6 Mayıs 2015 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri gerek vaaz ve sohbetlerinde gerek kitaplarında Mi'râc-ı Nebî hakkında son derece tafsilatlı açıklamalar yapdığı gibi bazen de Mi'râc-ı Nebî'ye dâir hikmet ve hakîkatleri pek özlü bir şekilde ifâde buyurmuşlardır. Burada bunlardan bir kısmını yazacağız.
Efendi Hazretleri Mi'râc'ın hakîkati hakkında buyurdular ki :
Mi'râc, Resûl-i Ekrem Efendimizin, ilme'l yakîn olan Kurân-ı Mübîn'in bazı âyât ü beyyinâtını ayne'l yakîn ve hakka'l yakîn müşâhede etmesidir.
Efendi Hazretleri, Mi'râc-ı Nebî'nin Kudüs'ü ziyâret ile başlamasındaki hikmeti de şu şekilde beyân buyurmuşlardı :
Resûl-i Ekrem’in Kudüs’e gitmesi Mi'râc'ın delîlidir, tanığıdır yani. Göğe çıkan yokdu ama Kudüs'e giden çokdu.
Efendi Hazretleri, Hazret-i Âişe'den gelen bir rivâyete dayanarak Mi'râc'ın bedenî değil ma'nevî olduğunu iddiâ edenlere cevâb olarak şöyle buyururlardı :
Resûl-i Ekrem Efendimizin bir değil birçok mi'râcı vardır. Bunların sayısı bir rivâyete göre otuz dört, diğer bir rivâyet göre ise yüz dörtdür. Hazret-i Âişe radıyallahu anhâ vâlidemizin haber verdiği mi'râc ma'al cesedi ver-rûh yani rûh ile bedenin bir arada olduğu meşhûr Mi'râc değildir. Zâten o tarihde Hazret-i Âîşe Vâlidemiz çocukdu, yaşı çok küçükdü.
Efendi Hazretleri, Mi'râc'ın bedenî olduğuna, Sûre-i İsrâ'nın ilk âyetindeki "abdihî" ibâresini delîl gösterirlerdi. Buyurmuşlardı ki :
Abd yani kul demek, beden ile rûhun bir arada olması demekdir. Rûhsuz beden veya bedensiz rûh için abd tabiri kullanılmaz.
Mi'râc'ın rüyâ ile olduğunda ısrar edenlere karşı da şöyle buyurmuşlardı :
Mi'râc rüyâ ile olsaydı, münkirler ve müşrikler hiç buna i'tirâz ederler miydi? Meselâ ben size desem ki, "Ben dün gece rüyamda, önce Asya'ya yolculuk etdim, sonra Amerika'ya gitdim, sonra da aya çıkdım, ayın üstünde oturdum, orada bir karpuz kesdim, âfiyetle yedim" desem, hiç kimse de çıkıp "Hiç böyle rüyâ olur mu, sen bunu göremezsin" diyemez, öyle değil mi? Halbuki Resûl-i Ekrem Efendimiz Mi'râc'ını anlatdığı zaman, müşriklerin inkârı bir tarafa, mü'minler arasında îmânı zayıf olanlardan bazıları dînden çıkdılar.
Bu âyet-i kerîme mi'râc hakkında değildir, Mekke'nin fethi hakkındadır. Resûl-i Ekrem Efendimizin Mekke'nin fethi hakkında gördüğü rüyânın hükmü bir sene te'hîr edilmişdi. Bu âyet-i kerîme bunu beyân etmekdedir.
Efendi Hazretleri, "Âlimler, Mi'râc'ın Mekke'den Kudüs'e kadar olan kısmı için ittifak etmişdir ama Kudüs'den semâya doğru olan kısmı ihtilaflıdır" diyen devrin meşhûr âlimlerinden Kâmil Miras'a "Hiç olur mu öyle şey" demiş ve eûzü besmele çekerek Sûre-i Necm'in başındaki "وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى * مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى * وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى * إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى * عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى * ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى * وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَى * ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى * فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى" âyetlerini okumuş. Kâmil Miras, mahcûb olmuş ve "Allah Allah, biz bu âyetleri hiç okumadık mı, hiç duymadık mı, hiç görmedik mi?" diyerek hatâsını itiraf etmişdir. Efendi Hazretleri, "Kur`ân'da Resûlullah'ın semâya çıkdığına dâir âyetler de var, isteyen inanır istemeyen inanmaz" buyurmuşlardı.
İşte Efendi Hazretleri en küçük istifhâma bile yer bırakmayacak şekilde mes'eleyi bu şekilde tavzîh etmişlerdi.
Efendi Hazretleri Mi'râc-ı Nebî hakkında; "Bu gibi mu'cizât akılla idrâk edilmez, teslîmiyyet şartdır" buyurarak, şu meşhûr beyti okurlardı :
İdrâk-i meâli bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terâzî bu kadar sıkleti çekmez