23 Kasım 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Geçimini odun taşıyarak sağlayan îmânsız bir adam vardı, taşıdığı odunların ağırlığından omuzları yara olmuşdu. Bu adam bir gün yine sırtında odun taşırken, Peygamberimizin torunu İmâm Hasan radıyallahu anh Efendimiz ile karşılaşdı. İmâm Hasan Efendimiz, son derece güzel giyinmiş, cins bir ata binmiş, gâyet satvetli bir şekilde geliyordu. Hazret-i İmâm'ın kıyâfetleri pek güzel ve kıymetli olduğu gibi, atının eyeri ve koşumları da gâyet müzeyyen ve kıymetli idi. İmâm Hasan'ı bu şekilde gören o gayr-i müslim, O'nu durdurup şöyle dedi :
Senin ceddin, " الدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِرِ Dünyâ, mü'minin hapishânesi, kâfirin cennetidir" demişdi. Eğer bu söz doğru olsaydı, benim senin yerinde olmam, senin de benim yerimde olman lâzım gelirdi. Hâlimize bir bak, hangimiz cennetde, hangimiz cehennemdeyiz?
İmâm Hasan, "Haydi indir o odunları sırtından" dedi ve kendisi de atından aşağı indi, adamın yanına geldi, mübârek eliyle adamın yüzünü sıvazladı ve adamın gözünden ma'nevî perdeyi kaldırdı. Adam, gözünden perde kalkınca, bir de ne görsün! Binbir zahmetle sıcak havada odun taşıması ve yükünün ağırlığından sırtının ve omuzlarının yara bere olması, âhiretde göreceği azâbın yanında bir cennet hayâtıymış. En zengin olan bir mü'minin, bu dünyâda sâhib olabileceği en yüksek makâm da, âhiretde ereceği makâmın yanında bir hapishâneden farksızmış. İmam Hasan'ın göstermesiyle, bu hakîkati ayan beyân müşâhede eden o adam, hemen oracıkda îmân etdi.