18 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Hangi lisânla olursa olsun, kalbden kopan, kırık kalb ile kalbden kopan iyi şeyleri Allah'dan istemek, böyle duyarak istemek. Ve Allah'ın onu reddetmeyeceğini ümîd ederek O'ndan istemek.
Allah Mûsâ Peygamber'e diyor, "Eşeğinin yemini dahi benden iste" diyor. Çünkü he rkim ki Allah'ın kapısına gider, Allah'dan bir şey ister, Allah onu kapısından mahrûm göndermez. Hakkıyla istiyorsa yani kalble istiyorsa böyle. Bu, tacîl olur, acele olur, hemen olur yâhud geri bırakılır. Zîrâ kul kendi istemiş olduğu şeyin kendi hakkında hayırlı olup olmadığını bilmez, Allah bilir. Duâsını kabûl etse dahi, istediği hayır değilse, geri bırakır onu.
Bir misâl vereyim. Bir adam çocuğu olmaz, çocuk ister Allah'dan, Allah ona çocuk vermez. O, üzülür, "Allah benim duâmı kabûl etmedi" diye. Halbuki onun hakkında o çocuğun verilmemesi hayırlıdır. Kul üzülür, "çocuğum olmadı" diye, "duâm kabûl olmadı" diye. Halbuki duâsı kabûl olmuşdur onun. Eğer evlâd verecek olursa onun başına belâ olur o. Gene o kabûl etmiş olduğu duâ başka şekilde tecellî eder o kula. Yani hiç kimse, hiç bir ferd Allah kapısından mahrûm olmaz. Mutlakâ Allah kapısına geleni boş çevirmez. Cûd u kerem sâhibidir. Bütün kâinâtda O'nu inkâr eden de var, ikrâr eden de var. Ne ikrâr edeni boş çeviriyor, aç bırakıyor, ne inkâr edeni boş çeviriyor, aç bırakıyor. Hepsine sofrasını açmış, herkes O'nun sofrasından yiyor. Eğer imsâk etseydi, îmân etmeyenlere vermeseydi, îmân edenlere verseydi, hiç îmânsız kimse kalmazdı kâinâtda zâten.
Üç peygamber gidiyordu. Benî İsrâil zamânında. Bir hayvan iskeletine rast geldiler. Gâyetle cesîm bir hayvan iskeleti, dağılmış iskelet böyle. Dediler ki o üç peygamber, nebî, "Duâ edelim, Allahu Teâlâ bu hayvanı diriltsin, görelim bunu biz". Kemiklerini gördüler, târih öncesi mamutlar gibi filan bir hayvan, gâyetle büyük. Sonra biri duâ etdi, Allah onun kemiklerini birleşdirdi. Biri duâ etdi, derisi filan üzerine yapışdı. Üçüncüsü duâ ederken, dedi, "Yâ Rabbi, hayırlıysa bunu dirilt, hayırlı değilse bize, bunu diriltme" dedi. Hayır kelimesini koydu. Koyunca o hayvan dağıldı. Sonra Cenâb-ı Hakk onlara vahyetdi ki, "Eğer hayır kelimesini kullanmayıp isteseydin, duânı kabûl edecekdim ama bu hayvan sizi yiyecekdi. hayır kelimesini kullanınca onu dağıtdım".
Gene İbrâhim Peygamber, misâfir gelmeyince sofraya oturup yemek yemezdi, ayakda bir şey yer böyle yani. Mutlaka böyle çorbasıyla, etiyle filan yemesi için bir misâfir bekler idi. Ve günler geçdi, on beş, yirmi gün hânesine bir misâfir gelmedi İbrâhim Peygamber'in. Sonra dedi ki kalbinden, "Acaba benim gibi böyle kul var mıdır, sofrasına misâfir gelmeyince sofraya oturmuyor?". Aklına böyle düşdü, kalbine. Sonra Allah ona ilhâm etdi ki, vahyetdi ki, dedi, "Yâ İbrâhim, git dolaş dışarıya, etrâfa dolaş, bak". Ve İbrâhim Peygamber çıkdı dolaşıyor, kendi şehrinden. Bulunduğu şehrin hâricine çıkdı, gitdi. Dolaşırken bir zât çıkdı karşısına, dedi, "Hazret" dedi, "Allah aşkına, lutfen bizim eve gel, zîrâ üç dört ay oldu, ben sofraya oturup yemek yemiyorum, misâfir gelmiyor. Ben ahd etdim Allah'a ki, benim soframa misâfir gelmeyince, ben sofraya oturmayayım diye. Şimdi dört ay oldu evime misâfir gelmedi. Seni ben yabancı görüyorum, lütfen gel bizim eve, beraber bir yemek yiyelim" dedi. İbrâhim aleyhisselam taaccüb etdi. Çünkü o üç hafta yememişdi, on beş gün, yirmi gün filan böyle. Halbuki bu adam dört aydan beri bekliyormuş. Öyle kullar da var yani insanlar arasında.
Ve İbrahim'le oturdular yemek yediler, aleyhisselâm. Yediler, sonra İbrâhim aleyhisselâm dedi ki, "Ben misâfirim, Allah misâfirin duâsını kabûl eder, ben duâ edeyim, sen âmîn de bana. Yâhud sen duâ et, ben âmîn diyeyim" dedi o zâta. "Çünkü Allah misâfirin duâsını kabûl eder sen duâ et, ben âmîn diyeyim" dedi o adama, o zâta. O zât dedi ki, "Ben senelerden beri duâ ediyorum, Allah benim duâmı kabûl etmediği için, ben duâ etmiyorum Allah'a". Hazret-i İbrâhim dedi ki, "Sen ne istedin Allah'dan da Allah sana bunu vermedi, sen duâyı Allah'dan kesdin. Halbuki senin duâ etmen lâzımdı Cenâb-ı Hakk'a. İnsan Cenâb-ı Hakk'dan duâyı keser mi?" dedi. Dedi ki, "Anlatayım" dedi, "söyleyeyim" dedi, "Allah'ın bir halîli varmış, ismi İbrâhim, onu görmek istedim" dedi, "Allah bana nasîb etmedi o İbrâhim'i görmeyi, ben de ondan sonra duâyı kesdim" dedi. Dedi ki, "Allah kulların duâsını reddetmez, tehîrinin sebebi vardır" dedi, "İşte İbrâhim benim, Allah beni senin ayağına gönderdi, buraya getirdi peygamberini" dedi.
Onun için geç olur, erken olur ama olur. Yalnız istekler şuna benzer. Toprağa ekilen bir tohuma benzer. Gözyaşıyla sulamalı ve onu çapalamalı. Eğer ekdiğini ezersen, bitmez oradan. O da var. Tohum gibi işte o istek, duâ. Nasıl tohumu toprağa ekdin, onun etrafını çapalıyorsun, suluyorsun, o tohum büyüsün imhâ olmasın diye, o duâ müstecâb olsun diye gözyaşıyla sulamak lâzım. Ve o duâyı öldürme yani fenâlık yaparak. Evet, ağla gözlerim ağla!
www.muzafferozak.com