Ehl-i Tarîkin Cenâzelerinde Mûsıkî ve Semâ'

7 Mart 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Salahaddin Zerkubi

Eskiden tarîkat ehlinin cenâze merâsimlerinde, halkın cenâzelerinden farklı olarak, ilâhîler okunur, salâlar verilir, yüksek sesle zikirler yapılırdı. Yani ehl-i tarîkin cenâzeleri de mûsıkîsiz ve semâ'sız olmazdı. Gasilden define kadar her safhasında mutlakâ mûsıkî ve semâ' bulunan ve kökü Hazret-i Mevlânâ zamânına kadar giden bu âdet, bazılarınca çok yadırganmış ve tenkid edilmiş olsa da yüzyıllarca devâm etmiş ve yakın zamâna kadar câri olmuşdur. Nitekim Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin 1985 senesindeki cenâze merâsiminde de mümkün olduğu kadar bu usûle göre hareket edilmişdi.

Rivâyete göre Hazret-i Mevlânâ'nın pek sevdiği bendesi Salahaddîn Zerkûbî'nin vefâtında, bendegân-ı Mevlânâ cenâze önünde semâ' ederek, neyler çalıp besteler okuyarak cenâzeyi teşyi etmişlerdi. Ondan sonra da bu usûl, mevlevîler arasında bir âdet oldu ve diğer turuk-i aliyye mensûbları da bu usûlü benimsediler. Cenâze merâsiminde def çalmak, ney üflemek, semâ' etmek, o güne kadar görülmemiş, duyulmamış bir iş olduğu için buna şiddetle karşı çıkanlar olmuşdur. Bazıları da şübheyle yaklaşmışlar ki Hazret-i Mevlana'ya sormuşlar, "Eskiden böyle bir âdet yokdu, cenâze önünden müezzinler ve hâfızlar yürür, Kur`ân okurlardı, salâ verirlerdi, şimdi ise hânendeler ve sâzendeler gidiyor, bunu nasıl îzâh edersiniz?" demişler. Hazret-i Mevlânâ şu cevâbı vermiş : "Cenâze önünde giden hâfızlar ve müezzinler, mevtânın müslüman olduğuna şehâdet eder, sâzende ve hânendeler ise onun müslümanlığından başka bir de âşık olduğuna şehâdetde bulunurlar".

Ehlullah hazerâtı, Allah'ı mahbûb-i hakîkî, ölümü de Allah'a vuslat olarak kabûl etdiklerinden, cenâze merâsimlerini de düğüne benzetmişlerdir. Hazret-i Mevlânâ'nın Hakk'a yürüdüğü geceye şeb-i arûs yani düğün gecesi denilmesinin hikmeti de budur zâten. Düğün evinde mâtem olmaz, neş'e ve sürûr olur. Nasıl ki halk düğünde saz çalar, şarkı söyler, raks ederse, ehl-i tarîk de cenâzelerinde de semâ' etmeyi, ilâhîler, kasîdeler okumayı, çalgı çalmayı âdet edinmişler, usûl ittihaz etmişlerdir.

Ehl-i tarîkin usûl ve âdetlerini gâyet iyi bilen Cemâleddin Server Revnakoğlu, mevlevîlerin cenâze gasli merâsimini şöyle anlatıyor :

Bir mevlevî şeyhinin veya dedesinin vefâtında, kendisine gasil verilirken, etrâfında evvelâ Na't-ı Mevlânâ sonra da âyîn-i şerîflerden biri okunurdu. Âyîn-i şerîf okunurken, hâzirûn berâberce İsm-i Celâl okurlardı. İsm-i Celâl, en ağıt tavırda, fâsılalı olarak okunurdu. Allah lafz-ı celîlinin birinden birin egeçerken perdesi, temposu değişmezdi. Yalnız aralarında duraklama yapılırdı, bir sübhânallah diyecek kadar ara verilirdi. Gasil bitinceye kadar, zikr-i şerîf bu şekild ekesintili olarak devâm ederdi. En çok okunmakda olan Itrî'nin Segâh âyîn-i şerîfi idi.

Ey âşık-ı rûy-i tü hezârân âşık
Rû kerde besuy-i tü hezârân âşık

Ey sôfî-i ehl-i safâ
Ez cân bigû Allah Hû
Ve'y âşık-ı aşk-ı vefâ
Ez cân bigû Allah Hû

Bu son parçalarında "Ey safâ ehli sôfî, ey vefâkâr âşık, cândan, gönülden Allah de, Hû de" deniliyordu.

Revnakoğlu, cenâze gasline diğer tarîklerden de misâller verirken diyor ki :

Gaslin devâmı sırasında şeyhin mensûb bulundupu tarîkin evrâd-ı şerîfesi okunurdu. Fakat bu mutad olduğu şekilde yüksek sesle değil de pest perdeden devâm ederdi. Evrâd-ı şerîfe, bu sûretle okunup bitdikden sonra, ihvân aynı kıdemli şeyhin idâresinde tevhîd-i şerîfe girerdi. Zâkirler de ilâhiye başlardı. Yâhu dhazîn ve hafîf bir edâ ile taksîm edilirdi. İlâhilerin çoğu mevtin esrârından, tecelliyâtından, hikmet ve felsefesinden bahseden talîmî mâhiyetdeki sözlerden terekküb ederdi. Ekseriyetle şu eserler okunurdu :

Neyleyeyim dünyâyı bana Allahım gerek
Gerekmez mâsivâyı bana Allahım gerek

Aşkınla çâk olsa bu ten ben yine illallah direm
Yansa kül olsa bu beden ben yine illallah direm

Taşdı rahmet deryâsı gark oldu cümle âsî
Dört kitâbın ma'nâsı lâ ilâhe illallah

Bir tahta yaratmışsın hâlim anda yazmışsın
Mevlâm ne yazdın anda kullar anı ne bilsin

Aşkın ile aşıklar yansın yâ Resulallah
İçüp aşkın şerâbın kansın yâ Resûlallah
Vefât eden şeyh efendi, Halvetiyye meşâyihinden ise tevhîd-i şerîfden sonra devrân edilirdi.Şâyet gaslin icrâ edildiği yere devrân açmağa müsâid değilse, o zaman yerinde sayar gibi bir sağa bir sola hafifçe gidip gelen, âhenkli, ölçülü sallantılarla İsm-i Hû'ya ayakda devâm edilirdi. Devrân yürürken okunan ilâhiler, burada da sırasıyla tekrâr edilirdi.

Revnakoğlu, ehl-i tarîke mahsûs cenâze teşyiini de şöyle anlatıyor :

Cenâzeye gelenlerin çokluğuna göre cemâat üç kademeye ayrılırdı. En önde meşâyih, arkasında zâkirân, daha arkada dedegân ve dervîşân yer alırlardı. Tabut bunlardan sonra gelirdi. Önünde buhurdan yanardı. En önde ağır ağır adımlarla İsm-i Hû'ya devâm edilirdi. Onun arkasında tevhîd-i şerîf, daha arkada salât ü selâm okunurdu. Bunlar kendi tavrında ağlar gibi hazin okunurken güzel sesli bir zâkir veyâ peyrevlerden birisi en öne geçer yâhud safların arasına girer, münâcat, na't-ı şerîf, kasîde okurdu.

Tarîkat ehlinin hiç bir şeyini hoş görmeyen zâhir ulemâsının fıkıh kittaplarında ve meselâ bunların bâbü'l-cenâizinde bu usûller hiç bir sûretde câiz görülmemişdi. Bununla berâber tarîkat mensûbları bütün bunları dâimâ büyük bir haşmet ve itinâ ile icrâ eylemişlerdi. Cenâzenin bu şekilde götürülmesi hakîkaten pek azametli olurdu. Gören herkesi hayrân ederdi. En câzib tarafı, en güzel tesîri, ölümün sevimsizliğini, soğukluğunu ortadan kaldırıp üzgün gönüllere şifâ ve tesliyet vermesi ve dolayısıyla manevî tedâviler yaparak huzûra kavuşturmuş olması idi. 

Cenâzenin böylece semâvî, rûhânî bir debdebe ve gayetle mehâbetli olan ilâhî bir koro ile ebediyyete uğurlanması gerçekden pek ma'nâlı, ifâdeli bir hâl alır, her yönden, her bakımdan göz alıcı ve sürükleyici bir mâhiyet taşırdı.
Sen bu sırdan zühdün ile anlamazsın zâhidâ
Cân verüp cânânı bulmak 'âşıkın ol kârıdır
Biz fenâ-ender-fenâ olduğumuz tan gelmesin
Cânımız ol "küntü kenz"in mazharının yârıdır

Listeye geri dön