Dünyâya Aldanma Hazırlığını Yap - Hutbe

4 Ağustos 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Nasihat

HUTBE

Bu hutbenin baş tarafı maalesef kaydedilememişdir. Eksik kalan kısımla ilgili îzâhat hutbenin sonundadır.

Hakk'ın emrini geriye atanlar, onlar, erkek değil. İstediği kadar nüfus kağıdında erkek kaydı olsun. Hattâ bunun misâlini ben dâimâ söylerim, bugün gene yeri geldi, söylemeden geçmeyelim.

Vaktiyle Bağdad vilâyetinde bir meczûbe kadın varmış. Bu meczûbe kadın ikide birde, tesettüre riâyet etmeden sokağa çıkarmış. Tabii o devirde bütün kadınlar tesettüre riâyet ederler ve erkeklerden kaçarlarmış. Bu meczûbe ise erkeklerden hiç çekinmez ve tesettürsüz dolaşırmış. Onu bu halde görenler, hemen bir örtü ile onu örterlermiş ama o yine örtüyü atıp gezermiş. Günlerden bir gün, yine böyle örtüsüz gezerken, etrafdaki erkeklere telaşla seslenmiş, "Aman bana bir örtü verin, erkek geliyor" demiş. "Yâhu biz erkek değil miyiz? Sen bizden hiç çekinmiyorsun da hangi erkekden çekiniyorsun" demişler ve kim bu gelen diye bir de bakmışlar ki, karşıdan Hazret-i Abdülkâdir geliyor. Al sana Bağdad'da bir erkek!

Karın bile seni dinlemez. Neden? Çünkü sen erkek değilsin, ben erkek değilim. Görünüşde erkeğiz, bıyık sakal yerinde ama ma'nâ bakımından erkek olsak, yani Hakk'ın istediği gibi erkek olsak, bütün kâinât sana râm olacak, sana itâat edecekdir. Çünkü ricâlullah olursun yani Allah eri olursun. Acaba anlatabildim mi?

Sen âsî misin Allah'a? Allah karını senin başına belâ eder. "Ben Allah'a secde etmem". Allah'a secde mi etmezsin, Allah seni puta secde ettirir. "Ben puta da secde etmem ama Allah'a da secde etmem". Allah  kullara secde ettirir seni. Mecbûrsun eğilmeye huzûrunda, kula etdirir. Zekâtı vermedin mi, bir zâlim gönderir, cebren elinden aldırır senin. Zekâtı vermedin mi, hastalık getirir, derdine devâ ararsın, ilaç alayım doktora gideyim diye kendi elinle para dağıtırsın. Ama görene! Köre bir şey yok. Görene! Köre ne!

"Nasıl namaz kıldın?". "Efendim, getirdiler, er kişi diye kıldık". Er olabildiysek. Hâtun, er meselesi çok mühim. "Peki ne düşündün?". "Hiç bir şey düşünmedim, kıldık namazı". Öyle değil! Sen cenâze namazını imam gibi kılmışsın, cenâze imamı gibi. Çünkü cenâze imâmı zannediyor ki ölüm hiç kendisine yok, yalnız ölene var zannediyor. İmâm efendi, bu cübbe sana kimden kaldı, sarık kimden kaldı? Hiç durucu değilsin. Kanıksamış ölüme. Herkese ölüm var hocaefendiye ölüm yok, öyle zannediyor kendisi. 

"Öyle değil! Cenâze namazı kıldığın vakitde, şu tabutun içinde yatan benim diyeceksin". Size söylüyorum. Aklına bunu getireceksin. "Aaa nasıl ben olurum canım!". Sen değilsin ama olacaksın orada, işte aynen o vaziyet senin başına da gelecek. Otuz sene sonra, on sene sonra, on gün sonra, on saat sonra, on hafta sonra, altmış sene sonra, yetmiş sene sonra, bilemedin yüz sene sonra, oraya geleceksin sen. "Bu namazı kılınan zât benim. Mal mülk dosta düşmana kaldı. Sevgili âilemi ellere bırakdım. Pek sevgili yavrularım yetîm kaldı, boyunları büküldü. Ben ömr-i azîzimi hebâya verdim, ne namaz vardı ne niyâz, ne abdest vardı ne tahâret, ne Allah'a muhabbet, ne Resûlüne aşk, ne Ehl-i Beytine muhabbet, ne ashâbına, ne de veliyyulahı sevdim". Sermâye bunlar, âhiret âlemi için. Sonra? "Nefsimin uşağı idim, nefsim ne istediyse onu yapdım. Allah için beş kuruş verirken yüreğim titredi, Allah'a karşı isyânda beş yüz lira verdim, iftihar etdim. Şimdi elimden her şey gitdi. Eyvaaah! Korkunç tabuta beni sardılar, koydular, benim namazımı kılıyorlar" diye namazı kılacaksın. Yapabiliyor musun bunu?

Yalan mı? Girmeyecek misin tabuta? Ey dünyâ benim diyen! Ey Allah'a kafa tutan âsî! Girmeyecek misin tabuta? Elinden varlığın, benliğin alınmayacak mı? Hattâ arkadan sevinenler olacak, senin yerine göz dikenler, biz geçelim diye. Onlar da gâfil, ahmak! Hepimizin başına gelecek bu. Öyleyse bu ölüme karşı çâre yokdur. Öyleyse burası misâfirhânedir, iki kapılı bir handır, konan göçer karâr olmaz. Öyleyse yolcuya yolculuk için yol azığı düzmek gerekdir.

Allah'a rabt-ı kalb eyle, Allah'ı sev! Allah'ı sev! Seven, sevdiğini kırmaz. Seven, sevdiğinin emrini baş tâcı eder. Seven, sevdiği yoluna her şeyini fedâya hazırdır. Hattâ, bazen gazetelerde okuyoruz, bakıyorsun aşk-ı mecâzî ile bir kıza bağlanan birisi, onun yüzünden adam vuruyor, adam öldürüyor filan. Çünkü aşk, cünûn şu'besidir. Halbuki o kadın, istikbâlde ihtiyarlayacak, gözünün nûru sönecek, burnunun sümüğü akacakdır. Seven, bunu böyle bildiği halde, aşk-ı mecâzî ile, sevdiğinin yoluna her şeyini fedâ edebiliyor, hattâ hayâtını bile fedâ edebiliyor. Eğer Allah'ı seviyorsan Hakk yoluna neyini esirgeyeceksin!

Bir akşam Allah rızâsı için uykuyu terketdin mi? Soruyorum sana! Nefsin için terketdin, yüzlerce gece terketdin uykuyu, Allah için bir gece uykuyu terketsen, ertesi gün vaktinde kalkamıyorum, işe geç kalıyorum diye şikâyet ediyorsun! Yani bir defa ömründe Hakk için uykuyu terk eylesen.

"İkincisi, hastahânelere gitdiğin vakitde, o hastalara, onlar hasta oldu, ben hasta değilim diye bakma". Sıhhat bir nimet-i uzmâdır ki, o sıhhat üzerine hiç bir devlet olamaz. En büyük devlet ü seâdet sıhhat u âfiyetdir. Bilmiş ol ki hastahânelerde bugün yatanlar, inim inim inleyenler, onlar da bizim gibi sıhhatli, âfiyetli insanlar idi. Şimdi gözleri görmez, kimi kanser, kimi ülser olmuş, kimi bilmedik nice Allah'ın derdleri var, çünkü Allah'ın cünûdu vardır, orduları vardır ki istediklerini o şekle koyar Allahu Teâlâ Hazretleri, onlar böyle bakıp duruyorlar. Bilmiş ol ki, istikbalde ne malûm senin böyle olmayacağın? İbret ile bakmazsan olmaz. 

Sana ibretli bir hikâye anlatayım, dinle. Çünkü kafana onunla girecek inşallah.

Vaktiyle sultânın birisi tımarhâneye gitmiş, tımarhâneyi dolaşıyormuş. Tabii hükümdara büyük bir teşrîfât gösteriliyor. Öne düşmüş sertabîb yani başdoktor, gösteriyor, "İşte şunlar manyaklar, bunlar sarhoş çocukları". 

Tımarhâneye düşenlerin ekserîsi sarhoş çocuğudur. Hapishâneye düşenlerin ekserîsi sarhoşlardır. Tımarhâneye düşen çocukların ekserîsinin babaları sarhoşdur, alkolikdir, onların çocukları mecnûn olurlar. Onun için içkiden elini hemen çek ve kaç. Delinin ne yapacağı malûmdur, tıb ile teşhîs edilir, sarhoşun ne yapacağı malûm değildir. Sarhoş, öyle bir deli olur ki, ne yapacağı belli olmaz. Delinin ne yapacağı bilinir. Zîrâ deliliğin sınıfları vardır, doktorlar bilirler. "Buna şöyle söylersen kızar", "Bu kızarsa şöyle yapar" yâhud "Bu deli zararsızdır" derler. Halbuki sarhoşun ne yapacağını kimse bilemez. Onun için katiyyen ağzına zerre kadar içki koyma. Sen bir takım müfsid hâinlerin sözlerine bakma. Bir kadehde bir şey yokmuş, iki kadehden zarar gelmezmiş. Bu, şuna benzer. Ateşin kıvılcımı da insanı yakar, çoğu da yakar. İçkiyi çok içmek, büyük ateşle yanmak, içkiyi az içmek ise, kıvılcımla tutuşmak gibidir. İçki içersen aklın zâil olur. Milyonlarca lira versen îmânını terketmeyen bir müslüman, sarhoş kafasıyla bedâvâya dînden îmândan çıkar, Allah'ı gadaba getirir, Peygamber'i darıltır. Ne yapdığı malûm değil ki sarhoşun. Sakın ha! Ağzına koymayacaksın!

Bir de şu var ki, bu sarhoşluk maddî sarhoşlukdur, üç saati beş saat, altı saat sonra insan ayılabilir. Bazısı ise sofuluğuna mağrûr olup sarhoş olur, namazına güvenir, ibâdetine güvenir, sarhoş olur da, onun ayılması çok güçdür, tâ teneşir tahtasına kafasını vurunca ayılır o. Onun için yapdığın ibâdet ü tâata mağrûr olma, Allah'a tamâmen teslîm ol.

Gitdi hükümdar tımarhâneye, dolaşıyor. Hükümdar da zâlim bir adamdı, fâsıkdı. Doktor, "Efendim burada azgın deliler var" deyince, "Bir tânesini göster, göreyim" dedi pâdişah. "Efendim, "Efendim, bunlar sûretde insâna benzerler fakat hakîkatde yırtıcı hayvan gibidirler, size saldırıp zarar verebilirler" filan dediyse de pâdişâh ısrâr etmiş, "Hiç değilse bir tânesini göreyim" dedi. Kapalı bir yerde, zincire vurulmuş olarak tutulan bir deliyi görmeye gitmişler. Kapıyı vurmuşlar, içeriden bir cevap gelmemiş. Kapıyı açmasını söylemişler, deli içeriden şöyle seslenmiş : "Beni meşgûl etmeyin, şimdi kapıyı açamam, işim var" dedi. Başhekim "Kapıyı açsana" diye tekrar seslendi. Deli yine aynı cevâbı verince, hükümdâr başhekime, "Sor bakalım ne işi varmış" dedi. Başhekim deliye "Ne işin var?" diye sorunca, deli "Hesâb yapıyorum" dedi. Başhekim, "Ne hesâbı bu?" diye sordu. Deli yapdığı hesâbı şöyle anlatdı. 

Şunları hesâb ediyorum. Birincisi, hükümdar ölürse ona kaç paralık kefen sararlar, ben deli bir adamım ben ölürsem bana kaç paralık kefen sararlar? İkincisi, ben öldüğüm vakit benim arkamdan kaç kişi ağlar, hükümdâr öldüğü zaman onun arkasından kaç kişi ağlar? Üçüncüsü, ben öldüğümde beni kaç paralık bir kabre koyarlar, hükümdâr öldüğü vakit onu kaç paralık bir kabre koyarlar? İşte bunların hesâbını yapıyordum. Yapdığım hesâba göre hükümdâra benden altmış paralık fazla kefen saracaklar. Koskoca devleti iki dudağı ile idâre eden adamın benim gibi zavallı bir deliden farkı ancak bu kadar. Beni patiskaya saracaklar, onu atlasa saracaklar, aradaki fark bu. Yani üç beş kuruş farkı vardır. Makbereye gelince, ikimiz de toprağa yatacağız, onun üstüne kubbe yapacaklar ama istikbâlde o kubbe muhakkak yıkılacak, benimki zâten çokdan yıkılmış. Arkamızdan ağlayanlara gelince, bana ağlayan olmayacak gibi, hattâ belki de benim adıma sevinecekler, "zavallı hasta, öldü de kurtuldu" diyecekler fakat hükümdârın düşmanları onun arkasından kahkahalar atacaklar, bayram yapacaklar. Çünkü benim deliliğime imrenen bir Allah'ın kulu yokdur ama onun makâmına imrenen pek çok insan vardır.

Hükümdar ağladı, tövbekâr oldu, Allah'a rücû etdi ve insân oldu, delinin sözüyle. Neden? Çünkü gözünde ibret, kulağında hak kelâmı kabûl etmek istidâdı vardı. Sen de öyle yap! Düşün bak, aradaki fark bundan başka bir şey değildir. Geçiyoruz

"Üçüncüsü, kabirleri dolaş dedim". "Dolaşdım". "Kabirleri nasıl dolaşdın?". "İşte bu filanca sadrazamın, filanca paşanın kabri" filan filan. "Olmadı!".

Meselâ Edirnekapı Kabristanı, değil mi? Fetih'den bu tarafa insan gömülmüş oraya, milyonlarca insan gömülmüş. Her basdığın toprak, ya bir meyyitin kemiği, ya bir mahbûbe kadının yanağı, ya da bir mahbûbun dudağıdır. Bir yere basdığın vakitde, bir kahramânın göğsüne basıyor da olabilirsin. Onlar da bizim gibi insanlardı. Bunu hatırına getir. Bir gün sen de çürüyeceksin, belki senin vücûdunun eczâsı ile çömlek yapacaklar. Bunun hikâyesini biliyor musun? Haydi söyleyelim.

Benî İsrâîl peygamberlerinden bir peygamber bir yerden geçerken iki çocuğun kavga etdiğini gördü. Niçin biliyor musun? Babalarından bir ahır kalmış da, onun için, ahırı taksîm edemiyorlar. İnsanlar ekseriya mal için birbirlerini vuruyorlar, ne ona kalıyor, ne ona kalıyor. Kalsa da zâten hiç kimseye de bâkî değil. Peygamber çocuklara sordu, "Niçin kavga ediyorsunuz?" dedi, çocuklar "Ahır için" dediler. Peygamber, "Dünya malı için dövüşmeyiniz, hakkınızı koruyun ama birbirinize biraz insaflı davranın, birbirinizin hak ve hukûkuna riâyet ediniz, adâletden ayrılmayınız" diye nasîhat ederken o aralık duvardan yere bir kerpiç tuğla düşdü. Tuğla lisâna geldi. O peygamber bunu onlara ibret için gösterdi, bize de âyât u beyyinât oldu. "Bakın tuğla ne diyor" dedi. Tuğla konuşur mu? Eskiden bunu isbât etmek mümkün değildi, halka bunu anlatamazdık. Şimdi tuğla konuşuyor : "Ben vaktiyle zengin bir tüccâr idim. Maiyyetimde yüzlerce köle vardı, câriye vardı. Sonra öldüm, beni bir toprağa defnettiler. Malım mülküm harmân oldu gitti, sonra benim kabrim de harmân oldu. Kabrim deşildi, taşları aşındı. Sonra benim vücûdum çamura kalboldu. O çamurdan bir çömlek yapdılar. Sonra o çömlek kırıldı, çöplüğe attılar. O çöplükde uzun yıllar kaldım. Sonra beni lâzımlık yaptılar ve içerime yestehlediler. O lâzımlık da kırıldı onu da attılar. Yüzlerce sene ortada kaldım. Sonra tekrardan birisi geldi ve beni kerpiç yapdı, bu duvara tuğla oldum. Şimdi de buraya düşdüm. Bundan sonra ne olacağımı da bilmiyorum". Tuğla böyle söyleyince Peygamber ahır için kavga eden çocuklara dönüp, "Görüyorsunuz ya, bakın da ibret alın, sizin de âkıbetiniz böyle olacak, öyleyse dünyâ metâı için birbirinizi kırmayınız" dedi.

Sözümü anladınsa, birbirini kırma sakın dünyâ metâı için. Hazırlığını yap. Yaz gününden kış için odununu kömürünü almayanlar kışın perîşan olduğu gibi, dünyâdan âhirete îmânsız ve ibâdetsiz gidenler perîşandır. Yakında güneş gurûbâ erecek, tövbe kapın kapanacakdır. 

Ey istediğini istediğine veren, istediği vakitde almak kudretine mâlik olan Allah, bizi kapından dûr etme, habîbinin ve ehl-*i beytinin bendesi eyle, bizim gönlümüzü nûr-i îmân, nûr-i Kur`ân ile tenvîr eyle yâ Rabbi.

Vallahu yed'û dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sıratin müstakîm.

Vermedi cism ile cânı sana ol Rabb-i Rahîm
Sarf edüp mahv edesin nefs ile her gaflete sen
Vermedi göz ki anın nûrunu telvîs edesin
Kudret-i hikmet-i Hakk'la eresin ibrete sen

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretlerinin bu hutbesinde bahsetdiği üç tavsiye, ashâb-ı kirâmdan Ebu'd-Derdâ Hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Adamın biri Ebu'd-Derdâ Hazretlerine gelip, "Ben nefsimi ıslâh edemiyorum, bu hususda bana ne tavsiye edersiniz?" diye sorunca, Hazret ona, "Sana üç şey tavsiye edeceğim. Birincisi cenâzelere tâbi ol, cenâze namazı kıl. İkincisi hastahânelere git, hastaları yokla. Üçüncüsü kabristanları dolaş, oralara bak" buyurmuşlar. Adam da bir müddet bu tavsiyeleri yerine getirmiş. Getirmiş ama şeklen yapmış. O yüzden de bir fayda görmemiş. Eski hamam eski tas, daha önce nasıl idiyse, yine aynı vaziyetde kalmış. Bunun üzerine bir defa daha Ebu'd-Derdâ Hazretlerine giderek, nefsinden şikâyetde bulununca, Hazret onu yukarıda anlatıldığı gibi irşâd buyurmuşlar.
Listeye geri dön