31 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Geçenlerde bir haber okudum, hakîkaten ibretlik. Dünyâda 50 milyon demans hastası varmış, bunlar pek çok şeyi unuttukları gibi su içmeyi de unuttuklarından, zamanla vücûdları susuz kalıyor, bu da onları enfeksiyonlara açık hâle getirip ölümlerine sebeb oluyormuş. Bir İngiliz 18 ay uğraşmış, %95'i sudan oluşan şekerlemeler yapmış. İçinde bir takım vitaminler ve faydalı maddeler de varmış bu şekerlemelerin. Su içmeyi unutan demans hastaları bu şekerlemeleri çok seviyorlarmış, böylece susuz kalmakdan kurtuluyorlarmış. Bravo! Ne büyük buluş, ne büyük kerâmet!
Peki diyelim ki ölmedi o hastalar, yaşamaya devâm etdiler, ne olacak? Ne faydası var o şekilde yaşamanın? Başkasına muhtâç vaziyetde yaşamak, yaşamak mıdır Allah aşkına? Aklı gitmiş bir insan, hâfızası gitmiş bir insan, yaşamış mı oluyor yani? Yaşamak kalbin atması, ciğerlerin, böbreklerin çalışması mı yani? Nefes alıp verdiğimiz müddetçe yaşamış mı oluyoruz yani? İnsanı insan yapan, aklıdır, rûhudur. Beden hayvanda da var. Hiç akıl etmez mi ki insan, erzel-i ömür, ölümden beterdir. Nitekim Peygamberimiz erzel-i ömürden Allah'a sığınmış, ümmetine de bunu talîm ve tavsiye buyurmuşdur. Ne demek erzel-i ömür? İnsanın âciz kaldığı, kendi işini, ihtiyâcını göremez olduğu hâl. Yaşla da alâkalı değildir bu. Bazıları erken yaşda da erzel-i ömre dûçâr olabilir. Allah muhâfaza, bir beyin kanaması yâhud bir trafik kazâsı insanı bu hâle düşürebilir.
Modern insanın en büyük yanılgılarından biri de ömrü kronometrik olarak hesaplamasıdır. Yani yıl hesabı yapar modern insan. Elli yıl yaşadım, seksen yıl yaşadım der. Halbuki zaman izâfîdir. Nice insan vardır, uzun yaşamışdır ama boşa geçirmişdir ömrünü. Kimseye bir faydası olmamışdır, anılmaya değer bir eser bırakmamışdır. Hattâ belki de zararı olmuşdur. Meselâ evlad sâhibi olacağım diye eşkiyâ yetiştirmişdir. Nice insanlar da vardır ki ömürleri kısadır ama muhalled eserler bırakmışlardır, büyük işler yapmışlardır. Hattâ bazıları kıyâmete kadar hayırla yâd edilecek insanlardır.
Bir düşünelim, hangisi hayırlı? 90 yıl yaşayıp, son yirmi yılını bakıma muhtaç vaziyetde geçirmek mi yoksa kimseye muhtâc olmadan 60 sene ömür sürmek mi? 100 yıl yaşayıp, 20 senesini akıldan, hâfızadan mahrûm bir vaziyetde geçirmek mi, yoksa 70 sene aklı başında, eli ayağı tutar vaziyetde yaşayıp gitmek mi? Yâhud 100 yaşına kadar yaşayıp, arkamızdan "öldü de kurtulduk" denmesi mi, yoksa kısa da olsa ömrümüz, "ne güzel insandı" demeleri mi?
Şimdi size çarpıcı bir misâl vereceğim. İmâm-ı Gazâlî Hazretleri 55 yaşında vefât etmişdir. Bu zât, bu kısa ömre neler sığdırmışdır neler. Hayât hikâyesini okursanız şaşar kalırsınız. Yıllarca ilim tahsîl etmiş, ilimde en yüksek mevkiye çıkmış, Bağdad Nizâmiye Medresesinin başmüderrisi ve kudretli vezir Nizâmülmülk'ün bir numaralı müşâviri olmuş, yüzlerce talebe yetiştirmiş. Ne var ki genç yaşda kazandığı büyük itibar ve şöhret onu içden içe rahatsız etmiş ve herkesi hayrete düşüren bir karar vererek, makâmı, mevkiyi, malı, mülkü, her şeyi geride bırakıp inzivâya çekilmiş ve on iki sene boyunca riyâzat ve mücâhede ile meşgûl olmuş, tasfiye-i kalb ve tezkiye-i nefse muvaffak olmuşdur. Bütün bunlar bir tarafa, yalnız yazdığı eserleri göz önüne alsak aklımız durur. Ne çok eser yazmış, ne kıymetli eserler yazmış. Yazdığı eserler öyle roman, hikâye filan değil. Hepsi de ciddî bir çalışmanın, ilmî bir gayretin mahsûlü. Öyle ki bugün dahi okunuyor, istifâde ediliyor. Şimdi böyle bir zât için, "Vah vah! Ne kadar genç ölmüş, yazık" filan denebilir mi?