2 Mart 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Bir zamanlar, Karadeniz ve Akdeniz müslümanların birer havuzu gibi idi. İspanya, müslümanların ellerinde bulunuyordu. İspanya müslümanları, ilim ve medeniyyette çok ileri bir seviyyeye ulaşmışlardı. Denilebilir ki, bugünkü Avrupa medeniyyeti, İspanya'daki müslümanlardan feyiz ve ilham almıştır. Fütuhat devri olan o çağlarda, müslümanlar Allah'ın kitabını
okur ve her işlerini ona uydurur, Kitabullah'ı kendilerine rehber
edinirlerdi. Allahu teala da her işlerinde onlara tevfikini
refik eder, başarılarını artırırdı. Daha açık bir deyimle, dünya
hayatında Kur'an-ı kerim ile amil olmalarının mükafatını, Mevlayı
müte'al onlara kat kat ihsan buyuruyordu. Sonradan, Kur'an-
ı aziymi bıraktılar, nefis ve hevalarına uydular ve sonunda
da belalarını buldular. Hezimetleri de o nisbette acı oldu. Merhaınetsiz
kafirler, Balkan harbinde Türk müslümanlara reva
gördükleri zulmün daha ağırını İspanya müslümaniarına tatbik
ettiler, korkunç katl-i-amlarla bütün müslümanları kadın, erkek,
genç, yaşlı, hasta, sağlam, sakat veya çocuk demeden kılıçtan
geçirdiler, birer ilim hazinesi olan kitaplarını ve kitaplıklarını
baştan aşağı yaktılar, aralarında canlarını kurtarmak
için hristiyanlığı kabul edenleri dahi öldürdüler. Müslümanların
yaptırdıkları bütün ma'bedleri, islam eserlerini yıktılar, Elhamra
sarayı hariç olmak üzere hepsini hak ile yeksan ettiler.
7 ı ı yılında, bir avuç islam mücahidi tarafından fe thedilen İspanya'da
kurulan müslüman hakimiyeti 1 03 ı yılından sonra ön·
ce Emevi saltanatının ve 1 49 1 yılınd:ı da bütün müslümanların
inkırazı ile sonuçlanmış ve 780 senelik koca bir medeniyet yok
olup gitmiştir. Küçücük bir misal olarak arzedelim ki, muhtelif
islam ülkelerinden getirilen ilim ve san'at adamları vasıtasiyle
edebiyatta, musiki ve güzel san'atlarda kaydedilen terakkiler
bir yana, 822 - 857 tarihleri arasında saltanat süren ikinci
Abdurrahman, mükemmel bir posta teşkilatı kurmuştur ki,
böyle bir teşkilat Fransa' da kendisinden ancak beşyüz sene
sonra kurulabilmiştir.
- 563 -
Fakat, ne yazık ki kendisini takiben tahta çıkan halefieri
zamanında karışıklıklar ve kargaşalıklar başgöstermiş, Müvellidiyn
denilen İspanyol dönmeleri ile Herberi'ler ve Araplar arasındaki
iktidar mücadelesi İspanya'nın kuzey ve kuzey batısındaki
Hristiyanların fırsatı ganimet bilerek ayaklanmaları ülkede
rahat ve huzur bırakmamıştır. Bundan sonra isyanlar isyanları,
fesatlar fesatları takibetmiş ve neticede o koca medeniyet
yeryüzünden silinip gitmiştir.
Bu olayları masal gibi, efsane gibi dinlemeyelim. Onların
başlarına gelenler, bizim de başımıza gelmez zannetmeyelim.
Eğer; dinimize, dilimize, gelenek ve görenekierimize sahip olmazsak,
eğer TEVHİD'i bozarsak, milli birlik ve beraberliği yıkarsak,
korkulur ki bizim de başımıza aynı akibet gelecektir.
Tarihi okumalı ve ondan ibret almalıdır. Mazisini bilmeyen,
halini değerlendiremez ve istikbalini güvenlik altına alamaz.
Onun için tarihe bakmalı ve istikbali tayin etmelidir. Son
pişmanlık, hiç kimseye yarar sağlayamamıştır. Çalışmalı, hem
de çok çalışmalıyız. ilim ve irfan sahibi olmalı, dinimize, milletimize
ve yurdumuza hayırlı ve faydalı hizmetlerde bulunmak
için birbirimizle yarışmalıyız. Böyle yapmaz ve birbirimizle uğraşırsak,
birbirimizin kuyusunu kazınağa çalışırsak, dinimize,
milletimize ve yurdumuza ihanet etmiş oluruz. Vatana ve millete
ihanet ise, bu dünyada işlenebilecek suçların en rezili, en
bayağısı ve en zelilidir . .
Çocuklarımızı okutalım, yüksek tahsil yaptıralım, birer
meslek ve san'at sahibi olmalarına yardım edelim. Fakat, herşeyden
önce onlara Allah ve peygamber sevgi ve saygısını, din
sevgisini, millet sevgisini öğretelim. Küçük yaşlardan itibaren
körpe dimağlarına fitne ve fesat tohumları ekmeyelim. Dinsiz
insan olmaz, dinsiz cemiyet yaşamaz, dinsiz millet payidar olamaz.
İslamiyyet ilmi, fazileti, üstün yüksek ahlakı, bütün yaratılanlara
sevgi ve şefkati, çalışmayı, ilerlemeyi emreder. Körü
körüne din düşmanlığı, şeri'at aleyhtarlığı bize hiçbir şey
kazandırmamış, üstelik pek çok şeyler kaybettirmiştir. Aklımızı
başımıza devşirelim, adam olalım, kamil insan olalım, müte-
564 -
kamil müslüman olalım. Allahu teala, bize cennet gibi bir vatan
b alış ve ihsan etmiştir. Aşağılık duygularımızdan kurtulalım,
birbirimize sarılalım, birbirimizi tanıyalım ve tamamlayalım.
Topumuzu, tüfeğimizi, silahımızı, uçağımızı, zırhlımızı, fabrikamızı,
motörümüzü, ağır sanayiimizi kendimiz yapalım. Merde,
namerde muhtaç olmayalım. Düşmanianınıza el açmayalım.
Bundan önceki derslerimizden birisinde belirtmiştik, milletierin
kıyametleri hürriyet ve istiklallerinden mahrum kalmaları,
düşman çizmesi ve düşman kırhacı altında inim inim inlemesidir.
Bir yere misafir gidiyoruz da, en lüks otellerde bir kaç gün
içinde tedirgin olmaya başlıyoruz ve kendi yuvamızı hasretle
arıyoruz. Allah korusun, eğer yok edilmez isek, bu aziz yurttan
kovulmak ve ayrılmak zorunda kalırsak, nerelere gider ve kim·
lerin yanına sığınırız? Sığınabilsek bile rahat edebilir miyiz?
Yerinden ve yurdundan ayrı düşmek, en büyük musibet ve en
korkunç zillettir. İyi bilelim ki, şeklen ve zahiren dost gibi görünenler
de dahil olmak üzere yabancıların gözleri bu cennet
vatandadır. Altmış yıl önce, Batı'lı devletlerin sevgili Anadolu'muzu
aralarında nasıl bölüştüklerini gözlerimizle gördük. Müslüman
Türk halkına karşı işledikleri vahşet ve cinayetlere şahit
olduk.
Hemen söylemeliyim ki, fakiri pür-taksirin hiç kimse ile
bir alacağı vereceği yoktur. Kendimden gayrı hiç kimsenin aleyhinde
bulunmaktan korkar ve çekinirim. Binaenaleyh, maksadım
siyaset değil, hakikattir. Biz, yarım asır önce başımıza gelenleri,
kahraman babalarımızın ve ağabeylerimizin nelere katlandıklarını,
kendilerinden kat kat üstün, en modern silah ve
teçhizada donatılmış işgalcileri yurdun harim-i ismetinden kovmak
uğrunda ne büyük fedakarlıklar yaptıklarını tamamiyle
unutmuş görünüyoruz. Çektiğimiz sıkıntıları, meşakkat ve musibetleri
mübarek ağızlarından dinleyebileceğimiz kahraman
gazilerden -Lehül-hamd- yaşayanlar vardır. Onun için, bu çekişmelerden,
bu tenbellikten, bu gaflet ve cehaletten silkinip
kurtulalım, diyoruz. Ma'azallah, bu uyuşukluğumuzdan faydalanarak
dost veya düşman hüviyetinde yurdumuzu istilaya hazırlananlan,
bizi bölüp parçalamağa çalışanları, tekrar sürüp
- 565 -
çıkarabilir miyiz? Bilmem ama, çıkarsak bile çok kan döker ve
çok şeyler kaybederiz. Ne ırz kalır, ne iffet! . . Ne mal kalır ve
can! . . Ne koltuk kalır, ne iktidar! .. Ne namus kalır, ne mukaddesat!
..
Gidişimiz gidiş değildir. Bilerek veya bilmeyerek vatana
ihanet, hiç şüphe yok ki dine ve o dinin sahibi olan Allah ve Resulüne
ihanettir. Allah ve Resulüne ihanet edenler ise, bugüne
kadar yeryüzünde tutunamamış ve yok olup gitmiştir. Bir takım
Allah'sızların ve dinsizlerin yeryüzünde söz sahibi olmalarına
aldanmayınız. Eğer, bizler Hakka hakkıyle kul olur, kulluk
görevlerimizi tam ve eksiksiz yerine getirirsek, Kur'an-ı
aziymin yalnız Hafız efendilerin ağzından dinlemek için değil,
amel etmek için gönderildiğini fark ve temyiz edersek, o Allah'sızlar,
o ·dinsizler yeryüzünde bannamazlar, kısa zamanda kahrolur
ve giderler. Bundan önceki dersimizde Fira'unun İsrail
oğullarına yaptığı zulüm ve kötülüklerden bahsederken, İsrail
oğullarının da Allahu teala'ya asi olmak, gönderdiği peygamberleri
yalanlamakla kalmayarak katietmek cür'etinde bulundukları
için bu cezaya müstehak olduklarını belirtrneğe çalışmıştım.
Biz de Allah1,1 teala'ya hakkıyle kul ve Resulüne layık
bir ümmet olursak, Mevla o zalimlerin zulümlerinden bizi de
bütün dünyayı da kısa zamanda halas edecektir.
Bunun da, biricik şartı ve çaresi Kitabullah_'a sıkı sıkı sarılmak,
Kur'an ahlakıyle ahlaklanmak, onun YAP dediklerini
seve seve ve cana minnet bilerek yapmak, YAPMA dediklerinden
de salgın hastalıktan, canavardan kaçar gibi kaçmak ve sakınmaktır.
Doğrudan doğruya Kur'andan alıp Uhamı,
Asrın idrakine söyletmehylz islamı! o o
Başka yol yoktur, bu hastalığın başka ilacı mevcut değildir.
Sekiz asra yakın müslümanların elinde bulunan İspanya,
altı asra yakın Osmanlı devletinin hakimiyyetinde bulunan topraklar,
on üç asra yakın müslümanların idaresi altında bulunan
- 566 -
Kudüs şehri ve Kur'an-ı aziymde adı geçen üç mescitten birisi
olan Mescid-i Aksa, bugün müslüman cemaatlerinin esir muamelesi
gördükleri diğer ülkeler hep bu yüzden kaybedilmiş;
Kur'ana, islama, dine, iymana sırt çevirmek yüzünden hemen
bütün islam ülkeleri geri kalmış, müslümanlar kafirlerin ve Allah'sızların
zebunu olmuşlardır. Çünkü, Allah'ın kitabını oku·
mam1 şız, okusak bile anlamamışız, aniasak bile amil olmamışız.
Okumadığımız, anlamadığımız ve amil almadığımız için
de, dünya hırsına kapılmış, küçücük menfaatler karşılığında
yalnız islama değil, topyekun müslüman toplumuna, kendi dindaşlarımıza
ihanet gibi ağır suç ve vebal altına girmişiz, ırzımız,
iffetimiz, malımız, canımız kafirlerin elinde oyuncak olmuş
, ma'neviyyat ve mukaddesatımiz çiğnenmiş, benliğimiz ve
kimliğimiz unutturulmuş, gayret ve hamiyyet duygularımız
uyuşturulmuş, yabancılara avuç açmaktan utanmaz, başkalarından
yardım dilenmekten haya etmez, tenbel, miskin, atıl
ve batıl kalmışız. Sömürgeciler ve sömürücüler bir kuru dilim
ekmek atacak diye kuyruğa girerken, o zalimler tabii servetlerimizi,
milli kaynaklarımızı kendi çıkarları istikametinde
rahat rahat kullanmışlar, sırtımızdan para kazanıp refaha kavuşmuşlardır.
İnsanın söylerneğe dili varmıyor ama, bunun sebebi nedir
bilir misiniz ? Bir çok islam ülkelerini idare edenler, Allah u teala'ya
kul olmayı unutmuşlar, falanca krala, filanca başkana
kul olmuşlar, hasis menfaatler karşılığında yabancı şirketlerle
ortaklıklar kurmuşlar ve sonunda hem kendileri sefil ve rezil
düşmüşler, hem de milletlerini berbat ve perişan hallere düşürmüşlerdir.
Düşünememişler, kendilerinden önce gelip geçen kavimlerden
ve milletlerden i b ret alamamışlardır. Hristiyan alemi
. ac kurtlar gibi müslüman Afrika'ya saldırmış, İngiliz, Fransız,
İ talyan, İspanyol, Portekiz, Hollanda, Belçika ve daha adlarını
sayamayacağımiZ bir çok mÜstevli devletler musallat olmuşlar,
ellerinde birer haç bulunan misyoner papazların öncülüğünde
o verimli kıt'anın tabii servetlerini aralarında bölüşmüşler,
saf ve ma'sum Afdka halkının sülük gibi kanını emdikten
başka, inim inim inletmişlerdir,
Medeniyet ve kültürü Avrupa kıt'asına götürenler ise müslümanlardır.
Avrupa'lılar, kendilerine müslümanlardan kalan
bu medeniyet ve kültür mirasını kendilerine göre temessül etmişler
ve karşılık olarak müslüman Afrika'ya vahşet, cinayet ve
sefalet götürmüşlerdir. Aradaki fark budur. İslamın Avrupa'ya
yayılmasından ve yaygınlaşmasından telaş ve helecana kapılan
kilisenin önderliğinde kurulan ve yürütülen gizli faaliyetler, ne
yazık ki meyvelerini vermiş, İspanya'da kurulan Endülüs - Müslüman
medeniyetini, kurucuları ile birlikte mahvetmişlerdir.
İbret verici bir misal olduğu için belirtmek isterim :
Müslümanların İspanya' daki son başkentleri Granada şehriydi.
Kral Ferdinand, kiliseden ve diğer Avrupa ülkelerinden
aldığı maddi ve ma'nevl destekle Granada'yı şiddetle tazyik ediyordu.
Kuşatma uzamış ve daha da şiddetlenmişti. Bu sırada
Granada emiri Ebu-Abdullah Sagir'in emriyle toplanan harp
meclisinde, Allah'ın kitabına sırt çevirmiş, din ve millet düşmanı
hainler de bulunuyordu. Haramla biriktirdikleri servetlerinin
ellerinden çıkmasından gayrı hiçbir kayguları bulunmayan
bu zalimler, düşmanla anlaşmayı ve ülkeyi terketmeyi öneriyorlardı.
Bu vicdan ve ahlak yoksulları, kendi dindaşlarına ihanetten
zerre kadar çekinmeyen bu alçaklar ve yabancı uşakları,
ahiret ve kıyamete inanmadıkları için, o toprakları fethetmek
için Allah yolunda seve seve canlarını veren şehitlerin, güle
güle kanlarını döken gazilerin yüzlerine mahşerde ne cesaretle
bakabileceklerini düşünmüyorlar, ancak kendi çıkarlarını
korumak, nefislerinin arzusunu yerine getirmekten başka
bir şey yapmıyorlardı. Onların kor dalası karıniarına bir şeyler
girsin, zevk ve şehvetleri yerine gelsin de ne olursa olsundu ..
Evet, Allah'tan korkmayandan, Peygambere İyınan etme·
yenden, Kur'ana uymayandan, din ve milletine sadakat göstermeyenden
başka ne beklenebilirdi ? Bunlar, üstelik dindar gibi
görünüyorlar ve işledikleri bütün fuhşiyyatı, kötülükleri din
narnma yapıyor tavrını takınıyorlardı. Zira, menfaatleri böyle
gerektiriyordu.
- 568 -
Bu harp meclisinde bulunan hamiyyetli kumandanlardan
Musa bin Gazzam bu hainlere, bu din ve devlet düşmanlarına,
gayet mü'essir ve veciz bir hitabede bulunmuştu. Ne var ki, bu
kabil konuşmalarda ayet ve hadis okumanın tesiri, ancak iymana
istidadı olanlar içindir. Oysa, gözlerini dünya hırs ve
menfaatleri karartmış kimseler için ne söylenilse, ne kadar
ayet-i kerime ve Hadis-i şerif okunsa, asla kar etmez ve onlar
hak ve hakikate yönelemezler. Hatta, bu ayet-i kerimeleri iki
cihan serveri, ins-ü cin peygamberi dahi okusa, bu gibilere hiçbir
tesiri olmaz ve onlar doğru yola gelemezler.
Derslerimizde sık sık tekrarlıyoruz : Bir kimseye, hırs ve
tamalı arız olunca onda ibret ve haya kalmaz. Bir insanda ya
akıl vardır veya kibir, ya haya vardır veya hased ve tamah . . .
Akıl ve haya bulunan başlarda mutlaka iyman vardır, iymanlı
başın kalbinde merhamet bulunur. Merhametsiz kalpler hased
ve tamalı yuvası, şeytan evi haline gelir ve artık ondan her tür•
lü kötülük beklenir. Bu gibiler için Allah, peygamber, din. iym
n n , insan sevgisi söz konusu bile değildir. O yalnız. üç günlük
hayatını dilediği gibi tüketmeyi ve bunu sağlamak için de
şahsi menfaatlerini koruyup kollamayı düşünür, ölümü, ahireti,
kıyameti, mahşeri, hesabı, azabı aklına bile getirmez. Böylelerini
cennetle müjdelesen de ne çıkar? Cehennem ile korkutsan
ne anlar? Merhamet duyguları körleşmiş, hamiyyet hissi sağırlaşmış
, bütün insani hasletleri törpülenmiştir. Kişisel çıkar·
ları uğrunda gerekirse, bütün insanlığı dahi feda etmekten çe
kinmez. Vatan elden gitmiş, millet esir ve perişan olmuş, onun
urourunda bile değildir. Ne giderse gitsin, kim ölürse ölsün, tek
onun menfaatlerine dokunulmasın . . .
Ehl-i irfan, insanı helak eden beş zehir vardır, demişlerdir.
Bu beş zehir, yalnız dünyada zehiriernekle kalmaz, ahiret hayatında
da elim bir azaba sürükler. Bu beş zehirle helak olanların
sayıları pek çoktur. Çevrenize, dikkat ve ibretle bakarsanız,
kimlerin bunlarla zehirlenmiş olduklarını hemen farkedersiniz.
Şimdi, bu beş korkunç zehirin neler olduklarını birer birer
sayayım ve aklım erdiği kadar bunların ilaçlarını da salık
vereyim :
Bu harp meclisinde bulunan hamiyyetli kumandanlardan
Musa bin Gazzam bu hainlere, bu din ve devlet düşmanlarına,
gayet mü'essir ve veciz bir hitabede bulunmuştu. Ne var ki, bu
kabil konuşmalarda ayet ve hadis okumanın tesiri, ancak iymana
istidadı olanlar içindir. Oysa, gözlerini dünya hırs ve
menfaatleri karartmış kimseler için ne söylenilse, ne kadar
ayet-i kerime ve Hadis-i şerif okunsa, asla kar etmez ve onlar
hak ve hakikate yönelemezler. Hatta, bu ayet-i kerimeleri iki
cihan serveri, ins-ü cin peygamberi dahi okusa, bu gibilere hiçbir
tesiri olmaz ve onlar doğru yola gelemezler.
Derslerimizde sık sık tekrarlıyoruz : Bir kimseye, hırs ve
tamalı arız olunca onda ibret ve haya kalmaz. Bir insanda ya
akıl vardır veya kibir, ya haya vardır veya hased ve tamah . . .
Akıl ve haya bulunan başlarda mutlaka iyman vardır, iymanlı
başın kalbinde merhamet bulunur. Merhametsiz kalpler hased
ve tamalı yuvası, şeytan evi haline gelir ve artık ondan her tür•
lü kötülük beklenir. Bu gibiler için Allah, peygamber, din. iym
n n , insan sevgisi söz konusu bile değildir. O yalnız. üç günlük
hayatını dilediği gibi tüketmeyi ve bunu sağlamak için de
şahsi menfaatlerini koruyup kollamayı düşünür, ölümü, ahireti,
kıyameti, mahşeri, hesabı, azabı aklına bile getirmez. Böylelerini
cennetle müjdelesen de ne çıkar? Cehennem ile korkutsan
ne anlar? Merhamet duyguları körleşmiş, hamiyyet hissi sağırlaşmış
, bütün insani hasletleri törpülenmiştir. Kişisel çıkar·
ları uğrunda gerekirse, bütün insanlığı dahi feda etmekten çe
kinmez. Vatan elden gitmiş, millet esir ve perişan olmuş, onun
urourunda bile değildir. Ne giderse gitsin, kim ölürse ölsün, tek
onun menfaatlerine dokunulmasın . . .
Ehl-i irfan, insanı helak eden beş zehir vardır, demişlerdir.
Bu beş zehir, yalnız dünyada zehiriernekle kalmaz, ahiret hayatında
da elim bir azaba sürükler. Bu beş zehirle helak olanların
sayıları pek çoktur. Çevrenize, dikkat ve ibretle bakarsanız,
kimlerin bunlarla zehirlenmiş olduklarını hemen farkedersiniz.
Şimdi, bu beş korkunç zehirin neler olduklarını birer birer
sayayım ve aklım erdiği kadar bunların ilaçlarını da salık
vereyim :
- 569 -
1) DÜNYA SEVGİSİ'dir. (Panzehiri KANAAT'tir. Dünya
sevgisi zehiriyle zehirlerienler, kanaat Hacını kullanır·
larsa iyileşir ve sağlıkianna kavuşurlar. Aksi halde, de·
belene debelene geberip gitmeleri muhakkak ve mukad·
derdir.)
2) MAL SEVGİSİ'dir. (Panzehiri TEVEKKÜL ve TESLİ·
MİYYET'tir. Mal sevgisiyle zehirlenenler, tevekkül ve
teslimiyyet Hacını kullanırlarsa, malın gerçek sahibinin
Allah u teala ve tekaddes hazretleri olduğunu anlarlar,
o mala gönül vermez ve bel bağlamazlar, ellerindeki
malı gerekli yerlerde kullanırlar, zekatlarını ve sadaka·
larını verirler, muhtaçlara yardım ederler. Aksi halde,
dünya sevgisiyle zehirlenenler gibi geberir giderler,
mallan helal ise hesabını verirler, haram ise azabını görürler.)
3) DÜNYA KELAMI'dır. (Panzehiri, boş ve faydasız, değersiz
ve anlamsız sözleri terketmek, dilini tutmak ve
lisanını zikrullah ile, daima doğru ve gerçek söylemekle,
hakkı ve sabrı tavsiye ve talim etmekle, Allah ve Resiılüne,
Hak yoluna çağırınakla elde edilir.)
4) ÖMÜR'dür. (Ömürlerini zevk ve sefahatle, günah, isyan
ve kötülüklerle geçirenler, bu korkunç zehirle dünya
hayatında zarar ve ziyanla, ahirette de ebedi hüsranla
karşılaşmaktan kurtulamazlar. Bunun da panzehiri v
ilacı, kulluğunu bilmek, kulluk makamında daim ve ka·
im olmak, ömrünü ibadet ve ta'atle, hayır ve hasenatla,
şahsına, ailesine, milletine yararlı hizmetlerde bu·
lunmakla geçirmek ve gençliğinden itibaren Hakka kullukla
kocalmaktır.)
S) DÜNYA GÜNLERİ 'dir. (Günlerini, hiçbir işe yaramayan
boş, faydasız ve anlamsız işlerle ve eğlencelerle geçirenler,
ömür sermayelerini havaya verenler, ahiretin
tarlası mahiyyetinde olan dünyada hayır ve iyilik to·
humları ekerek sonradan bol mahsuller alacaklarını
düşünmeyenler, nereden gelip nereye gittiklerini, ne-
570 -
den yaratıldıklarını, asıl görevlerinin neler olduğunu
fark ve temyiz edemeyenler, takvim yaprağı gibi birer
birer koparıp attıkları günlerini isyanlarla, kötülükler·
le, günahlada boşuna harcayanlar için gelip geçen, hergün
elbette öldürücü bir zehri yudumla içmiş gibi olurlar.
Bunun da panzehiri ve ilacı; Allahu teala'ya ve Resul-
ü mücteba'ya inanmak, gönül vermek ve iyman etmek,
dünya hayatının gelip geçici olduğunu düşünerek
her gününü kulluk ve ibadetle değerlendirmek, namaz,
larını vaktinde, erkan ve adabına uyarak tam ve eksik
siz kılmak, oruç tutmak, zikrullah ile meşgul olarak işi
ni görmek, özüyle, gözüyle, sözüyle doğru olmak, elinden
ve dilinden hiç kimseye zarar vermemektir.)
Bu elem yurdu deni dünyanın,
Derdine, mihnetine gayet yok;
Bir çürük diş gibi bence bu can,
Çıkmadan sahibine rahat yok! ..
Allah korkusu, Allah ve peygamber sevgisi ile, ölüm ve öte
si, karanlık kabir, sual, mahşer, hesap, azap korkusu ile ağla
mayan gözler; kişinin kalbinin taştan daha katı olmasındandır.
Kalbin katılığı da, günahların çokluğundan ileri gelir. Çok günah
işlernek ise, ölümün unutulmasından olur. Ölümü unutmak,
tul-ü emeldendir. Tul-ü emel ise, dünyayı gereğinden faz·
la sevmekten, ona meyil ve aşırı muhabbet etmekten doğar.
Böylesine aşırı bir muhabbet bütün suçların ve hataların başı
ve başlangıcıdır.
Evet, iddia ve israr ediyorum: Dünya muhabbeti, bütün kö
tü ve çirkin ahlakların başıdır. Hırs, tamah, hased, kibir, zulüm,
isyan ve tuğyan aşırı dünya muhabbetinin mahsulleridir.
Bunlar, dünyayı sevenlere hoş gibi görünseler bile, aslında mih·
net, meşakkat, kaygu ve tasadan başka bir şey değildir. Dünyaya
düşkün olanlar, hiçbir şeyden zevk almazlar, huzur bulmazlar,
rahat etmezler. Günleri para saymak, ömürleri mal ve para
biriktirmekle geçer. Bu uğurcia bir çok rezaletlere, aşağılıkla-
57 1 -
ra, bayağılıklara katlanırlar. Ellerine fırsat geçerse, o mal ve
paralarma güvenip dayanarak zulmetmekten çekinmezler, kötülük
ve haksızlıklardan sakınmazlar, başta şeref ve haysiyetle
ri olmak üzere gerekirse herşeylerini bu yolda feda etmekten
kaçınmazlar. Fakat, gün gelir va'deleri dolar, ecel yakalarma
yapışır, zillet ve mezelletle topladıkları o mal ve paraları yiyemeden,
kısmet olursa sekiz arşın beze sarılırlar ve en yakınları
tarafından götürülüp bir çukura atılırlar. Üzerlerine titredikleri
malları, mülkleri, paraları ve servetleri başkalarına kalır,
karılarını başkaları alır, oğulları ve kızları zevk ve sefahate dalar,
mirasyedi ho vardalı ğı ile etrafa dehşet salar, kendisi de ahirette
ter döküp bocalar. Kazandığı helal ise hesabı, haram ise
azabı vardır, kabir denilen çukur gayet dardır ve o dünya düşkününün
kıyamete kadar işi gücü ah-ü zardır. Bu hal, kıyamete
kadar böylece sürüp gider, ibret almaktan nasipleri olanlar da
onların bu hallerini dikkat ve hayretle seyreder.
Granada' daki harp meclisinden sözü nerelere getirdik, ba
ışlayınız! .. İnsan, bazı gafillerin hallerini anlatırken, çoğu zaman
ne diyeceğini şaşırıyor. Fakat, Granada harp meclisinde
konuşan Musa bin Gazzan, dünyaları için ahiretlerini, dini ve
milli haysiyetlerini feda eden o iki yüzlülere, kişisel çıkarları
için İspanya kralından aman dilerneğe kadar alçalan o hayasız·
lara şöyle haykırıyordu :
- Ey kraldan aman dilemeği öneren gayretsizler! . .
Haram olarak biriktirdiğiniz mallarınızı koruyabilmek için
kraldan aman dilernekle selam et bulacağınızı mı sanıyorsunuz?
Düşünmüyor musunuz ki, bu teklifiniz bunca Ümmet-i Muhammed'in
helak olmalarına razı olmak demektir. Allahu teala bilir,
ama bu re'yiniz gayet kötü bir re'ydir ve gayet kötü sonuçlar
verir. Başka delile ne hacet ? Bizden önce bu kralın hakimiyyeti
altında bulunan müslüman kardeşlerimizin halleri ve
akibetleri kafi değil midir? İspanyolların, aleyhimizdeki düş·
manlıkları, intikam duyguları Granada'yı almakla yatışır mı sanıyorsunuz?
Onlar, bir kerre TEVHİD'imizi bozarlar, birlik ve
beraberliğimize son verirler ve bizi dağıtıp parçalarlarsa, bü-
572 -
tün yurdumuzu elimizden kolaylıkla ve rahatlıkla alacakların1
biliyorlar. O zaman görürsünüz başımıza ne ateşler yağdıracaklarını
? Bugün, Granada hükumetinde üç milyon müslüman var·
ken, bu islam hükumetini mahvederek İspanyollara teslim olmak,
onların esiri haline gelmek zilletine neden düşelim? B izle·
re vacibolan, son nefesimize, son damla kanımıza ve son eri·
mize kadar Allah ve peygamber rizasıyçün, vatan ve millet uğrunda
çarpışmaktır. Allahu zül-celal vel-kemal hazretleri, maz·
lum kullarının her zaman ve her yerde yardımına yetişmiş, nusretini
ve inayetini hiçbir zaman esirgememiştir. Namus ve haysiyetimizle
şan ve şerefler içinde ölmek, namus ve haysiyetten
mahrum, şerefsiz bir hayat sürmekten daha hayırlı ve üstündür.
Sürünerek yaşamaktansa, ölmek evladır. Düşman kalın ve
çizmesi altında esir olmaktansa, hür ve müstakil yaşamak uğrunda
bin canım olsa, hepsini feda etmekten asla çekinmem, diyordu.
insanlığı parnal eden alçaklıı yık, ez! ..
Billah yaşamak yerde sürüklenmeğe değmez . . .
Fakat, ne hazindir ki İspanya kralının neşrettiği yalan va'adler
ve özellikle halkın iyman zayıflığı ve hamiyyetsizliği
ve dünya hayatına aşırı muhabbetlerinden ileri gelen vatan hainliği,
Musa bin Gazzam'ın re'yi ve teklifi hilafına onlara dünya
ve ahirette düşecekleri zilleti unutturdu ve maalesef şehrin
kral Ferdinand'a teslimine karar verdiler.
Granada teslim edildi ve Perdinand her bakımdan muradına
erdi. Şehrin teslimine karar verenler, düşmanlarından öylesine
hakaret ve zulümler gördüler ki, bu esirliği tatmaktansa
Musa bin Gazzam'ın söylediği gibi son damla kanlarını akıtıncaya
kadar çarpışarak ölmediklerine pişman oldular ama
neye yarar? Olan olmuş ve düşman başkentlerine girmişti. Esaretin,
hakaretin, zulüm ve binbir felaketin tadını tadan halk,
Granada'yı İspanyollara teslime razı olan ileri gelenleri alçaklık,
korkaklık ve hainlikle suçluyordu. Ama, asıl hüner esir olmadan
ölmesini bilmekti. Onlar dünya hayat ve menfaati için
- 573 -
ölümü göze alamamışlar ve elbette esirliğin, zulmün ve her
türlü kötülüğün tadını gayet acı bir şekilde tatmışlardı, ömürleri
boyunca da tatmak zorunda idiler.
Musa Bin Gazzam, bütün bu felaketlerden sonra, etrafında
toplanan, Allahu teala'ya ve Resul-ü mücteba'ya sözde inanıp
-iyman etmiş, gönül vermiş, ölümü ve ahirtti düşünen sözde
hamiyyetli müslümanlara şöyle hitabediyordu :
- Ey gayretli müslümanlar! ..
Allahu teala'ya iyman eden ve Kitabullah'ı kendilerine
_ rehber edinen aziz mü'minler! Ağlayıp sızlamak, yanıp yakınmak
kadınlarla çocuklara yakışır. Ağlamayı bırakın, gözyaşı
yerine son damlasına kadar kanlarımızı dökelim. İymanımızın
gerektirdiği mertliğimizi, yiğitliğimizi gösterelim. Dinimiz, milletmiz
ve vatanımız uğrunda canlarımızı feda ederek daha önce
bize bu toprakları armağan eden kahraman atalarımızdan
şehitlerin arasına, gazilerio sırasına girelim. Böyle şerefli bir
ölüm, rahat döşeğinde çevresinde gözyaşı dökenler arasında
can vermekten bin kat hayırlıdır. Düşmanın alıdinde ve va'dinde
sadık kalacağını sananlar varsa, iyi bilsinler ki, aldanıyorlar.
Onların, bizim kanlarımızı dökrneğe nasıl susamış olduklarını,
bugüne kadar olup bitenlerden sezinleyememek büyük bir hata
ve gaflet olur. Böyle aciz ve zelil bekleşerek uğrayacağımız zulüm
ve hakaretten ise, çoğumuzun korktuğumuz ölüm daha hafif
kalır. Malları ve mülkleri ellerinden gitmemesi için, namus
ve şereflerini feda edenler, dinlerini, iymanlarını ve Kur'anlarını
terkedenler, iyi bilmelidirler ki, bu korkaklıklarının ve iymansızlıklarının
cezasını çekmekte gecikmeyecekler, üzerlerine titredikleri
malları ve mülkleri düşman tarafından yağma edilecek,
gözlerinin önünde kadınlarının ve kızlarının ırz ve iffetlerine
göz dikilecek, bu faciaları görmemek için ölmeği göze alamayanlar,
karılarını ve kızlarını düşman askerlerinin kucağında
onlara şarap kadehi sunarken görecekler ve çok pişman olacaklardır
ama, korkarım o zaman iş işten geçmiş olacaktır.
Gelin ey müslüman kardeşlerim, Allah u teala' dan nusret
ve inayetini ni yaz ederek Afrika' daki islam meliklerinden yardım
isteyelim. Yardım gelsin veya gelmesin, o zamana kadar el-
574 -
birliği, gönül birliği ederek gücümüz yettiği kadar vatanımızı
ve mukaddesatımızı müdafaa edelim. Ben, şahsen bu alçaklıktan
kendimi kurtarmanın yolunu bilirim. Fakat, ümmet-i Muhammed'e
acının, diyordu.
Musa bin Gazzam'ın bu hitabesine hiç kimse cevap verememişti.
Bütün gayreti boşunaydı. Bu hamiyyetsiz insanların,
düşman ayağı altında çiğnenmesi gerekiyordu. Hak yolunda ölmesini
bilemeyenlerin, yaşamaya da hakları olamazdı. Netekim,
öyle de oldu . . .
Göğüsü İyınan ile dolu yiğit ve kahraman Musa bin Gazzam
(Allah ona rahmet etsin) bu toplulukta da kendisine refik-i
şefik bulamayınca tek başına bir bölük zırhlı İspanyol askeriyle
savaştı. Bir çok kafirin canını cehenneme yolladı, sonra kendisi
de yaralanarak atından düştü. Fakat düşmanlarının eline
geçmemek, onların hakaret ve zulümlerine ma'ruz kalmamak
için dizleri üstünde sürünerek kendisini yüksek bir tepeden
denize attı ve şehitlik rütbesine ulaştı. Rabbim, gerek ona ve
gerekse onun gibi din, millet ve mukaddesatları uğrunda seve
seve canlarını feda eden kahramaniani garka-i garik rahmet eylesin.
Şehir, tamamiyle düşmanların ellerine geçti ve o kahpeler
hiçbir din ve mezhebe, hiçbir insani ölçü ve meşrebe sığmayan
kötülüklere başladılar, ahiderini tamamen unuttular, anlaşmaları
umursamayarak ne kadar mescit varsa ya yıktılar veya
kiliseye çevirdiler. O muhteşem Elhamra sarayına haçlı bayrak
çekildi. Yüzlerce müslüman kadın ve kızları, Avrupa krallarına
hediye olarak gönderildi. Yüzbinlerce müslüman, zulüm
ve hakaretlerle inim inim inletilerek öldürül9-ü, binlerce yuva
söndürüldü. Yüzbinlerce mu'tena ve mil'teher islam eserleri,
emsalsiz kitaplar ve bu arada bin cilt ve beşyüz cilt olarak yazılmış
tefsirler üzerlerine zift dökülerek tamamiyle yakıldı, edebiyata,
musikiye ve güzel san'atlara ait en küçük bir örnek bırakılmaksızın
islam san'atına ait ne varsa, hepsi yok edildi.
Zulüm ve vahşet o kadar ileri götürüldü ki, Granada halkına
abdest almasını unutturmak için el ve -yüz yıkamaları bile
yasaklandı. Müslümanların kıyafetleri ve yazıları değiştirildi.
- 575 -.
Aralarında, can korkusuyla hristiyanlığı kabul edenler bile,
vaftiz edildikten sonra : (Artık ruhun arınıp paklan dı. . .) deni·
lerek ateşte yakıldılar.
Granada' da müslüman halka reva görülen zulümlerin aynı,
bir önceki dersimizde açıkladığımız gibi Balkanlar'da müslüman
Türk'lere de uygulanmış ve daha sonra Yunan'lıların
Anadolu'muzu işgale cür' etlerinde de bütün bu zulüm ve hakaretler
tekrarlanmıştır. Kundaktaki ma' s um Türk çocuklarının
top gibi havaya fırlatılarak süngü ile karşılandıklarını, gebe kadınların
karınlarının yarıldığını, yaşlıların cami-i şeriflere daldurularak
diri diri yakıldıklarını çoğumuz gördük, görenlerden
dinledik ve öğrendik.
Musa bin Gazzam, ölmüştü de mal ve mülklerini para ve
servetlerini korumak ve kurtarmak için düşmanla anlaşmaya
razı olanlar, esirlik zilletini kabul edenler hala yaşıyorlar mı?
Elbette hayır! .. Her ikisi de öldüler ama, Musa bin Gazzam ve
benzerleri şehitlik rütbesini alarak ahiretlerini ma'mur ettiler.
O zilleti kabul edenlerse, kabul ettikleri zillet, mihnet ve felaket
içinde yok olup gittiler.
Kral Ferdinand'ın orduları Granada'ya girerken, can kaygusuna
düşen gayretsiz ve hamiyyetsiz emir Abdullah, kendisine
emanet olan ümmet-i Muhammed'i sefil ve perişan düşmanIarına
terketmiş, tacını, tahtını, sarayını, hazinelerini, herşeyini
geride bırakmış ve bir dağın tepesine tırmanmıştı. Son defa
olarak Granada'ya bakarken, içi yanmış ve kirli ağzı ile ALLAHU
EKBER diyerek ağlamağa başlamıştı. Annesi A'işe, oğlunun
bu halini görünce, rivayete gÖre ona şöyle demişti :
- Ağla namussuz ve hamiyyetsiz alçak, ağla! .. Vatanını,
milletini, saltanatını erkekçe, yiğitçe müdafaa ve muhafaza
edemedin, ibadullahı ayaklar altında bıraktın, ağla şimdi kadınlar
gibi ağla! .. Senin gibi hayırsız, korkak ve alçak bir evlat
doğuracağıma, taş doğursaydım .. Ağla utanmaz ağla .. Her taşı
bir cevher, her zerresi bir cana bedel vatanın nasıl harap edildiğini,
milletinin nasıl esir alındığını gör ve kana kana ağla! ..
Sancağı şerif altında canlarını feda etmek üzere toplanan bahadırlara
neden yardım etmedin ? Neden o yiğitler arasında ve
- 576 -
hatta onların başlarında bulunmadın ? Düşrnanlarma galip ge-
1ernesen bile, bir kılıç çekmeden, savaşrnadan, çarpışmaaan
neden kaçtın ? Vatanını ve mukaddesatını din ve mıliet düşınaniarına
karşı neden savunrnadın ? Bu savaşın bir zaierle neticelemese
bile, tarihler senin şanlı müdafaanı yazacaklar,
adını hürmet ve minnede anacaklardı. Sen, saraylarını ve saltanatını,
dinine, rnukaddesatına, vatan ve milletine tercih ederdin
ama, bak o saraylarm şimdi can düşmaniarına kaldı. Sana
ise, ancak zillet ve meskenet payı düştü. Rahat ve huzurunu,
zevk ve sürurunu herşeyin üstünde tutar, asıl görevin olan vatan
ve milletin için çalışmazdın. Bağ ve bahçelerde nefsinin arzularına
hizmet eder, kendinden gayrı hiç kimseyi düşünmezdin.
Işte, nefsinin bu arzu ve hevesleri uğruna bunca şan ve şerefi
ayaklar altına aldın. Bir kerrecik olsun, geleceğini, bugünlerini
düşünrnedin. Şimdi ağla, ağlayabildiğin kadar . . . Granada'yı,
Elhamra'yı, Elbeyda'yı kimlere teslim ettin ? Hazinelerini
kimlere bıraktın ? Mülk ve saltanatın ne oldu ? Yiğitlikleri,
cesaret ve şecaatleri, heybet ve mehabetleriyle düşmanlan daima
perişan eden kahramanları, hangi din ve millet düşmanlarına
karşı kullandın ? Hani küheylan atların, hani sana atalarından
yadigar kalan şanlı kılıçlar ? Şu geniş sahralara, şu münbit
ovalara, şu büyük şehirlere, o koca koca saraylara, paha biçilemeyecek
ilim hazineleriyle dolu kütüphanelere, her yanı bir
şehit kanıyla sulanmış şu mübarek topraklara bak! .. Granada,
Elhamra alevler içinde yanıyor . . . Senin alçaklığın yüzünden
kül yığını haline gelecek, koskoca bir islam başkenti, senin gayretsizliğin
ve harniyyetsizliğin yüzünden harap olup gidecek,
İsmullah'ı ilan eden minarelere çanlar takılacak, saf ve muhlis
mü'minlerin Hakka secde ettikleri cami-i şerifler ve mescitler,
ya yıkılacak veya kilise haline getirilecek . . . Bir avuç islam mücahidiyle
bu topraklara kanlarını akltarak sana armağan edeı;ı
atalarının, ırzları, canları ve malları sana emanet edilmiş olan
tebaanın, din kardeşlerinin, bütün müslümanların yüzlerine nasıl
bakacaksın ? Ağla, doya doya, yana yana ağla . . . Sana, ancak
ağlamak yaraşır . . Bundan sonra Afrika çöllerinde haşerat gibi
yaşayacaksın, kaçacak, sığınacak delik arayacaksın .. Kaç, ayak-
577 -
larında henüz kuvvet varken kaç, bakalım nerelere kadar kaçacaksın
? Nereye gitsen, nerede otursan artık seni zillet ve meskenet
bekliyor. Tarih ve insanlık seni lfmetle ve nefretle yadedecek,
mezarında bile rahat edemeyeceksin .. Mezarının önünden
geçenler : (Burada Endülüs gibi muazzam bir islam medeniyyetini,
islam milletini korkaklığı ve alçaklığı yüzünden malıveden
adam yatıyor, ülkesini kendi elleriyle din ve millet düşmaniarına
teslim eden Ebu-Abdullah'ın leşi burada azap görüyor
.. ) diyecekler ve kıyamete kadar adını iğrenerek, tİksinerek
anacaklar . . . Tarih, seni ve senin gibi vatanını ve milletini şahsi
hırs ve menfaatleri uğruna satanları, dinine ve milletine ihanette
bulunanlan daima böyle anmıştır ve böyle anınağa devam
edecektir . . . Sen ki, kanları ile tevhidi yazan atalarının torunusun
.. Sen ki, islam meş'alesini kutsal bir emanet olarak bu
topraklara şanlar ve şerefler içinde getiren babaların oğlusun ..
Dinin, milletin, vatanın, mukaddesatın için onlar gibi kanını seve
seve akıtmaktan, !'layı kelimetullah için güle güle ölüme
koşmaktan ve bu uğurda şehit düşmekten nasıl korkar ve kaçarsın?
Bahtsız kafanı taşiara vura vura ağla! .. dedi.
Kudret ettikte ta'allf:tk fıtratm ahkaınına,
Kahr-ı Hak bir dev yaratmış esaret namına,
Alemin çökmüş o siklet sine-i aramma,
Dehşetinden inliyor her zerre hala dinleyin! ..
Endülüs müslümanlarının başlarına gelenden, yalnız bizler
değil bütün insanlık ibret almalıdır. Bizler ki, el-hc-.mdü IilIalı
müslümanız, iymanımız var, Kur'anımız var . . . Kur'an-ı aziymi
okuyalım, hükümleriyle amil olalım, tevhide gelelim, tevhidde
olalım, ayrılığı, gayrılığı kaldıralım. Din kardeşiyiz, kan
kardeşiyiz, can kardeşiyiz, din ve millet, vatan ve mukacidesat
yolunda silah arkadaşıyız. Elbirliğiyle, gönül birliğiyle, samimi
işbirliğiyle aşamayacağımız engel, yenemeyeceğimiz müşkil
yoktur. Kitabımız, Allah kelamıdır ve Allahu teala bu kelam-ı
Envllr-ü i-KuiQb, ciit : 2 - F : 37
- 578 -
kadiminde bize bunları emir ve irade buyurmaktadır. Endülüs'·
lüler de Kur'an okuyorlardı ama, hükümleriyle amel etmiyorlardı.
Dünya hayatına meyletmiş, mala, mülke, servete aldanmış,
hepsi birer emanet olan o mal ve servet k.ıyamete kadar
ellerinde kalacak sanmış, tevhidden ayrılmış ve tefrikaya düşmüşlerdi.
Kitabullah'ı okudukları halde ona uymayanların,
onun hükümlerini dinlemeyenlerin akibetleri de elbette böyle
olacaktı.
Birbirimizi sevip saymaya, birbirimizi tanıyıp tamamlamaya,
saflarımızı sıklaştırmaya, aramıza bozguncuların, münafıkların
ve hainlerin sızınalarına engel olmaya, sevinçlerimizi de,
kederlerimizi de paylaşmaya, birbirimize destek olmaya mecburuz
ve muhtacız. Vatanımız, milletimiz, dinimiz ve mukaddesatı·
mız için gerekirse canımızı vermeğe, kanımızı akıtmağa hazır olmalıyız.
Musa bin Gazzam rahmetullahi aleyh ve benzerleri görevlerini
yaptılar, ömürlerini şerefle tamamladılar ve ebediyet
aleminde hakettikleri yerleri aldılar. Onlardan geri kalamayız,
dünyada olup bitenlere bigane olamayız, adam bana ne diyemeyiz.
Din bizimdir, vatan bizimdir, millet bizimdir. Ölüm,
her fani için muhakkak ve mukadderdir ve ondan kurtuluş yoktur.
Fakat, cephede din ve millet düşmanlarıyla savaşırken şehit
olmakla, evinde rahat döşeğinde ölmek arasında büyük farklar
vardır. Ölümü göze alamazsak, yaşamağa hakkımız olmaz.
Hem, din ve millet uğrunda çarpışanlada yerlerin ve göklerin
sahibi Allahu teala beraberdir, Resfıl-ü mücteba'nın himem-i
ruhaniyyeti üzerlerindedir. Daima uyanık, şu'urlu ve tetik bulunmalıyız,
elimizden Allah kitabı, dilimizden Allah adı eksik
olmamalıdır. Yarım asır önce, dünyanın belli başlı büyük devletlerinin
üstün silah ve teçhizatiarına rağmen onları aziz yur·
dumuzdan kovup çıkaran babalarımızın, ağabeylerimizin, bize
bugün hür ve müstakil bir yurt bırakmak için seve seve canlarını
veren aziz şehitlerimizin yollarından gitmeli, üç buçuk boz&U
ncuya yenilmemeli ve ezilmemeliyiz.