18 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Birçoklarının, bilir, bilmez, Osmanlıca dedikleri ve Türkçe'den ayrı dil gibi görüp öyle göstermek istedikleri Osmanlı Türkçesi'nde, baska dillerden derlenmiş kelimeler yalnız Arabî ve Fârisî'den gelme sözler değildir. Bunların içinde, çok sayıda, Yunanca, Lâtince, İtalyanca, Sırpça, hatta Ermenice v.b. kelimeler de vardır. İslâmî Türk zevki ve kültürü, bu kelimeleri, fethettiği ülkelerden çok kere, çiçek derler gibi derlemiş; kendi zevk ve mânâ bahçelerinde yetiştirip güzelleştirerek beyaz Türkçe'ye mal etmiştir. Bunlar, herbiri üzerinde asırlar ve vatanlar boyu Türk atalarının emeği geçmiş; onların dil, kültür ve gönül lisânı olmuş kelimelerdir.
Efendi kelimesi de böyledir.
Türkçede : Efendi, efendim, efendimiz, efendi hazretleri, paşa efendi, beyefendi, hanımefendi gibi, her hâliyle efendilik ifâde eden bu söz, hattâ efendi millet deyiminde, bütün Türk milletinin asil unvanı olmuştur.
Kelimenin aslı, eski Yunancada authentes ve Rum telaffuzunda aftendis'dir. Başlangıçta mutlak hâkim demek veya bir kölenin ya da bir cariyenin sahibi olan kimse demekti.
Türkçede XIII. asırdan beri kullanıldığı görülen efendi kelimesi, bugünkü yazılı kayıtlara göre, önce Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin kızı Melîke Hâtûn için söylenmiş, halk, ona efendimizin kızı demek saygı ve sevgisini göstermişti. Kelimeyi, XV. asırda İstanbul fâtihi Sultan İkinci Mehmed'in kendisi için kullandığını bu hükümdarın Galata ahâlîsine verdiği Rumca fermanda görüyoruz.
Efendi kelimesi, bu asırlarda Türkçe çelebi kelimesiyle yanyana ve onun yerine kullanılmış; daha sonra okuma hayâtında yükselerek, ilim ve irfan sahibi olmuşlara ısrarla efendi denmiştir. Daha sonra, kelime geniş ölçüde yayılmıştır :
Evin efendisi, evin beyi, sahibi demektir; efendi adam, edepli, terbiyeli, iyi insan mânâsındadır; kelime, paşa efendi, beyefendi, hanımefendi hitaplarında saygı için kullanılır; geçen asırlarda İstanbul Kadısı'na, onun hem kültür seviyesini hem de mühim mevkiini ifâde eden bir unvan hâlinde İstanbul efendisi denirdi. Bugün hâlâ asil davranışlı, terbiyeli ve kendisine hürmet duygusu veren insanlara, meselâ, tam bir İstanbul efendisi denilmesi bundandır. Böylelerine, geçmiş asırlardaki benzerlerini düşünerek, eski zaman efendisi diyenler de oluyor.
İmparatorluk devrinde Hâriciye Vekilliği vazifesi gören devlet adamlarına Reis Efendi denir, bu türlü bir saygı unvanı yakın zamanlara kadar, ordudaki başçavuşlar için söylenen başefendi tabirinde bile yasardı. Mekteplerde sarıklı hocalara Hoca Efendi denir, buna mukabil, hocalar da öğrencilerini efendi diye çağırırlardı. Yakın zamanlara kadar mektep talebesinin hepsi, kendilerini çağıranlara efendim! diye seslenirlerdi. Bu sesleniş, bugün hâlâ bir saygı ifâdesi hâlinde, ince ve canlıdır.
Efendi unvanı, Osmanlı sarayında geniş ölçüde kullanılmıştır. Hem hükümdar hem halîfe olan Osmanlı Sultanlarına, asırlarca, efendimiz! diye seslenilmiştir. Bunun bir sebebi de bu hükümdarların, halîfesi oldukları Hz. Muhammed'e, "Peygamberimiz, Efendimiz!" demenin yaygınlığıdır. Saray, şehzâdelerine ve velîahdlarına bilhassa efendi unvanını vermiştir. Mecid Efendi, Yûsuf İzzeddin Efendi, Burhâneddin Efendi, bu yolda duyulan ve bilinen en yakın isimlerdendir. Son halife Abdülmecid, hükümdar olamadığı için, onun adı târihe Abdülmecid Efendi şeklinde yazılmıştır.
Efendi unvanı, imparatorluk devrinde, okumuşların en üstün rütbelisi olan şeyhülislâmın da unvanı idi. Kanunî Sultan Süleyman asrında otuz yıl gibi mühim bir zaman boyunca şeyhülislâmlık yapan Ebüssuûd Efendi, bu yerin ve bu unvanın büyük sâhiplerindendi. Hem büyük şâir, hem çok aydın bir insan, hem de şeyhülislâm olan Yahyâ da edebiyatımızda Şeyhülislâm Yahyâ Efendi diye anılır.
Efendi sözü, âh efendim, ay efendim, cânım efendim ve efendiciğim! gibi hitaplarda bilhassa İstanbul konuşmasının bir inceliği, o kadar ki muazzam imparatorluk medeniyetinin muhassalası bilinen bir şehrin lisânında zarîf bir ses olmuştu. Tahsilini ve ilk söhretini Urfa'da yaptıktan sonra İstanbul'a gelen, XVII. asrın büyük ve âlim şâiri Nâbî, bu şehirde görüp, duyup hayrânı kaldığı İstanbul konuşmasındaki "A cânım, ay efendim" sözlerinin güzelliğini, şiirlerinde övmek ihtiyâcını duyar.
İstanbul'daki cânım efendim! hitâbının, daha XVI. asırda güzellesip Bağdad'a kadar uzandığı ve büyük şâir Fuzûlî'nin şiirinde :
Gözüm, cânım efendim, sevdiğim devletlü sultânım!
gibi şâheser bir incelik numûnesi hâline girdiği, ancak bir ihtimâl olarak söylenebilir. Bu güzel mısraı, bâzılarınıni gözüm, cânım, efendim, sevdiğim, devletlü sultânım! diye ayrı ayrı okumaları, bize pek monoton geliyor ve birincideki güzelliği vermiyor. Bu, belki de İstanbul'daki cânım efendim! sözünün sıcaklığına ve ayrılmaz güzelliğine alışmış olmamızdandır. Son asırlarda bu efendim! hitaplarıyle büsbütün incelen Dîvan Şiiri'nde, Lâle Devri şâiri Nedîm'in :
Nedîm-i zâre benzer âşıkım yokdur demişsin sen
Efendim işte vardır ben esîrin ben giriftârın
gibi söyleyişleri hatırlardadır. Nedîm'den evvel, bir başka İstanbul şâiri, Bakî, daha XVI. asırda bu kelimeyi, şiirinde büyük lezzetle kullanıyordu :
Âheng-i âhı durma hemân eyle ey gönül
Sâz ü nevâ-yı aşka münâsib hevâ budur
Bakî kelâmı cümleden a'lâ edâ eder
Hakk-ı suhande hâsıl efendi edâ budur
gibi gazel mısralarında bu iki mânâlı söyleyiş o lezzetin tadımlarındandı. Aynı şâir, yine bir Dîvan Şiiri geleneğine uyarak :
Gönder efendi sîneme tîr-î belâların
Olsun siper belâna senin mübtelâların
gibi matla' beyitleri söylüyor; devrinin telaffuz incelikleri içinde pürüzsüz aruz örnekleri veriyordu. Fakat bütün eski şiir boyunca bilhassa efendim! hitâbını şiirinde en güzel kullanan şâir, tereddütsüz söylenebilir ki, genç ve coşkun Mevlevî dedesi, Şeyh Gâlib'dir. Gâlib Dede, Hz. Muhammed'e hitâb eden, tanınmış ve çok sevilmiş, müseddes şeklindeki na'tinde bu seslenişi :
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
Hak'dan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim
seviyesine yükseltmişti.
Şemseddin Sâmi Bey, Kâmûs-ı Türkî'sinde, efendiden adam tabirini garib bulduğunu söyler. Efendi adam ve efendiden adamların hayli bol olduğu o devir için bu, şüphesiz doğrudur. Fakat bugün böyle adamların şiddetle azaldığı bir devir yaşıyoruz. Zamanımızda bunun içindir ki efendi adam, efendi kadın, hatta çok efendi kız gibi beğenerek söyleyişler daha kıymetli bir ifâde taşıyor.
Yine bugünkü Türkçede başka dillerden çevrilen klasik eserlerdeki hükümdarlara, prens ve prenseslere başka milletlerin saygı hitapları da efendim, efendimiz sözleriyle çevriliyor. Eskiden Osmanlı pâdisâhlarının nikâhlı kadınlarına da Kadın Efendi denirdi.
Şimdi, efendi, hanımefendi, beyefendi, efendim, cânım efendim, âh efendim, ay efendim, efendiciğim demek ve bir efendilik etmek gibi sözler ve söyleyişler Türkçe değilse Türk milleti Anadolu ve Balkanlar Türkiyesinde dokuz asır yaşamamış, bunların en az ikisinde dünyanın üç kıtasına ve bu kıtalarda yaşayan çeşitli milletlerin yurduna sahip ve hâkim olup efendilik etmemiş demektir.
Bu yazı, kıymetli edebiyat târihçimiz Nihad Sâmi Banarlı'nın Türkçenin Sırları adlı eserinden alınmışdır.