11 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki :
Türbe ve yatırların kabirlerine ibâdet etmek ve bu ibadetde o veliyullahı kasdetmek elbette şirkdir. Böyle bir hatâya düşmekten bütün mü'minleri tenzîh ederiz. Aksi takdirde, îmânını yitirir, maâzallah müşrik olur. Doğrudan doğruya ölüden değil, türbelerde yatan zevâtdan dilekde bulunmak, meziyet-i uhreviyyeleri müsbet olanlara teveccüh ve onları vesile edinmek bakımından, gelmiş geçmiş âlimler, ârifler ve ehlullah indinde câiz görülmüşdür. Nitekim, dünyâ hayâtında herhangi bir kimseden ve özellikle sâlih ve sahî bir dîn kardeşimizden herhangi bir şey istemek, küfrü ve şirki îcâb etdirmediği gibi, bâkî âleme göçen ve "fî mak'adi sıdk"a erişen bir zât-ı âlî-kadrden dilekde bulunmak da, ibâdet tarîkiyle olmazsa, elbette küfrü ve şirki îcâb etdirmez. Eğer âlem-i bâkîde olan bir zât-ı akdesden dilekde bulunmak küfrü ve şirki hatıra getiriyorsa, dünyâ hayatında da herhangi bir kimseden bir şey istemek de küfrü ve şirki îcâb etdirir hükmüne varmak lâzımdır. Muhakkak olan cihet şudur ki, ister ahiretde, ister dünyâda herhangi bir kimseden dilekde bulunmak câizdir. Ancak, o dileğin yerine gelmesinde Allahu Teâlâ'nın izni şartdır. Allahu Teâlâ, kulunun o dileğinin yerine getirilmesini murâd buyurmazsa, dünyâ veya ukbâ âleminde bulunan kişinin elinden ne gelir?
Şu var ki, bu halk ve avâm için böyledir. Yoksa havâss veya havâssü'l-havâss olanlar, ne dünyâda yaşayanlardan, ne de âhiretde ebedî âlemde bulunanlardan hiç bir dilekde bulunmazlar. Onlar, ne dileyeceklerse ancak Allahu Teâlâ'dan dilerler. Hattâ bu zevât-ı zevi'l-ihtirâm, Allahu Teâlâ'dan dahi dilekde bulunmakdan hayâ ederler. Onlar, "Biz Rabbimizden râzıyız, o nasıl isterse öyle olsun" derler. Dilekde bulunmak konusu üzerinde bir nebze durulur ve iyi düşünülürse, Hakk'ın verdiğine ve kuluna lâyık gördüğüne râzı olmamak gibi bir manâ çıkmaz mı? Bunun içindir ki, makâm-ı halîliyyete vâsıl olanlar, Hakk'dan hiç bir şey istemezler, istemekden de hicâb ederler. Nasıl ki, İbrahim Halîlullah Nemrud tarafından nâra atıldığında, hiç kimseden istimdâd etmemiş, hattâ Allahu Teâlâ'ya münâcatda bulunmakdan dahi hayâ eylemişdir. Makâm-ı halîliyyete vâsıl olmanın işâret ve nişânı da, kendisinden hiç bir talebde bulunmayan halîline, Allahu Teâlâ'nın nâr-ı Nemrud'u, nûr-u ilâhîye tebdîli sûretiyle tecellî eylemişdir. Bununla beraber, avâmın duâ ederek Allahu Teâlâ'dan istekde bulunması da, "ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ üd'ûnî estecibleküm, bana duâ edin de size icâbet edeyim", âyet-i kerîmesi ile beyân buyrulmuşdur.
Burada, şöyle bir suâl vârid olabilir : "Sultân-ı dîn-i mübîn aleyhi ve âlihî salavâtullahu'l-mu'în Efendimiz Hazretleri, makâm-ı-halîliyyete vâsıl olanların başında bulundukları hâlde, neden duâ buyururlardı ?". Derhal cevâb verelim. Aleyhissâlatü vesselâm Efendimizin duâları, risâlet tarîkiyle ve talîm-i ümmet içindir. Velâyet sıfatlarına gelince, "Benim öyle hallerim olur ki, Rabbimden başka kimse hâlimi bilemez, ancak Allahu Teâlâ ile benim aramda bir sırdır" buyurmuşlardır. Malûm olduğu vech ile, peygamberân-ı izâmın velâyet ve Risâlet olmak üzere iki sıfatları vardır. Velâyet, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ'ya müteveccih olan yönleridir ki, velâyetleri cihetiyle vâsıtasız olarak Hakk'dan almalarıdır. Risâlet, Hakk'dan aldıklarını ümmetlerine teblîğ vazîfeleridir ki, halka müteveccih yönleridir. Binâenaleyh, Fahr-ı Kâinât aleyhi ekmelü't-tahiyyât Efendimizin duâ buyurmaları, risâlet vazîfeleri îcâbı ve bizlere ta'lîm maksadına matûfdur.
www.muzafferozak.com