27 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri, "Hakk dâimâ üstün gelir, hakka üstün gelinmez" meâlindeki, "اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلَا يُعْلَى el-hakku ya'lû velâ yu'lâ" sözü hakkında buyuruyorlar ki :
Yani Hakk Teâlâ kendi zâtında 'Aliyyün 'Azîm'dir ki ulûhiyyetde münâzi'i yokdur. Ve bi'l-farz olsa mağlûbdur. Zîrâ münâza'a-i zâtiyye değil, belki 'ârızıyyedir, da'vâ-yı Nemrûd ve Fir'avn ve emsâli gibi. Pes, ehl-i münâza'anın mağlûb olduğu Hakk Te'âlâ'nın vahdet-i vücûduna dâlldir ki "لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ" buyrulmuşdur. Ve vahdet-i vücûdu sebebiyle nizâm-ı 'âlem bâkîdir ve tevhîd dahi kâimdir. Zîrâ şirk münâza'adan hâlî değildir. Ve bu cihetden gelir ki : "وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ". Yani ehl-i tevhîd, ehl-i şirk üzerine 'âlîdir, Hakk'ın 'ulüvvüyle. Yani Hakk, bi'z-zât 'âlî olıcak, onun tevhîdi ile kâim olan dahi O'nun ulüvvüyle 'âlîdir. Ve bundan dahi a'lâ budur ki her hâlde 'âlî olan Hakk'dır. Ve ehl-i Hakk ile münâza'a edenin aklı yokdur ki bu sırr-ı 'aliyyden bî-haberdir.
Suâl olunursa ki, "Nice kerre ehl-i Hakk'ın a'dâ elinde mağlûb olduğu vardır. Pes, nice Hakk ve ehl-i Hakk gâlib olmuş olur?" Cevâb budur ki, söz ehl-i Hakk'ın mutlakan galebesindedir, yoksa her bir ferdinin galebesinde değil. Galebe-i mutlaka ise bâkîdir, ilâ yevmi'l-kıyâm. Bu sebebden hadîsde gelir ki cihâd kıyâmet gününe kadar bâkîdir. Yani cihâdın ilâ-yevmi’l-kıyâm bekâsı def'-i a'dâ’ içindir. Pes, eğer galebe ile def' olmayaydı istîlâ' ile nizâm-ı 'âleme halel gelirdi. Maa-hâzâ her ferd ki kemâl-i ilâhî ile kâmil ola mağlûb olduğu yokdur. Ve sûret-i mağlûbiyyetde göründüğü gâlibiyyetini münâfî değildir. Zîrâ "فَاِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَاِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَۙ" vefkınce a'dâsından intikâm alınmışdır. Pes, 'alâ-külli hâl a'dâ mağlûb ve ahbâb gâlibdir. Ve hüküm vücûd-i hâdisin değildir, belki vücûd-i vâcibindir.
Kâlallahu Te'âlâ, "لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَۜ لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ". Yani mülk ve saltanat evvel ve âhir Allahu Te'âlâ'nındır, velâkin mahcûblar gayrın dahi mülkde 'alâkası vardır zannederler. Zîrâ şirk-i vücûd onları bu vartaya ilkâ etmişdir. Pes, ulûhiyyet Allahu Te'âlâ'ya mahsûsdur ki kıyâmet-i kübrâda vahdetini ızhâr ile kesreti ifnâ ve tecellî-i kahrîsi ile âsârı izâle eyler. Ve mahcûblar mülzem olurlar. Ve vahdet ve kahhâriyyet Allâh'ın olduğu onlara dahi zâhir olur. Fe-emmâ 'ârifler ol ma'nâya bugün vâkıflardır ve vücûdlarında ol kıyâmetin sırrını idrâk eylemişlerdir. Nitekim gelir : "بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ". Ve yine gelir : "وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ".
Yani vücûd-i vâcib vücûd-i mümkine musâdeme etdikde vücûd-i mümkin mukâbeleden 'âciz olmakla mağlûb ve zebûn ve fânî ve mu'attal olur ve vücûd-i vâcib aslı üzerine bâkî kalır. Zîrâ vücûd-i vâcib, zâtî ve vücûd-i mümkin 'ârızîdir. Ve 'ârız, zâtî ile zâil olur, zâtî ise 'ârız ile zâil olmaz. Meselâ şem' ki ma'mûl-i halk ve âfitâb ki ma'mûl-i Hakk'dır. Ve biribirine nisbeti nice ise vücûd-i halk ve vücûd-i Hakk dahi böyledir. Yani şem' kurs-ı âfitâbın tulû'unda nice bî-nûr ve fer kalırsa tecellî-i vücûd-i ilâhîde dahi vücûd-i hâdis mestûr ve mağlûb kalır. Velâkin söz bu tecellî netîcesine ermekdedir, tâ ki da'vâ-yı enâniyyet bâtıla ola ve illâ bekâ-i nefs var iken ehl-i 'âlem biribiriyle ve Hakk ile nizâ'dan hâlî değillerdir. Eğerçi mağlûblardır, velâkin mikdârların bilmezler ve haddleri üzere durmazlar.