Dünyâ Kimseye Kalmaz

29 Eylül 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerin yeri geldikçe hep anlatırlardı bu ibretlik hikâyeyi :
Bir yahudi yolda Hazret-i Îsâ ile karşılaşmış ve ne tarafa gittiğini sormuş. Hazret-i Îsâ gideceği istikâmeti söyleyince yahudi "Ben de o  taraf gidiyorum, yol arkadaşlıkla biter, berâber gidelim mi?" diyerek Hazret-i Îsâ'ya yol arkadaşlığı teklîf etmiş. Îsâ aleyhisselam "Hay Hay" demiş ve birlikde yola çıkmışlar. Yola çıkarken yahudi İsâ peygambere "Sende kaç ekmek var?" diye sormuş. Hazret-i Îsâ "Bende iki ekmek var" demiş. Yahudi, "Bende de iki ekmek var" demiş. Meğer yahudinin torbasında üç ekmek varmış. Üçüncü ekmeği yol arkadaşı ile paylaşmamak için böyle söylemiş.
Bir müddet gittikden sonra karşılarına bir nehir çıkmış. Karşıya geçecek bir vâsıta olmadığı için Hazret-i Îsâ asâsını suya vurmuş. O anda ne­hirden bir yol açılmış. Açılan yoldan ikisi de karşıya geçmişler. Hazret-i Îsâ, bu mucizesine şâhid olan yahudiye "Sende kaç ekmek vardı?" diye sormuş. Yahudi hiç tereddüd etmeden aynı yalanı tekrarlamış. "İki ekmek vardı" demiş.
Biraz daha gitmişler. Bir cüzzamlı hastaya rast gelmişler. Haz­ret-i Îsâ, o hastayı okumuş. Cüzzamlı hasta, hemen iyileşmiş. Hazret-i Îsâ ikinci defa mucizesine şâhid olan yahudiye yine aynı soruyu sormuş : "Kaç ekmeğin vardı senin?". Yahudi yine pişkin pişkin, "İki tâne vardı" demiş. 
Biraz daha yol almışlar. Geçtikleri bir yerde ölmek üzere olan bir hastayı iyileştimesi için Hazret-i Îsâ'ya getirmişler. Hazret-i Îsâ, asâsı ile o hastaya dokununca, hasta o anda sıhhatine kavuşmuş. Hazret-i Îsâ, üçüncü defa mucizesine şâhid olan yahudiye yine aynı soruyu sormuş : "Sende kaç ekmek vardı?". Yahudi yine, "İki tâne vardı" diye cevap vermiş. 
Bir müddet daha gittikden sonra Hazret-i Îsâ biraz dinlenmek için bir ağacın altına uzanmış ve uykuya dalmış. Meğer bulundukları beldenin vâlisinin kızı çok hastaymış. Hiç bir hekim kızı tedâvî edememiş. Artık kızın hayâtından ümit kesildiği bir sırada, onulmaz hastalıkları iyi ettiği hattâ ölüleri bile dirilttiği kulakdan kulağa yayılan Hazret-i Îsâ'nın kendi beldelerine doğru geldiğini haber alan vâli, hemen adamlarını gönderip onu aratmaya başlamış. Vâlinin adamları, Hazret-i Îsâ'nın istirahat ettiği yere ulaşınca, yahudi ile karşılaşmışlar. Ağacın altında uyuyan Hazret-i Îsâ'ya hiç dikkat etmemişler. "Hastalara şifâ dağıtan bir zât buralara gelmiş, ona rastladınız mı?" diye yahudiye sormuşlar. Yahudi, bu işden bir menfaat elde edeceğini düşünerek hiç tereddüd etmeden "O benim" demiş ve hemen Hazret-i Îsâ'nın asâsını kapmış. Çünkü daha önce gördüğü hârikulâdelikleri asâdan bilmiş, kerâmeti asâda zannetmiş. "Mucizevî asâ artık benim elimde, ben de bununla hastayı iyi edebilirim" diye düşünmüş.
İnsanların çoğu hikâyedeki yahudiden farksızdır çünkü kerâmeti hep şekilde, ünvanda, makâmda, mevkîde zannederler. Halbuki iş o makâmın îcâb ettirdiği ilme ve irfâna sâhib olmakdadır. Meselâ bir adam üstüne doktor kıyâfeti giymekle doktor olabilir mi? Ya da üstüne general kıyâfeti giyen bir kimse orduyu idâre edebilir mi? Dervîşlik de, şeyhlik de böyledir, başına bir külâh geçirmek ve dervîş gibi giyinmek ya da bir tekkeye şeyh olmak ya da evliyâullahın sözlerini papağan gibi tekrarlamak hüner değildir. Asıl mesele o irfâna sâhib olmak ve bulunduğu makâma lâyık olmakdır. 
Vâlinin adamları, her nasılsa yahudinin sözüne güvenip "Peki öyleyse, gel bizimle" demişler ve yahudiyi Hazret-i Îsâ zannederek doğru vâlinin evine götürmüşler. Yahudi hastanın yanına girince hiç düşünmeden elindeki asâ ile kıza dokunmuş ama daha dokunmasıyla zavallı kızın rûhunu teslîm etmesi bir olmuş. Bu duruma fenâ halde sinirlenen vâli, yahudiyi ölüme mahkûm etmiş.
O sırada Hazret-i Îsâ, uykudan kalkmış, bir de bakmış ki yahudi de ortada yok asâsı da. Ne olduğunu araştırınca hâdiseyi öğrenmiş. Hemen vâliye gitmiş. Arkadaşının öldürülmemesi şartı ile kızı Allah'ın izni ile diriltebile­ceğini söylemiş. Vâli bu teklifi memnûniyetle kabul etmiş. Hazret-i Îsâ, "Kum bi iznillah" yani "Allah'ın izniyle kalk" deyip kızın cesedine asâsı ile vurur vurmaz, ölmüş olan kız bir anda dirilmiş. Hazret-i Îsâ'nın bu mucizesine kaç kişi şâhid olduysa hepsi o anda îmân etmişler. Böylelikle yahudi de mutlak bir ölümden kurtulmuş. Kurtulmuş ama Hazret-i Îsâ ona tekrar aynı soruyu sorunca inadından ve tamahkârlığından vazgeçmeyip yine aynı yalanı söylemiş.
Oradan da ayrılıp yola devâm etmişler. Girdikleri bir vâdîde her biri en az yüz kilo ağırlığında beş büyük altın kütlesi bulmuşlar. Hazret-i Îsâ, yahudiye "Bu altınları nasıl taksîm edelim? İstersen ekmeklerin sayısına göre taksîm edelim, yola çıkarken kimde kaç ekmek vardıysa her birimiz o kadar hisse alsın" deyince tamahkâr yahudi, hemen atılmış : "Yâ Îsâ! Benim ekmeğim iki değil üç tâne idi, birini sana göstermeden yemişdim" demesin mi! Hazret-i Îsâ aleyhisselam, peşpeşe bu kadar mucizeyi görüp de inadla yalan söyleyen bu tamahkâr adama "Al hepsi se­nin olsun. Ben hiç bir şey istemem. Bir ekmek için bu kadar tamahkârlık eden, bu kadar mucizelere şâhid olduğu halde insâf etmeyen, senin gibi dünyâya tapan kimselerle arkadaşlık etmem. Haydi herkese kendi yoluna" deyip o adamdan ayrılmış ve kendi yoluna gitmiş.
Yahudi altınlarla başbaşa kalmış. Ortada duran servet başını öyle bir döndürmüş ki  ne yapacağını şaşırmış. Bir oraya, bir buraya koşarak bu altınları kendisine bıra­kan zâtın aklına şaşarak : "Hepsi benim! Hepsi benim" diye bir altın kütlesinden öbürüne koşup sarılırken bir anda iki adam peydâ olmuş. Bu adamlar altınları görünce "Biz de ortağız" diye yahudinin yakasına sarılmışlar. Ya­hudi : "Vermem, bunlar benim" dese de onlar : "Elbette vereceksin, yoksa seni öldürürüz" deyince Yahudi bakmış ki, bunlardan kurtuluş yok, hemen bir şeytanlık düşünmüş : "Peki siz de bunlara ortak olun ama bu kadar altını buradan nasıl götüreceğiz? Buna bir çâre bulmak lâzım. İsterseniz şöyle yapalım. Benim köyüm buraya çok yakın. Siz burada altınları beklerseniz ben çabucak gidip bir araba alıp gelirim" demiş. Bu fikir adamların hoşuna gitmiş, "Nasıl olsa altınlar elimizde, zahmete biz gireceğimize o uğraşsın, biz de burada yan gelir yatarız" diye düşünmüşler ve  "Olur" demişler. Yahudi, koşa koşa evi­ne gitmiş ve karısına seslenmiş: "Aman hanım! Çabucak bir tepsi börek pişir, içine de bolca zehir koy. Bir büyük hazîne buldum ama iki adam musallat oldu. Ne yapıp edip onlardan kurtulmam lâzım. Zehirli börekle onların işini bitireyim de altınlar bize kalsın" demiş. Karısı böreği pişirince yahudi arabayı alıp doğru altınların olduğu yere yere gitmiş. 
Bu arada, altınların başında bekleyenler de bir hesap yapmışlar. "Bu herifi altınlara niye ortak edelim ki, o hele bir arabayı getirsin, biz onu ortadan kaldırır, altınları kendi aramızda bölüşürüz" diye karar vermişler. 
Nihâyet Yahudi gelmiş ve adamlara gülümseyerek "Karnınız acıkmışdır diye size börek getirdim, haydi buyrun istediğiniz kadar yiyin" deyince, adamlardan biri "Sen mutlakâ bize bir hîle yapmışsındır. Söyle bakalım bu saate kadar nerede kaldın? Bizi kandırabileceğini zannettin?" deyince hîlekâr yahudinin korkudan beti benzi atmış, korkudan zangır zangır titremeğe başlamış. İki adam aynı anda yahudinin üstüne çullanıp hemen oracıkda onu öldürmüşler. 
Artık geriye bir tek altınları arabaya yüklemek kalmış. Adamlardan biri "Karnım çok acıkdı. Hiç tâkâtim kalmadı. Herhalde sen de acıkmışsındır. Gel önce şu herifin getirdiği börekle güzelce karnımızı doyuralım, sonra işimize bakarız" deyince arkadaşı da çok acıktığı için ikisi birden zehirli böreğe yumulmuşlar. Ağızlarını doldura doldura böreği yerken bir tarafdan da yahudinin cansız bedenine bakıp gülüyor ve "Hanımının ellerine sağlık, börek çok güzel olmuş" diyerek onunla alay ediyorlarmış. Biraz sonra zehir tesirini göstermiş ve ikisi de şiddetli sancılarla kıvranmaya başlamışlar ve yerleri tırmalaya tırmalaya acı içinde can vermişler. Böylece yerde yatan cansız beden sayısı birken üç olmuş.
Bir müddet sonra, gittiği yerden geri dönen Hazret-i Îsâ, oradan geçerken yerde üç cansız bedenin yattığını ve altınların da ortada durduğu­nu görünce Cebrâil aleyhisselam ne olup bittiğini kendisine tek tek haber vererek : "Allah, bütün bunları, dünyâya tapanların âkıbetinin ne olacağını göstermek için sana bildirdi" demiş.
İşte dünyâ hayâtı budur. İşte dünyâya tapanların sonu budur. Bu yüzden "Dünyâ bir hamam kurnasına benzer, bir cenâbetden bir cenâbete kalır" denilmişdir. Cenâbetler gelir gider ama kurna hep yerindedir. Aklı olanlar ve ibretle bakabilenler için bu kıssada çok büyük dersler vardır. Tefekkür edebilenler, bu kıssadan bir değil bin hisse alır.
Ehl-i gaflet zanneder ki yığdığım eşyâ benim
Bilmez ol mağlûb-i gaflet bir kuru kavgâ benim

 www.muzafferozak.com
Listeye geri dön