12 Ekim 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Bir nesneyi talebde ıtlâk evlâdır ki matlûbu 'ilm ve hikmet-i Hakk'a ircâ'dır. "رَبَّنَا أَنْزِلْ عَلَيْنَا مَائِدَةً" ve "رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً" ve emsâli gibi. Zîrâ takyîdde bi-hasebi'l-gâlib hatâ vâki' olur ki ifrât ve tefrîtdir. Kur`ân ise buyurur ki, "اهْدِنَا ال صرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ". Yani istikâmet-i i'tidâliyye yoluna hidâyet matlûbdur ki onda aslâ inhirâf yokdur. Pes, duâyı takyîd etmek tarîkat-i 'avâmm ve ıtlâk üzerine zikr eylemek meslek-i havâssdır. Zîrâ ıtlâk üzerine oldukda bir nesnenin 'adem-i husûlünden keder gelmez. Matlûb-i mahsûsun 'adem-i husûlünden ise tegayyür gelir. Şol cihetden ki kalbin ona ta'alluk-ı kavîsi vardır ve vechi mutlaka münâsib olan vech-i mutlakdan teveccühdür ki külliyyet-i esmâya râci'dir. Velâkin bu mertebenin erbâbı ekall-i kalîldir. Zîrâ bu ma'nâ şehevâtdan tab'ı ve hevâdan nefsi tezkiyenin netîcesidir. Ve şol kimse ki tab' ve hevâdan halâs olmamışdır, Hakk Te'âlâ üzerine tahakküm eder, yoksa celâl ve 'azametine bakıp duâyı mutlak tazarru' ve iftikâr tarîkıyla etmez. Hakk-ı rubûbiyyet ve 'ubûdiyyet ise bu ma'nâdır, gayrı değil. Gel imdi duâ ve niyâza netîce vermek murâdın ise iftikâr yolun tut, tâ ki netîcesi rızâ-yı Bârî ola.
Bu lisâna âşinâ olmayanlar için Hazret'in beyânâtını şöyle îzâh edelim :
Duâ ederken, geniş ma'nâlarla, mutlak ifâdelerle duâ etmek lâzımdır. Meselâ "Rabbenâ âtinâ f'id-dünyâ hasene ve fi'l-âhireti hasene" duâsı gibi. Böylece duâ eden istediği şeyi Hakk'ın ilmine ve hikmetine havâle eder. Duâlara kayıt koymak, bir takım şartlar koşmak doğru değildir. Çünkü insan kendisi hakkında neyin hayır neyin şer olduğunu bilemez. Onu ancak Allah bilir. Mutlak ma'nâlarla duâ etmenin bir faydası da istenilen şey ele geçmeyince üzülmemekdir. Halbuki kayıt koyarak duâ eden, istediği olmayınca üzülür, kederlenir. Çünkü istediği şeye gönlünü sıkı sıkıya bağlamışdır. Kayıt koyarak duâ etmek avâmın âdetidir, mutlak ma'nâlarla duâ etmek ise havâssın işidir. Bunu yapabilenler azdan azdır. Zîrâ bu, nefsi tezkiye etmeğe ve her türlü hevâdan kurtulmağa bağlıdır. Nefsin hevâsından kurtulmamış olan kişiler, âdetâ Allah'a emir verir gibi duâ ederler, "Şunu şöyle isterim, bunu böyle isterim, filanca şöyle olsun, falanca böyle olsun" derler. Hakk'ın rızâsını elde etmek isteyen kişi, böyle yapmamalı, tazarru ve iftikâr yolunu tutmalıdır.
Dikkat ederseniz, Cenâb-ı Hakk'ın ve Peygamberimizin ta'lîm etdiği duâlar hep şumullü duâlardır, ma'nâları geniş ve mutlakdır. Peygamber'in vârisleri olan evliyâullah hazerâtı da hep böyle duâ etmişlerdir. Bu gibi duâlar dilimize de yerleşmişdir. "Hakkında hayırlısı olsun", "Allah mübârek eylesin", "Ömrüne bereket" gibi duâlar hep bu kabîldendir. "Şu işe gireyim", "Çok param olsun", "Filancayla evleneyim", "Çocuğum olsun" diyerek yapılan duâlar ise tehlikelidir. Neden? Çünkü bu duâlar kabûl olduğunda belki de bizim için hayırlı olmayacakdır. Ya o para bizi yoldan çıkarırsa, ya o eş hayırlı olmazsa, ya o çocuk sakat olursa yâhud âsî olup başa belâ olursa, o vakit pişmanlık fayda vermeyecekdir. Nitekim Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuşdur : "عَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟". Manâsı şudur : "Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz".