Emin Işık Hocanın Hâtıralarında Muzaffer Efendi

2 Nisan 2015 tarihinde yayınlanmıştır.

İlim
Cengizhan Yurdanur'un Emin Işık Hocamız ile yaptığı ve "Aşkı Meşk Etmek" adlı kitapta yayınlanan mülâkatın Muzaffer Efendi Hazretleri ile ilgili kısmını sizler için iktibâs ettik :
Muzaffer Efendi, Fahreddin Efendi zamanında tarîke girmiştir. Zaten, nasıl söyleyeyim, uzun yıllar tekkeler kapalı, yasak. Eskiden kalma birtakım yaşlı adamlar var. Bir de Fahreddin Efendi'nin çok yakınında, tarikata yeni girmiş şöyle bir 10-15 kişi kadar var, bir 10-15 kişi kadar da eskiler, yaşlılar. Hepsi 30 kişi falandı.
Soğanağa'da imamım o zaman. Özellikle çağırırlardı beni. Bir Demirci Salih vardi, Allah rahmet eylesin, bir de Adem Baba vardı. Kahveci Mustafa, İbrahim Tansu, Şevki Ağabey vardı, Sefer Baba'mn kardeşi. Bir Esat Bey vardı. O genç dediğim takım dahi benden şöyle bir beş altı yaş büyüktü. Yani 50 den sonra tarikata girenler. Oradakiler taa 20'lerden beri kudemâdan idiler. Ammâ bir âdâb-erkân vardı. Dergahın üst katı var. Ama şimdiki plan değil şimdi kadınlar çıkıyor ya yukarıya, onun alt katını yeniden inşa ettiler. Şimdiki mihrâb var ya, mihrâbın olduğu yerin üstünde iki katlı bir ahşap konak vardı.
Harem kısmı evet, şimdi kapıdan giriyorsun, sağ tarafta Fahreddin Efendi'nin odası var, sol tarafta türbe var. Tam karşıda da bir ev vardı. mihrabın olduğu yerin üstü. Yani şimdiki devran yapılan yerin, namaz kılınan yerin üstü, iki katlı bir ev vardı, böyle merdivenle çıkılırdı. Onun üst katı selamlık odası gibi yahut boş duruyor orası. Mevlidler, zikirler hepsi orada yapılıyor, hatta böyle biraz heyecanlanınca gacır gucur tahtalar falan, çökecek gibi olurdu. Yani şu odadan biraz daha büyük bir oda, şu içinde oturduğumuz odadan. 30 kişi oturduğu zaman.
Tabii. Birkaç kişi de yerde oturur, minder atar oturur. Bundan çok sonra, 80'den sonra aldı şimdiki halini. Muzaffer Efendi'nin himmeti büyüktür. Vakıf haline getirdi. Zaviyeler kanununa göre yasak ama orada erkan yürütürdü. Devran yapdırırdı.
Muzaffer Efendi bir derya.
Muzaffer Efendi ile ne zaman tanıştım? O kitapçıydı biliyorsun, biz de İstanbul'a geldik.
 
Sahaflar'da köşedeki dükkan, şimdiki dükkan. Daha önce Bayezid Camii'nin avlusunda tezgah üzerinde satarmış. Sonra Bayezid Camii'ne müezzin olmuş. Daha doğrusu Kilise Camii'ne müezzin olmuş, ondan sonra Bayezid Camii'ne nakletmiş. Bayezid Camii'nde müezzinken demişler ki; "Bak işte burada bir dükkan var, müsait. Sen bu işleri de yapıyorsun, burayı tut". Oraya sokmuşlar işte Hoca'yı.
Hoca tabii çok yönlü Çarşamba'da külhanbeylerin arasında büyümüş, külhanbeyliği bilir. İsmail Dümbüllü vesâire, o sanatkarlar hep onun arkadaşı. Üniversite profesörleri zaten kitapçı olduğu için, Sahaflar'da olduğu için tanıyorlar. Bilhassa ilâhiyat, edebiyat, târih, hukuk vesaire gibi sahalarda olanlar, eski kitapları ondan soruyorlar. Hoca kendinde yoksa bile sorar, araştırır, bulur, tedarik eder, olmazsa not alır. Çünkü onlar evlere de gidip kitap alıyorlardı. Birisinin aradığı kitabı bulduğu zaman ayırır o kitabı. Mesela bir gün, çok sonra tabii, bu dediğim 1977'ler 78'ler falan, bir gün dükkana gittim. "Aaa, gel dedi, bak dedi sana kitap ayırmıştım, bu sana lazım".
Muhyiddin Arabî'nin risâleleri*. İşte sahaf budur. Yani o kitabı kim okur, kime lazımdır yahut kimin okuması daha iyi olur, bunu bilecek. Onu ortaya koymaz, tezgah altında bekletilir. Sahibi geldiği zaman bir vesileyle ona verilir. Sahaflık dediğin budur. Yoksa alelade kitap satıcısından hiçbir farkı kalmaz. Bir defasında Celal Bayar gelmiş, bir kitap sormuş, Cumhurbaşkanıyken, maiyetiyle.
* Emin Işık Hoca başka bir mülâkâtında "Muzaffer Ozak'ı tanır mıydınız?" sorusuna cevap verirken  bu hâtırasını daha detaylı anlatıyor : 
Çok severdim. Eski kitapları oradan bulur temin ederdik. Hatta benim haberim olmadan eline geçen, bana uygun bir kitap bulursa hemen bana ayırırdı. Mesela İbn-i Arabi'nin Resail-i İbn-il Arabi diye 27 risalelik bir kitabı var. Dakka'da basılmış. Eline geçince bana ayırmış. 'Buna ne vereceğiz hocam' dedim. 'Sonra verirsin' dedi. Aybaşında '50 lira ver yeter' dedi. Çok sonra kitabı karıştırırken iç sayfalarında bir yerde 'Fiyatı 350 lira' yazıyordu. Zannediyordum ki bunu sadece bana yapıyor ama bütün ilim talebelerine aynı şeyi yapıyormuş. Gerçek sahaf odur. Kitabın fiyatı değil adamın fiyatı var orada.
  • Sahaflar'a?
Oraya, oraya, Sahaflar'a. Tesadüfen de onun istediği kitap varmış Muzaffer Efendi'de, çıkarmış kitabı vermiş. Celal Bayar'da, "Borcumuz nedir?" gibi bir şey söylemiş. "Efendim, borcunuz buraya gelip şeref vermektir; bu da bizim size hediyemizdir." diyor. Kimden para alacağını kimden almayacağını da bilirdi. 
Mesela bir fakir çocuk geldi, ders kitabı baktı, medrese kitabı. Şâhid oldum. Din ilimleri okuyan bir çocuk, belli. Geldi, dedi, "Efendim, Emâlî var mı?". "Var" dedi, çıkardı verdi. Sonra çocuğun hâline baktı, baktı. "Al, git, sonra verirsin parasını" dedi. Ne çocuğun ismini sordu, ne kitabın fiyatını söyledi, gönderdi çocuğu.
Buyurun bakalım. Nereden nereye? İşte Muzaffer Efendi böyle bir adamdı. O çocuklar okur, mezun olur, gelir söyler, "Hocam ben vaktiyle sizden işte şu kitabı almıştım, borcum ne kadardır?" O da incinmesin diye işte üç lira, beş lira bir şey söyler. Ama öyle kitaplar olur ki mesela bin lira, iki bin lira, üç bin liraya satılacak kitaplar. El yazması, tek nüsha kitap mesela, onu da zenginse, ödeyecek adamsa ona göre ister. Ben kaç defasında, "Hocam, şimdi üzerimde para yok, bunun fiyatı nedir?" demişimdir. "Al sonra verirsin." derdi, yani defter tutmazdı. Emin şu kitabı aldı, şu kadar borcu var, diye çetele tutmazdı.
Vaazlarını çok dinledim. Şimdi sohbetleri başka, vaazları başka, hutbeleri başkaydı uslup olarak. Sohbetlerinde Hoca, sansürsüz konuşurdu.
Fıkra geldiği zaman anlatırdı. Münasebet düştüğü zaman hiç esirgemezdi. Hazret-i Peygamberimizden bir hadis gerekiyorsa anlatır, ağlamak gerekiyorsa ağlatır, gülmek gerekiyorsa kahkahayla güldürür. Yani müstehcen falan da dinlemezdi, fazla sansür koymazdı. Meramı anlatırdı yani, müstehcen de olsa. Ama vaazda, vaazın gereği, usulü neyse öyle konuşurdu. Hutbede daha başka.
Hayır, hayır, hutbeyi kendisi hazırlar, irticâlen konuşurdu. Bak aklıma geldi. Bir sene Çınarcık'a Mevlid okumaya beraber gitmiştik. Bir cuma günüydü. Şimdi biz Mevlid'i okuduk. Kemal Ağabey vardı, Kemal Tezergil, daha başka kim vardı bilmiyorum, Üç dört kişi gtimiştik. Orada Cuma hutbesine Hoca kendisi çıktı, yarım saat hutbe verdi. Hayatımda ben o kadar tesirli hutbe bilmiyorum. Çok iyi hatırlıyorum; dünyanın faniliği hakkında, âhiret hakkında, mahşer, hesap-kitap hakkında konuştu. Ama çok ciddi, Peygamberâne bir edâ ile, o kadar etkileyici. Tabii biz hep sohbetlerinde bulunduğumuz için, hutbedeki farkını gördüm orda. Ben de imamdım, ben de hutbe okuyordum ama o gün Hoca'nın verdiği hutbe gibisini görmedim. Çok tesirliydi. Tamamen rûhânî ve manevî, hiçbir dünya havası karıştırmadan. Va'z u nasihatinde de başka türlü tesirliydi.
O daha geniş, daha rahat, biraz daha beşerî tarafları olan misalleriyle olurdu. Sonraları da Muzaffer Efendi'nin vaazlarını ve hutbelerini çok dinledim. En az elli tane de hutbesini dinledim, vaazlarını çok dinledim. Bayezid Camii'nde vaaz ederdi, giderdim. Sohbetlerinde çok bulundum, sayısız kere. Tekkede, evlerde, hatta Marmara Kıraathanesinde, neredeyse her akşam.
Mecliste toplandınız, Efendi konuşacak. Birisi bir şey sorar yahut aklında bir şey vardır Hoca'nın o gün, bir misalden başlar mesela, "Yahu, bugün dükkanda otururken birisi geldi" der, yahut "Namaza gidiyordum, adam önümden geçerken ayağıma bastı gitti" falan. Eğer âdâbdan erkândan bahsedecekse, mutlaka bir misalle başlardı.
Bir vesîle îcâd eder, sohbete girer, arkasından sorular gelir, onlara göre cevap verir, başka mecrâlara gider, târihe gider, dîne gider. Olduğu yerde kalmazdı yani. Anlattığı hikâyeyi de taklidlerini yaparak canlandırırdı. Arap Bacı gibi konuşur, arabacı gibi konuşur. Ondan sonra Rum şîvesiyle konuşur, Yahudi taklidinde hârika konuşur, Kastamonulu gibi konuşur, Kayserili gibi konuşur.
Beyazıt'ta bir kahvehânede etrafa neşe saçarken...
Aynen. Kimi taklid ediyorsa, konuşmasını da ona uydurur. Sonra hikâyeyi öyle hemen anlatıp bitirmez, ballandıra ballandıra anlatır. Çok güzeldi yani. Aşçıyı Bolu şivesinde konuşurdu. Bütün şîveleri yapardı, en zor Çerkez şîvesidir derdi, onu da becerirdi.
Münâsebet getirerek anlatır. Bir de yani nasıl diyeyim, tam bir sinema şeridi gibi.
Öyle bir canlandırır ki, onu dinlerken siz de onunla beraber o vak'anın içinde olursunuz.
Yani sahneyi hazırlar, insanlarını, komik şeyleri yerli yerine koyar ona göre anlatırdı. Mesela bir padişahın veziriyle tebdil-i kıyafet gezişleri. Sultan Mahmud mesela, tebdil gezerken denizci kıyafeti giyermiş. Kimisi ciğerci kıyafetiyle dolaşıyor, kimisi bozacı kıyafetiyle. Mahalleleri dolaşıyorlar, halkın ahvalini anlamak için. Bunları mükemmel anlatırdı. Bir defa irfân sahibi, ârif olmak gerekiyor, yalnız âlim olmak yetmez, ârif olmak da gerek. Yani hale göre, meclise göre, muhatabın anlayışına göre anlatıyor.
Çok güzeldi. Çok iyi mûsikî bilirdi. Zâten müezzinlikten geliyor, bütün makamlan bilirdi, çok etkili bir sesi vardı. Mesela ben onun terâvih kıldırmasındaki zevki hiçbir yerde görmedim. Süleymâniye'de senelerce terâvih kıldırdı, Sâdık Hoca ile beraber. Bir gece Sâdık Efendi kıldırıyor, bir gece o kıldırıyor. Ben yetiştim, son demlerine Sâdık Efendi'nin.
Ne diyorsun, muhteşemdi. Cumhur müezzinliği var. Süleymaniye baş müezzini vardı, onlar eskiden kalma müezzinler, hocaya göre ilâhi okurlardı meselâ
Hepsi. Makama âşinâ olmayana zâten müezzinlik falan vermezlerdi. Şimdi bozuldu, şimdi çığrından çıktı. İmam başka makamdan, müezzin başka makamdan yürüyor. Bakıyorsun adam Rast giriyor, Segah bırakıyor, şaşırıp kalıyorsun, senin akordun uymuyor. 
Bu vesîle ile Emin Işık Hocamızın, Efendi Hazretlerinin irtihalinde tertib edilen hatim meclislerinden birinde yaptığı âşıkâne bir duâyı da buraya kaydetmek istiyoruz. Emin Hoca, duânın büyük bir bölümünü tezkiyeye ayırmış ve Efendi Hazretlerinin hususiyetlerini ve bizzat şâhid olduğu meziyetlerini anlatmışdı.


Sanma 'aşk ehlini mevt ile güzâr eylediler
Hicre sabreylemeyüp terk-i diyâr eylediler


www.muzafferozak.com

Listeye geri dön