"İslâm tevhîd dînidir" diyoruz, kelime-i tevhîdi de dilimizden hiç düşürmüyoruz ama hâl ve hareketlerimizde tevhîdin alâmetlerini pek göremiyoruz. Meselâ tevhîdin en büyük alâmeti birlik olmasına rağmen müslümanlar, öteden beri hep bir ihtilaf ve çekişme içerisindeler, bir türlü birlik olamıyorlar. Bunun da sebebi, tevhîdin yalnızca dilde olması, kalbde olmamasıdır.
Hiç şübhe yokdur ki, ehl-i tevhîdden sayılmak için tevhîdi dil ile söylemek yetmez, tevhîdin kalbde de yer etmiş olması lâzımdır. Bir kalbde tevhîdin yer etmiş olmasının alâmeti, o kimsenin ehl-i tevhîde muhabbetle dolu olması, mü'minlerle gönül birliği içinde olması, ehl-i tevhîdi hakîr görmemesi, tevhîd ehline buğz etmemesi, düşmanlık yapmamasıdır.
Gelin görün ki, bazı müslümanlar tevhîdin özünden o kadar bîgâne kalmışlar ki, buğz ve adâvet içinde yüzmekdeler, bu yüzden de sürekli ihtilaf hâlindeler, devamlı birbirleriyle uğraşmakdalar. Kılık-kıyâfet, saç-sakal gibi ehemmiyyetsiz şeyleri mesele yaparak veyâ tamâmen meşrebe bağlı olan hususları ihtilaf konusu yaparak tevhîdi bozanlar olduğu gibi, işi müslümanları tekfîr etmeye yani dinsizlikle ithâm etmeye kadar götürenler de var. Üstelik bu ithâmlar, yalnız ferdlere yönelik de değil, topyekün bir cemaate hattâ bir millete yönelik ithâmda bulunanlar da var. En kötüsü de, şerîata sımsıkı bağlı olduklarını ve dîne hizmet ettiklerini iddiâ eden bazı cemaatlerin, bu gibi ithâmları ve tevhîde mugâyir davranışları âdet hâline getirmiş olmalarıdır. Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, bir sohbetlerinde, böyle bir cemaatden onlar adına üzülerek bahsettikleri sırada, meclisde bulunan bir zât, "Ama onlar Ehl-i Sünnet inancı husûsunda çok hassas olduklarını söylüyorlar" deyince, Efendi Hazretleri şöyle buyurdular :
Onlar Ehl-i Sünnet değil ki. Öyle zannediyorlar kendilerini. Onlar "Ehl-i Sünnet Ve'l-Cemâat'danız" diyorlar ama Ehl-i Sünnet Ve'l-Cemâat'dan değiller, başka bir tâifeden onlar.
Ehl-i Sünnet Ve'l-Cemâat mezhebinin bir takım işâretleri vardır. Bir kimsede o işâretler, o nişâneler olmayınca, kendisi istediği kadar "Ben Ehl-i Sünnet Ve'l-Cemâat mezhebindenim" desin, sayılmaz. Bu iş iddiâyla değil. Meselâ ehl-i kıbleyi tekfîr etmeyecek. Ehl-i Sünnet, ehl-i kıbleyi tekfîr etmez. Onlar ehl-i kıbleyi tekfîr ediyorlar, olmaz. Ehl-i Sünnet'den değiller. Ehl-i Sünnet Ve'l-Cemâat mezhebi, ehl-i kıbleyi tekfîr etmez, firak-ı dâlle der, şîî der, şiâ-yı gulât der, bilmem ne der, fakat kâfir demez.
Ehl-i Sünnet'in bir takım işâretleri vardır. Meselâ mesh üzerine mesh edecek. Fâsık u fâcir imâmın arkasında namaz kılacak. Fâsık, fâcir yâhud sâdık, sâlih kişi imâm olursa ona ittibâ edecek, fitne çıkarmayacak. Hattâ için rahat etmezse, yine bildirmeden kılarsın, sonra gider namazını iâde edersin. Bildirmeyeceksin, fitne çıkarmayacaksın. "El fitnetü nâimetün le'anallahu men yakazahâ". Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet eder. Diyelim ki, o adamın arkasında namaz kılmakla, için rahat etmedi, kalbine hoş gelmedi, gider tekrar kılarsın, kimseye söylemezsin, fitne çıkarmazsın. İmam abdestsiz olsa, sana namaz kıldırsa, senin namazına bir zararı yokdur. Verilen fetvâya göre, senin namazın sahîhdir.
Ehl-i Sünnet Ve'l-Cemâat sâlikleri, şîa-yı muhlisîndir. Zamânımızdaki isnâ aşeriyye, şîa-yı siyâsiyyedir. Yani Humeynî'lerin mezhebi, şîa-yı siyâsiyyedir, bizimki şîa-yı muhlisîndir. Ehl-i Sünnet Ve'l-Cemâat, ashâba buğz etmez, sebbetmez ama hepsinin hakkını yerli yerince verir. İşte böyle bir takım şartları vardır.