinden anlarlar. O yüzden de kendilerine söylenen sözlerden, verilen nasîhatlardan istifâde edemezler. 

Meselâ kibirli bir adam, muhâtabını küçük gördüğü için onun söylediklerine hiç kıymet vermez. Halbuki sözüne kıymet vermediği o kişinin söyledikleri, ona çok fayda verecek belki de onu büyük bir felâketden kurtaracakdır. Nice kibirli patronlar, çalışanlarının tavsiyelerini dinlemedikleri için iflas etmişlerdir. Nice pâdişahlar kendilerine doğru yolu gösteren adamlarının sözlerini dinlemedikleri için mülk ve saltanatlarını kaybetmişlerdir. 

Gadabına yenik düşen bir insan da söylenenleri dinlemez, dinlemediği için de, hak ve hakîkati ayıramaz, yanlışa düşer, büyük hatâlar yapar. Şehvetine mağlûb olan bir kimse de, lafdan anlamaz, nasîhat dinlemez çünkü şehvet kulağını sağır etmişdir. 

İşte bütün bu kötü sıfatlar yüzünden kulakları sağır olan kimselere ne söylense fayda etmez. Söyleyen zât, büyük bir velî, kâmil bir mürşid hattâ peygamber de olsa netîce değişmez. Zîra sağıra duyurmak mümkün değildir. Sûre-i Rûm'daki "اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ" âyet-i kerîmesi de bu hakîkati beyân eder.

Cenâb-ı Hakk'ın, Mûsâ aleyhisselâma hitâben "Fahla' na'leyk" yani "Ayakkabılarını çıkar" buyurmasında da bu hikmete zarîf bir işâret vardır. Zîrâ insanın Hakk'ın kelâmını lâyıkıyla anlayabilmesi için dünyevî ve uhrevî sıkıntılardan, rûhî ve bedenî ızdırablardan, maddî ve manevî endîşelerden tamâmen kurtulması gerekir. 


Kulak Hakk'ı duymazsa
Kulağım duyar deme
Duyduğuna uymazsa
Kulaklarım var deme
Duyanadır duyana
Sağır nice uyana!
Listeye geri dön