En Büyük Şeref Allah'a Kullukdur

18 Eylül 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İhlas

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Yâ eyyühennâsü'budû rabbekümüllezî halakaküm vellezîne min kabliküm le'alleküm tettekûn. 
Sadakallahü'l-azîm.

Gönülleri Allah'ı sevmekle ve Allah'a îmân etmekle münevver olan, Hakk Teâlâ'nın dîvânında huzû' ve huşû' ile durup Allah'a secde etmekle alınları nûrlanan ve kalbleri sürûrlanan kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline müştâk olanlar!

Hilkat-i Âdem'in sebebi Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır. Yerin göğün, bilinen bilinmeyen âlemlerin hilkatine sebeb, cennetin ve cehennemim halk olunmasına sebeb, arşın ve kürsün ve melâikenin, cümle cümle varlığının, hepsinin var olmasına sebeb, Cenâb-ı Habîb-i Kibiryâ aleyhissalâtü vessselâm ki Kibriyâ olan Allah'ın Resûlü ve sevgilisi ve habîbi ve mahbûbu. Bundan ötürü Allah bu kâinâtı, bu mevcûdâtı halk etmişdir. Ve buyurmuş ki, "Yâ Dâvûd, küntü kenzen mahfiyyen, ben gizli bir hazîne idim, beni bilmeleri ve sevmeleri için mahlûkâtı halk etdim.

"Yâ Resûl, Ey Habîbim! Bütün mükevvenâtı senin için halk etdim, seni kendi zât-ı ulûhiyyetim için halk etdim". Gene diğer bir hadîs-i kudsîde, "Levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk, seni halk etmeseydim, bu mevcûdâtı, mükevvenâtı halk etmeyecekdim" buyurmuşlardır. 

Habîb-i Hudâ Efendimiz Hazretlerinin abdiyyeti, risâletinden mukaddemdir. Onun için bizim necâtımız olan şu kelime-i tayyibe ki, "eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûluh". Şehâdet. Dikkat buyrulursa, gözle görülen şeye şehâdet edilir, gıyâba şehâdet edilmez. Öyleyse Allah hâzır ve nâzırdır ve ne tarafa dönersek Hakk'ın cemâline dönmüş oluruz ki, gene Kitâb-ı Kerîminde "Ne tarafa dönerseniz, benim cemâlime dönmüşsünüzdür" meâlindeki âyet-i kerîme ile bizlere bunu ihbâr ve i'lân etmekde. Fakat görmeyen için, bu kâbil değildir. Onlara bu kapı, bu bâb açılmamışdır, feth olunmamışdır. Bu feth olunmayanlara da yani bu âlemde Hakk'ın cemâlini görmeyip, mücerred kudretini görenler için de âhiretde, "وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ * اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ vücûhun yevmeizin nâzırah, ilâ rabbihâ nâzira", gökdeki ayı bedr-i tâmmında  gördüğümüz vakit, önümden çekil şu ayı göreyim demiyorsunuz, demiyoruz değil mi, onun gibi, mü'minlere tecellî edecek, mü'minler göreceklerdir. Misâl olarak, Allah mekândan münezzehdir. Ama bu âlemde görmeyen orada göremez. Bu âlemde Hakk cemâlini görmeyen, hiç olmazsa kudretullahı ve sun'-i ilâhîyi görmelidir. 

Her zerrât Allah'a giden bir yoldur. Her zerrât, kâinâtdaki her şey. Yani maddî, manevî her ne varsa, her ne varsa, hepsi Allah'a götüren bir yoldur. Fakat en büyük kapı, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın kapısıdır ki bu, kulluk kapısıdır. Burdan giren i'vicâcsız doğru Hakk'a vâsıl olur. Fakat bir çok insan bu kapıdan girdiği halde, yolunu düzeltememiş, kulluğunu, abdiyyetini yerine getirememişdir. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme tâbi olmak ve Resûlullah'ı sevmek, Allah'ı sevmek, Resûlullah'a tâbi olmak, Allah'ın muhabbetini kendi üzerine celbdir. Buna binâen Kitâb-ı Kerîminde Allah, "Söyle Habîbim Muhammed, kullarıma, sana uysunlar, sana tâbi olsunlar ki onları ben seveyim, onların suçlarını affedeyim ve onları kendime lâyık kılayım ve onlara cemâlimi göstereyim" diyor Cenâb-ı Allah. "قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebi'ûnî, söyle onlara Habîbim Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "Eğer beni seviyorlarsa sana tâbi olsunlar, o vakit, vallahu gafûru'r-rahîm".

O "gafûru'r-rahîm"in içerisinde, o rahîmiyyet meselesi çok mühim. Allah'ın rahmet-i sübhâniyyesi yüz cüz olsa, onun bir cüz'ü bu âleme verilmiş, doksan dokuz cüz'ü Ümmet-i Muhammed için, mü'minler için, Allah'ı sevenler için, âhiret için hazırlanmışdır. Yüz cüz'ün bir cüz'ü ki, bu kâinâtda yılanın yavrusuna merhameti, vahşî hayvanların, yırtıcı hayvanların birbirlerine olan şefkat ve merhameti ve ananın evlâda, babanın evlâda olan muhabbet ve merhameti bu bir cüz'ün içerisindedir. Doksan dokuzunu Allah, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen mü'minlere hazırlamışdır, âhiret âleminde. Yakın bir zamanda bu nimete ereceksin. Allah bizim çenemizi îmân üzere kapasın, tek Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize ümmetim desin, bu şerefi bahşeylesin. Bu bizim için kâfî gelecekdir. 

Yine Cenâb-ı Allah Kitâb-ı Kerîminde, "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li ya'bidûn, biz görünen ve görünmeyen kuvvetleri, insanları ve cinnileri ve melâikeyi beni bilip bana ibâdet etmeleri için halk etdim" diyor. Sebeb-i hilkatimiz, abdiyyet ve ubûdiyyet Allahu Teâlâ Hazretlerine. Şimdi şöyle düşünelim. Mü'minler Allah'ın kullarıdır. Dünyâ ve âhiret için en yüce makâm ve mertebe Allah'a kullukdur. Ama bir çok insan vardır ki, Allah'a kulum diye nefsine ibâdet etmekdedir. Meselâ cennet için ibâdet eden kimse, ya da cehennemden korkarak Allah'a ibâdet eden kişi, nefsine ibâdet etmiş olur. Mü'minlere düşen vazîfe abdiyyetde, kullukda dâim olması, Allah'a teslîm olmasıdır. Yani Allah rızâsıdır. Ve her ibâdet ve tâatımızda düstûrumuz "ilâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî" olmalıdır. Ma'nâ-yı şerîfi, "Yâ Rabbi, benim maksûdum ancak sensin, talebim de senin rızândır". Buna ermek için de, bir adamın evvelâ kendisi Allah'dan râzı olması lâzım gelir. Bulunduğu mevkiye ve islâmına ve îmânına râzı olmazsa Hakk rızâsını istemesi hatâdır. Evvelâ kendisi Allah'dan râzı olacakCenâb-ı Hakk Celle ve Tekâddes Hazretlerine kul olanlar iki cihâna sultân olur. 

Bismillahirrahmânirrahîm. "قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ kul innemâ ene beşerün mislüküm yûhâ ileyye ennemâ ilâhüküm ilâhün vâhid", bu âyet-i kerîmede, "sizin misliniz gibi"nin ma'nâsı, cinsde, abdiyyetde benî-Âdem, ma'nâda hiç öyle değil. Yani Habîb-i Hudâ'ya , "Habîbim ve Resûlüm, söyle sen onlara, ben sizin misliniz gibi beşerim", yani cinsiyetde beşerdir Peygamber sallallahu aleyhi vesellem. Ma'nâda bütün beşeriyyetin ve melâikenin ve görünen ve görünmeyen kuvvetlerin hepsinin abdiyyetini farazâ bir terâzinin bir gözüne koysak, Resûlullah'ın abdiyyetini de terâzînin öbür gözüne koysak, Resûlullah'ın abdiyyeti daha ağır gelir. 

Bize niçin halk olunduğumuzu Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri bildirdikden sonra şöyle emrediyor, "يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُو yâ eyyühe'n-nâsü'budû", ey insanlar, eğer insân iseniz, "ü'budû rabbeküm", rabbinize ibâdet ediniz. Çünkü insanlar iki kısımdır. Bir kısmı var, zâhiri insan olup bâtını da insandır.  


Bu da iki türlü olur. Ya hilkaten böyledir, yaradılışda böyledir. Allah'ın seçdiği kullar vardır. Yâhud bu âleme gelir, yine, eğer fâtihası dürüstse, "elestü bi rabbiküm" hitâbında, bu hitâb-ı izzetin lezzeti dimâğından çıkmadıysa, bu âlemde gene aynı vaziyetde uyanık olur. Hem zâhiri insan, hem bâtını insan olur.

Bazısı insan gelir, süflî hayâtın kendi mir'ât-ı kalbine aksiyle yani kötü insanlarla kötü cemiyetle bulunduğu için, o cemiyetin ahlâk-ı habîsesini üzerine çeker ve alır. Onun için Cenâb-ı Hakk gene Kur`ân-ı Kerîminde, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ yâ ehhüllezîne âmenüttekullah ve kûnû me'as-sâdıkîn, Ey mü'minler! Allah'dan korkunuz ve sâdıklarla berâber olunuz" diyor Allah. Dâimâ cemiyetlerde iyi insanlarla, Allah'a abdiyyet yapan kişilerle dostluk yapmak lâzımdır. Allah'a âsî olanların cemiyetinde oturan adam, onların ahlâkından bir şey alabilir. Çünkü gönüller açık bir ovaya benzer, her tarafdan esen rüzgar, o ovadan geçebilir. Gene gönüller aynaya benzer, aksedebilir. Onun için dâimâ iyilerle berâber, Allah'a kulluk edenlerle berâber, onlarla berâber Allah'a kulluk ederek, bu âleme insan geldiğimiz gibi insan yaşayarak insan ölmeyi temin etmelidir.


Zâhirde insan olup, bâtın âlemi hayvân olanlar, onlar, ne Allah'ın, ne de kendilerine ihsân olunan bu nimetlerin farkındadırlar, ne de Allah'ın vermiş olduğu bunca nimetlerin şükrünü îfâ ederler. Bunlar balık gibidir. Ol mâhîler ki deryâ içinde olup deryâyı bilmezler. Bu âlemde olduğu halde, Hakk'ın onun etrafını bütün nimetleriyle çevirdiğinin farkında bile değillerdir.

Onun için, "Yâ eyyühennâs/Ey insanlar!", yani şekli insan olanlar, kalbleri de insan olanlar, "u'budû rabbeküm/rabbinize ibâdet ediniz!" buyrulmuşdur. O Allah ki sizi bir katre sudan halk etti ve ana rahminde sizleri yuğurdu, istediği şekle koydu. Bizden evvel geçenleri de halk etmişdi, helâk etdi. Bizleri de halk etdi, tekrar burdan kendisine rücû' edeceğiz, bu âlemden helâk olacağız. Fakat Hayy ile hayy olanlar, onlar, ölmeyeceklerdir. Çünkü kâfirin kalbi, ölüdür. Mü'minin kalbi hayydır. Onun için Cenâb-ı Hakk, Kur`ân-ı Kerîminde "لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا li yünzire men kâne hayyen, biz hayyları korkuturuz" buyuruyor. Yani hayy olanlar Kur`ân'dan anlarlar. Hayy olanlar, kalbleri diri olanlar Kur`ân'dan lezzet duyarlar. Kalbleri hayy yolanlar Allah ve Resûlünden zevk alırlar, Allah demekden zevk alırlar.

"قُلْ هُوَ الَّذِي أَنشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ kul hüvellezî enşeeküm ve ce'alelekümü's-sem'a ve'l-ebsâra ve'l-ef'ide". Sizi yokdan var ettim. Sizi işitici kıldım. Göz verdim gösterdim. Dil verdim söylettim. Kalb verdim sevdirdim ve sevildim. Onun için, bir kalbde ki Allah muhabbeti, sevgisi yokdur o kalb, kalb değildir, et parçasıdır o. Allah'ı seven kalb, kalbdir. Allah'a ibâdet eden kişi, kuldur.

İbâdetlerin şekilleri vardır. Bir adam "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" dedikden sonra erkân-ı İslâm'ı her hâlde yerine getirmelidir. Gaflete dalıp, şeytana uyup, ömrünü hebâ edenler, âkıbetinde çok ağlayacaklar, çok feryâd u figân edeceklerdir fakat feryâd u figânlarının çâresi olmayacakdır. Muhakkak sûretde erkân-ı İslâm'ı seve seve yerine getirmek her kulun boynunun borcudur. Abdiyyetin en şerefli, en yüksek bir makâm olduğunun izhârıdır.

"Sizi işitici kıldım". Evvelâ işitmek. İnsanın ağzından aldığı zehir, dikkat buyurun, çok mühim, insanın ağzından aldığı zehir, insanın vücûdunu imhâ eder, ifnâ eder, kulağından aldığı zehir, rûhunu ifnâ eder. Kulağını iyi şeylere ver, iyi şeyler dinle. Her şeyi vücûd çuvalına doldurma. Her kelâma kulak verme. İnsanın ihyâsı kulağındadır, insanın rûhunun imhâsı gene kulağındadır.


Bir kulak ki öğüt almaya dinlediğinden
Akıt ana kurşunu hemen deliğinden

İşittiğinden ibret almayan, işittiği ile âmil olmayan o kulak, kulak değildir. Allah'ı zikretmeyen dil de dil değildir. Hakkı görmeyen göz de göz değildir. Yani ibretsiz göz insanın düşmanıdır, o düşmanını başının üstünde taşır. 


Öyleyse mü'minlere düşen vazîfe, nerden gelip nereye gittiğini, niçin gelip niçin gittiğini anlamak ve abdiyyetinin iktizâsı olan o şerefi ihrâz etmekdir. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine tam bir teslîmiyyet, ondan râzı olarak onun rızâsını bekleme ve dâimâ ondan korkma, "ya bana Allah kulum demezse, ya beni huzûruna kabûl etmezse, ya Resûlullah beni ümmetliğe kabûl etmemişse" diye düşünmeli ve bu düşünce kalbini titretmeli. Hattâ bundan o kadar korkmalıdır ki, cellad elinde idâma giden bir kimse ne korku çekiyorsa, bu meselede ondan daha çok korkmalıdır.

Haydi daha açıkça söyleyeyim. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm Tûr'a giderken, bir zât Hazret-i Mûsâ'ya dedi ki, "Cenâb-ı Hakk'a söyle, ben ehl-i nâr mıyım, ehl-i saâdet miyim?". Çünkü bu âleme gelen insanlar ikiye ayrılır, ya şakîdir ya saîddir, ya ehl-i cennetdir, ya ehl-i nârdır, Allah muhafaza buyursun. "Bunu sor Rabbü'l-âlemîne, merâk ediyorum yâ Mûsâ" dedi. Cenâb-ı Mûsâ aleyhisselâm buyurdu ki, "Bu soru Allah'a sorulmaz, bunu sen kendi rûhuna sor. Kendi ef'âl ü harekâtına bak, nerde bulunuyorsun?" dedi. Allah'a sevgili misin değil misin, bulunduğun mevki bunu sana tayin edebilir. Konuşduğun arkadaşların, bulunduğun cemiyet, sana bunu tayin eder. Ne işle meşgûl oluyorsun, ondan bulacaksın, yapdığın ef'âlden. Cenâb-ı Hakk buyurdu ki, "Yâ Mûsâ, o kuluma söyle, sana bir söz emânet vermişdi, o kuluma söyle, ben onu nârıma koyacağım". 

Sen vazîfeni yapmakla mükellefsin, nâra koyar nûra koyar. Ne cennetin tamahı ne cehennemin korkusuyla Rabb'e ibâdet etmek lâzım. Sen abdiyyetini yapacaksın, O da Allahlığını yapacak, Celle Celâluhû Hazretleri. O, Hüve, Hû. Mûsâ Peygamber Tûr'dan döndü, o zâta dedi ki, "Senin sorunu sormadan Hakk bana cevâb verdi, o kuluma söyle". Dedi ki, "Yâ Mûsâ alt tarafını söyleme. Bana kulum dedi mi Allah?". "Evet kulum dedi". "Altını söyleme. Bana kulum dedikden sonra ister nârına koysun ister nûruna koysun, ille kulum desin bana". En büyük şeref Allah'a abdiyyetdir.

Âbâ ü ecdâdımız Allah'a kul oldukları için, Allah onlara cihânı feth ü küşâd eyledi. Kâinâtın idâresini onların emrine verdi. Sonra vaktâ ki biz Hakk kulluğundan çıkıp nefsimizin kulları olduk. Nefsimizin kulu kölesi olduk. İbâdet ve tâatı terk etdik. Evvelâ muhabbeti terk etdik. İşin başı muhabbetdir. Yalnız mücerred tâatda değildir, muhabbetdedir. Çünkü bu kâinâtın mebdei muhabbetle başlamışdır, Hakk sevgisiyledir. Ama Allah'ı seven Hakk'a ibâdet edecek, tâatlı olacakdır. Ama tâatı seve seve yapacakdır. Hakk'ın yasaklarından da Allah'ın celâlinden korkarak kaçacakdır. Vaktâ ki Allah bütün cihânı bizim emrimize vermişdi, sonr abiz nefislerimize kul olduk, köle olduk, esîr olduk. Sonra Allah bizi ne yapdı, nefsine kul olanlar zelîl olurlar, zelîl etdi müslümanları dünyâ yüzünde. İslâmiyyet âlî, müslümanlar zelîl oldular. Neden? Evvelâ hürriyyetlerini kaybetdiler, esîr oldular. Esâret zinciri vuruldu boyunlarına. Ezanlarını okuyamadılar, ibâdetlerini yapamadılar. Yapsalar da kâfirin yumruğu zâlimin yumruğu altında yapdılar. 

Târihdeki ef'âl ü harekât bizim için ibret olmalıdır. Târihden ibret almayan kimse sonra târihe ibret olur. Ne vakit ki insan nefsine hâkim olur, Allah'a kul olur, o vakit iki cihâna sultân olur. Cedlerimiz öyleydi, sonra zulme sapdılar. Hakk yolundan ayrıldılar, Kitâbullah'ı, Allah'ın ibâdet ve tâatını kendi nefislerine, nefislerinin hîlelerine âlet etdiler, Allah da onların, öyle yapanların cezâsını verdi. İzzet isteyen Allah'a kul olsun. Cennet isteyen Allah'a kul olsun. Rızâ isteyen Allah'a kul olsun. Cemâl-i Hakk'ı isteyen Allah'a kul olsun. Yücelsin, çünkü bunun nihâyeti "fî mak'adı sıdk"dır. Kulluğun nihâyeti "mak'adı sıdk"a ermekdir, Hakk'ın indinde bulunmakdır. 

Âkil olanlara sözlerimiz kâfî geldi.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.


Hayâtın olmadan fânî olagör abd-i hakkânî
Bulup esrâr-ı sübhânî safâ ender safâyı bul
Dilersen sermedî devlet hulûs-i kalb ile tâat
Edüp her ân ü her sâat ibâdetle ulâyı bul

www.muzafferozak.com


Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 23 Ekim 1981 (24 Zilhiccce 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön