25 Ekim 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Az evvel "مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا men câe bi'l-haseneti felehû aşru emsâlihâ" âyeti okununca aklıma şu kıssa geldi :
İmâm Ali kerremallahu vecheh radıyallahu anh Efendimiz Hazretleri, birgün huzûr-i Fâtımatü'z-Zehrâ'ya gelmiş, bakmış ki Binti'r-Resûl Hayrü'n-nisâ Cenâb-ı Fâtımatü'z-Zehrâ'nın rengi soluk. Kendisine sormuş ve rahatsız olduğunu öğrenmiş. İmâm Ali, "Cânın bir şey istiyor mu?" diye sormuş, Hazret-i Fâtıma "Canım nar istiyor" demiş. İmâm Ali'nin cebinde bir nar alacak para yok. O kadar züğürt. Sakın hâ öyle zannetme! Onlar ellerinde ne varsa hepsini fukarâya dağıtırlardı ve karşılığında da bir şey istemezlerdi, bir teşekkür, bir iyilik, bir takdîr beklemezlerdi. Allah Kur`ân'da öyle diyor : "وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا * إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُورًا Ve yut'îmûnet ta'âme 'alâ hubbihî miskînen ve yetîmen ve esîrâ. İnnemâ nut'imüküm li vechillâhi lâ nurîdu minküm cezâen ve lâ şükûrâ". Bu âyet-i kerîmeler Ehl-i Beyt hakkındadır. Onlar, yoksulu, yetîmi, esîri doyurdular ve biz size bu işi ancak li vechillah yapdık, karşılığında ne teşekkür ne de takdîr istiyoruz dediler.
Hazret-i Ali kerremallahu vecheh, malının hepsini dağıtırdı. Hayder-i Kerrâr'a sormuşlar, "Zekât kaçda kaç?" demişler. İmâm Ali, "Size göre mi bize göre mi?" demiş. "Yâ İmâm, size göre bize göre olur mu?" demişler. "Evet, olur" demiş. "Siz malınızın kırkda birini verirsiniz. Sizin ârifleriniz Allah için daha fazlasını da verir ama biz hepsini veririz. Onunla da yetinmeyiz, Allah için kelleyi de veririz" buyurmuşlar. Nitekim sözünde de durmuş. Allah için kelleyi de verdi. Sâkî-i Kevser, Fâtih-i Hayber, Zevc-i Fâtımatü'z-Zehrî, Vâris-i 'Ulûmü'n-Nebî, İmâm Ali sözünde durdu ve kelleyi verdi.
İşte bunun için o gün İmâm Ali'nin cebinde parası yokdu. Hemen nar alabilmek için bir iş aramış. Hiç kimseden istememiş. Çünkü müslüman istemez. Müslüman hem isteyeni reddetmez, hem de istemez. Hattâ evliyâullah arasında şöyle bir söz vardır. "Eğer vermezler de istersem dilimi kessinler, verirler de almazsam elimi kessinler" derler. İstemek yok. Atla dört nala giderken kamçın düşse, aşağı inip alacaksın, kimseden istemeyeceksin. Ama isteyen olursa, "وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ Ve emmes sâile felâ tenhar" âyet-i kerîmesi gereğince isteyeni reddetmeyeceksin, vereceksin ama sen istemeyeceksin.
İmâm Ali, o gün gidip tanımadığı bir gayr-i müslimin bahçesinde çalışdı. İş bitince yevmiyesini almış, o parayla bir nar almış. Yolda gelirken karşısına boynu bükük gözü yaşlı bir fukarâ çıkmış ve "Yâ İmam, elindeki narı bana versene" demiş. Dedik ya, isteyeni reddetmeyeceksin. "وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ Ve emmes sâile felâ tenhar". İmâm Ali şöyle düşünmüş. "Ben bu narı bu fukarâya verirsem olur. Fâtımatü'z-Zehrâ Resûlullah'ın parçasıdır ama O, Ehl-i Beyt Mustafâ'dır ve sabırla mükellefdir. Öyleyse ben bunu fukarâya vereyim" demiş ve narı fukarâya vermiş.
Onlar sabrederler. Yarın kıyâmet gününde de öyle. Peygamber, ümmetini cennete sokmadan kendisi cennete girmeyecek. Başbuğ olmak, öyle kolay iş değil. Onun için "Seyyidü'l-kavmi hâdimuhum" buyrulmuşdur. Kim ki kavmine hizmet eder, o, kavmin efendisi olur. Onlar en sonra cennete girecekler. Yani ümmetin hiç bir tânesi bırakılmadan, hepsi cennete girip, dışarıda kimse kalmayınca kendileri cennete girecekler. Bir çoban koyunlarını dışarıda bırakır da kendi girer mi? Aynı onun gibi.
İmâm Ali eve eli boş geldiği için, Fâtımatü'z-Zehrâ'dan özür dilemeyi düşünürken, bir de bakmış ki, Hazret-i Fâtıma şifâ bulmuş, gülümsüyor. Hazret-i Ali, "Geçmiş olsun, nasıl oldun" diye sormuş. Hazret-i Fâtıma cevâben "Çok iyi oldum, elhamdülillah. Sen narı fukarâya verdin. Allah bana şifâsını verdi. Narı o yedi, şifâsı bana oldu" demiş.
Bir müddet sonra kapı çalınmış. Kapıda Selmân-ı Fârisî, elinde üstü kapalı bir tepsi ile duruyor ve "Yâ İmâm, bunu Cenâb-ı Hakk Cebrâil vâsıtasıyla Hazret-i Peygamber'e, Resûlullah da size gönderdi" demiş. İmâm Ali, tepsiyi almış, üstünü açmış, bakmış içinde dokuz tâne nar var. İmâm Ali, "Bu dokuz olmaz, on olması lâzım. Allah, مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا Men câe bi'l-haseneti felehû aşru emsâlihâ diyor, dokuz demiyor ki on diyor" demiş. Bunun üzerine Selmân-ı Fârisî, gülerek, elbisesinin yeninden onuncu narı çıkartmış ve : "Yâ İmâm, talebenin hocasını imtihân etmesi ayıpdır ama sizin irfânınızı halka bildirmek için, kadr u kıymetinizi bilmeyenlere bir ders olsun diye böyle yapdım" demiş.Bu kıssadan alınacak nice dersler vardı. Bu derslerden bize göre en önemlisini "Şükreden Zengin mi Sabreden Fakîr mi Efdaldir?" başlıklı yazımızda îzâh etmeye çalışdık.