Dünyâ Bir Köprü Gibidir

30 Eylül 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Hesab
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Dünyâ bir köprü gibidir. Bir taraf ana rahmi, öbür taraf âlem-i berzah, ortadaki köprü de dünyâ. Bazı kimse bu köprüyü on senede, bazısı yirmi senede, otuz senede, kırk senede, elli senede, altmış senede, yetmiş senede, seksen senede, yüz senede, yüz yirmi senede haydi bilemedin yüz elli senede geçiyor. 
Peki bu köprüye bizi kim sevkediyor. Bir insan "Nerden geldim nereye gidiyorum, niçin geldim niçin gidiyorum?" diye düşünmesi lâzım gelir. Mâdem ki kafada bir akıl var, bunu düşünmesi lâzım gelir. 
Bu geçiş yüz elli sene de olsa, bin sene de olsa, öyle farzedelim, bin sene yaşayan yok ya, bin sene de olsa on bin sene de olsa, çok çabuk gelip geçicidir. Hemen gelip gidiyor bu. Şunun gibi, İbrâhim Peygamber'in söylediği gibi, gölgedeydi, güneşe çıkdı, yâhud güneşdeydi gölgeye çıkdı. Yani bunun gibi. Yâhud da, ana rahminden çıkdık pazara, bir kefen aldık döndük mezara. Böyle kısa bir müddet oluyor. Ama bunun içerisinde bazen zamanlar tayy oluyor, bazen zaman kısalıyor, bazen zaman uzuyor. Saat bakımından yâhud sene bakımından bakdığımız vakit, on sene, elli sene, yüz sene. Fakat bazı insanlar için bir gün yüz sene gibi geliyor, bazen de yüz sene bir gün gibi geliyor, kısalıyor. Zaman olarak hepsi müsâvî ama insana göre uzuyor, kısalıyor. Allah bazen evvele alıyor bazen uzatıyor. 
Âlem-i ervâhdan bu âlem-i şuhûda, yani köprünün üzerine gelen ve sonra yine âlem-i ervâha giden halk, mütemâdî sûretde burdan geçmede. Önce ana rahminden çıkıyoruz, bir kapı o, sonra köprü üstünde bizi itiyorlar. Duracak olsan yine duramıyorsun, arkadan gelenler seni itiyor öne doğru, sürüklüyor, yürütüyor. Sonra kabir kapısına geliyoruz. öyleyse mal, mülk, câh, kasa, kese, rütbe, bunların hepsi izâfî şeylerdir. Ne şu ne bu, hepsi izâfî. 
Bizi buraya getiren kuvvet nedir? Niçin, neden böyle oluyor? Bu köprüye çıkan insan, ana rahmine gelinceye dek bir rûhânî nûr. Sonra babasının suyu ile anasının rahminde hayız kanıyla kudret fırçasıyla tersîm oluyor. O madde, toprakdan alınmış. Babasının yemiş olduğu etden, buğdaydan, sebzeden, şundan bundan hâsıl olan bir su parçası. O, neşv ü nümâ buluyor, arşî yani rûhânî olan, nûrânî olan kısım, o hayvânî kısmın üstüne bindiriliyor. Ölüm demek, rûhun cesedden ayrılığı demek. Bu ayrılık ya çok acı oluyor. Çünkü kişi birisini severse ayrılması güç olur. 
Tayyare meydanında görmüyor musun? İki sevgili sarılmış birbirine, tayyare kalkacak, tırrrr, zil çalıyor, o hâlâ bırakmıyor sevgilisini, çok güç oluyor ayrılması. Bunun ma'nâsı, dünyâyı hakîkat sanıp da ona sarılanların burdan ayrılmaları güç olur.
Cümle halk ehl-i seferdir dünyâ misâfirhânedir
Bir mukîm âdem bulunmaz ne aceb kâşânedir 
Böyle olduğu halde, bazı insanlar ölmüyorlar. Ne demek yani? Bir memlekete bir iyilik getirmiş, halkı o iyiliğe davet etmiş, halk o iyilikle meşgûl olmuş, o iyilik o memleketde devâm etdiği müddetçe onu getiren adam ölmüyor. Çünkü insanlar tarafından dâima hayırla yâd ediliyor ve defter-i a'mâli kapanmıyor. O hayırlı iş orda devâm etdiği müddetçe onun defterine kaydolunuyor. Veyâhud da, kötülük getirmiş bir memlekete. Meselâ eroin getirmiş, kokain getirmiş, esrar getirmiş, halkı buna alıştırmış. Geberse dahi o halk o kötülükleri işlediği müddetçe, orda o fenâlık devâm etdiği müddetçe, gene bu adam ölmüyor. Neden? Çünkü yapılan fenâlıklar defter-i a'mâline kaydolunuyor. Çünkü hesâb soracak Allah. İnsan başıboş mu bırakıldı? Böyle yapanlar ölmüyorlar. Kendi vücûdları burdan ayrılsa dahi, bir kısmı halk tarafından kötülükle, lanetle yâd ediliyor, bir kısmı hayırla yâd ediliyor. 
Şimdi bir düşünelim bakalım. Biz öldükden sonra halk arkamızdan, "Bu adam iyi insandı, Allah bunu inşâallah iltifâtına mazhar kılmış, onu cennetine almış, cemâlini lâyık görmüş, rızâsına ve rıdvânına eriştirmişdir" diyerek hüsn-i zan etmesi mi iyi, yoksa "Bu herifin şerrinden halk kurtuldu, Allah cezâsını versin, temizlendi bu pislik dünyâ yüzünden" demesi mi iyi? Hangisi iyi?
Yaşlılara sorun, "Hani gençliğiniz, ne oldu?" deyin. "Nasıl geçdi anlayamadık" diyecekler. Gençlik bahar gibidir, hemen gelip geçer. Nasıl ki bahar çiçeklerini açıyor, şöyle bir on beş gün, yirmi gün sonra hemen toparlanıp gidiyorsa, gençlik de böyle çabuk geçer. Arkasından yaz, sonra sonbahar, yapraklar sararıyor ve dökülüyor. İnsan da bunun gibidir. Bu devir on iki ayda oluyor, insan devri, altmış senede, yetmiş senede, seksen senede, yüz senede oluyor.
 Yâdında mıdır doğduğun dem
Sen ağlar idin gülerdi âlem
Öyle bir ömür sür ki olsun
Mevtin sana hade halka mâtem
Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîminde, "وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئًا vallahu ahreceküm min butûni ümmehâtüküm lâ ta'lemûne şey'en" buyuruyor. Yani "Sizi ananızın karnından çıkardığımda hiç bir şey bilmiyordunuz" diyor. Hattâ bir sineğin mağlûbu idiniz. Bir karasinek gelip size konsa, yâhud bir sivrisinek, onu def edemiyordunuz. Sonra? Sonra büyüdünüz def edebildiniz mi? Ondan daha küçüğünü gönderdim, gözle görülmeyen mikrop gönderdim, kıvrım kıvrım kıvrandırıyorum, doktoru bile öyle yapdım. Haydi çâre bul bakayım. Kanser, ülser, bilmem ne, filan. Birine şifâ oluyor, öbür tarafdan başka hastalık zuhûr ediyor. İnsan âciz kalıyor. Kim yapıyor bunları acabâ?
Çocukluk çağları sonra gençlik, hemen bir ilkbahar gibi gelir geçer. Sonra yaz, dinçlik zamanı. Bu arada ne kazanabilirse, maddî, manevî. Sonra sonbahar, başladı saçlarına beyaz düşmeye. Aklar düşmeye başladı, saçlarına, sakallarına. Peygamberimiz diyor ki, "Başa ak düşmesi, islâmın ve îmânın nûrudur" diyor. Sevinmek lâzım ama biz boyuyoruz. Altı boyanmaz, üstü boyanır onun.
Ölüm anında konuşma var. Kul diyor ki, yani ölüme namzed olan zât, "Bana niye haber vermedin, ben kendimi toparlasaydım, çekseydim, çevirseydim, tövbe etseydim, Allah'a rücû etseydim. Bu kısa hayatımın, çok çabuk geçici hayatımın safhalarında işlemiş olduğum günahlarıma tövbe etseydim. Niye haber vermedin? Melek diyor ki ona, "Haber verdim ben sana ama sen görmedin. Kafa yok ki sende. Hani baban, hani annen, hani teyzen, hani nenen, hani komşun, hani sevdiklerin, ne oldular?. Başın ağrımıyordu, başın ağrıdı, hastalığın yokdu, hastalık zuhûr etdi, dizin ağrımaya başladı, romatizmaların, lumbagon meydana çıkdı. Onlar hep benim habercilerimdi fakat sen hiç farkına varmadın, ölüm ötekine var, bana yok zannetdin" diyor. 
İnsanlar iki şeyi unuturlarsa helâk olurlar. Birisi ölüm, birisi Allah. İnsan Allah'ı unutdu mu, ölümü unutdu mu, helâk olmuş demekdir, her türlü vahşeti icrâ edebilir, her türlü fenâlığı yapabilir. Ölümü düşünen, Allah'ı düşünen, Allah'ın onun yapdığı işi gördüğünü bilen bunu yapabilir mi? Allah'ı unutan yapar, yâhud inkâr eden yapar. Allah'ı bilen bunu yapar mı, ölümü düşünen bunu yapar mı? Yapmaz değil mi? Ama Allah'ı unutursak yaparız. 
Şimdi hepimiz köprüden geçmekdeyiz. Bizi bu köprüye sevkeden Allah.  Sonra o tarafa geçeceğiz, bu köprü üstünde yapdıklarımızın karşılığını yani iyiliklerin mükâfâtını, kötülüklerin cezâsını mutlakâ göreceğiz. İyiler, insanlara iyilik edenler, mahlûkâta şefkat edenler, yalnız insandan bahsetmiyorum, bütün mahlûkâtdan bahsediyorum, onlar, a'lâ-yı illiyyîne yani yüksek mertebelere erişecekler, kötülük yapanlar da yapdıkları her kötülüğün cezâsını göreceklerdir.
"Ben buna inanmam" dersen, vallâhi ister inan ister inanma bu böyle olacakdır. Senin bunu inkâr etmen seni bu işden kurtarmaz, belki ikrârın kurtarır.
Yalancı dünyâya aldanma yâ hû
Bu dernek dağılır dîvân eğlenmez
İki kapılı bir vîrânedir bu
Bunda konan mihmân göçer eğlenmez

www.muzafferozak.com
Listeye geri dön