11 Temmuz 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
Bursa Yunan işgâlinde iken çok küçük yaşda idim ve âilece Bursa'da bulunuyorduk. Yunan askerleri, Türklerin ekmeğe olan hürmet ve riâyetlerini bildiklerinden, sırf müslümanlara manevî bir eziyet ve hakâret olsun diye, tayın ekmekleri ile top oynar gibi oynamakda ve ayakları ile tekmelemekde idiler. Hattâ bazılarının daha da ileri gittikleri, ekmek ile tahâret ederek, helâya bıraktıkları, önlerinden artan yemek ve ekmekleri helâya döktükleri görülmüş ve işitilmişdi...Fakat onların bu zafer sarhoşlukları çok uzun sürmedi. Harb, izn-i ilâhî ile, gâlibiyetimizle netîcelendi. Esîr edilen Yunan askerlerinin bir kısmı, Bursa'ya getirildi ve sanki konulacak başka bir yer yokmuş gibi "Câmi-i Kebîr"in avlusunda nezârete alındı. Hepsi de aç ve perîşândı. Onların bu hallerine merhamet eden bazı müslümanlar kendilerine ekmek atıyorlardı. Daha dün ekmekle top oynayan, ekmeği hor ve hakîr gören bu nankörlerin, önlerine atılan ekmekleri kapışmak için birbirlerini çiğneyerek seğirttiklerini ibretle seyrettim. Allah, bunların nankörlüklerinin cezâsını çektiklerini, müslümân halka göstermişdi.Efendi Hazretleri ekmeğin kadr ü kıymetini bilmeyen ve bu büyük nimete gerekli hürmet ve riâyeti göstermeyenlere şu nasîhatda bulunurlardı :
Bir dilim ekmek ve bir yudum su, zamanında o kadar kıymetlidir ki bayat diyerek hakîr gördüğünüz ve yemeyip çöp tenekesine attığınız, sokaklarda sefîl ettiğiniz o nimet için, maâzallah aç kalırsanız, bütün mukaddesâtınızı fedâ edeceğinizi, üzülerek ve utanarak hatırlatırım. Bazı nankör ve gâfiller de, lokantalarda çatal ve kaşıklarını ekmekle silmekte, yağlı dudaklannı ekmekle kurulamakta ve sonra o nimeti bulaşık bezi gibi atmaktadırlar.
Askerdim, evime geliyordum. Memlekette kıtlık vardı. Eve gelirken getirmek üzere, orada bize tahsîs edilen tayınlardan arttırmışdım. Gelirken elimde iki tayın vardı. Yolda giderken, Azak sinemasının biraz aşağısında, yaşlı ve bitkin bir Ermeni kadın önüme çıktı ve bana "Asker Ağa! İki kızım var, biri 18 diğeri 20 yaşında, tayının birini ver, hangisiyle istersen yat, üç gündür açız" dedi. Bîçâre kadıncağızın utanarak ve hicâbından renkden renge girerek yaptığı bu teklifi, tevfîk-i sübhânî ile reddettim ve iki tayından birini açlıktan bu derekeye düşen o kadına Allah rızâsı için verdim.Efendi Hazretleri o gün için kimsenin kimseye yapmayacağı bu karşılıksız iyiliği bir müslümana değil de Ermeni vatandaşımıza yapmasının bazı kafalarda meydana getireceği istifhâma da şu şekilde cevap vermişlerdi :
Ermeni Allah'ın kulu değil mi? Allah hiç kimseyi mahrûm etmez. Sofra-yı ilâhiyye bu.Efendi Haretleri diğer tayını da kemâl-i merhametinden Ömer Ağa adındaki bir zâta vermiş ve evine eli boş dönmüşlerdir.
Allah, nimetini ihsân buyurduğu gibi geri almasını da bilir. Çünkü Allah celle isrâfı ve müsrifleri sevmez. Kur'ân-ı Azîm'de de "YİYİNİZ İÇİNİZ FAKAT ASLÂ İSRÂF ETMEYİNİZ" buyurulmaktadır. Bu korkunç ekmek isrâfını, ilgililerin dikkat nazarlarına sunar ve iktisat ilmiyle uğraşanların mutlaka bu meseleye bir çâre bulmalarını âcizane tavsiye ederim. Unutmayalım ki, havalar hep güzel gitmez. Bazen yağmur, kar ve fırtına da oluverir. Çoluk çocuğumuza, behemehal ekmeğin kudsiyyetini öğretmeli ve onları bu israfdan men' etmeliyiz. İsrâf, bir milleti, bir âileyi, bir serveti rahatça batırabilir. Müsrifler, şeytanın kardeşleridirler. Bin okka pirinci, bin okka bulguru, bin okka buğdayı yedir, amma bir tânesini bile isrâf etme! Bir tek pirincin, bir tek buğdayın ve bir tâne üzümün, bir yılda meydana geldiğini hatırından çıkarma. O bir tek pirinç veya buğdayı tohum olarak kullanırsan, binlercesine sahip olabileceğini daima hatırla. Bilhassa, o bir tanenin nasıl meydana geldiğini, ne zorluklara katlanıldığını ve ne emekler harcandığını iyice düşün de, isrâfdan vaz geç! Kaldı ki, alın teri ile kazanılan mal, isrâf edilmez. Dikkat edilirse, haramdan gelen mal isrâf ile heder olur.
www.muzafferozak.com