16 Ocak 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Abbâsî halîfelerinden Harûn er-Reşîd'e, pek nâdîde bir gül fidanı hediye edilmiş. Halîfe, bu nâdîde fidanı has bahçesine diktirmiş ve bahçıvanına da bu fidana a'zâmî derecede dikkat ve ihtimâm göstermesini ve ilk açan gülü kendisine getirmesini emretmiş. Fidan tutmuş, yerini beğenmiş ve bir müddet sonra bir tomurcuk peydâ olmuş, sonra o tomurcuk bir gonca hâline gelmiş ve en nihâyet nefis bir gül vermiş. Bahçıvan, bu gülü koparmaya hazırlanırken, bir bülbülün bu gülün karşısına geçerek acı acı öttüğünü görmüş ve bu sahneyi seyre dalmış. Bülbül, ötmüş ötmüş ve birdenbire kendisinden beklenmeyen bir hareketle güle saldırmış, gagası ve kanadı ile o nefis gülü darmadağın etmiş. Bahçıvan, soluk soluğa halîfenin huzûruna vararak, olup bitenleri tafsîlatıyla arzetmiş ve affını dilemiş. Sultan, bahçıvanı tesellî etmiş : "Üzülme, olan olmuş. Bunda elbette senin bir kabahatin yok. Bu öyle bir âlemdir ki, buna etme-bulma dünyâsı derler demişler. Bu dünyâ, bülbüle de kalmaz" demiş.
Aradan zamanlar geçmiş. Bahçıvan, bir gün has bahçede çalışırken bir yılanın, o nâdîde gülü parçalayan bülbülü yuttuğunu görmüş ve derhal halîfenin huzûruna koşarak : "Efendimiz, kerâmet buyurdunuz. Dünyâ, bülbüle de kalmadı. Az önce, o bülbülü bir yılanın yuttuğunu gördüm" demiş. Halîfe gülümseyrek "Bu öyle bir âlemdir ki, kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Herkes, önünde sonunda yaptığını bulur. Bu dünyâ, o bülbülü yutan yılana da kalmaz.
Yine aradan bir zaman geçmiş. Bir gün bülbülü yutan o yılan, otların arasından süzülerek, bahçıvanın ayaklarına sarılmış. Bahçıvan da, elindeki küreğin keskin tarafı ile vurarak yılanı öldürmüş ve tezi tezine bu hâdiseyi de sultâna haber vermiş. Halîfe yine gülümseyerek "Bak gördün ya, dünyâ o yılana da kalmadı. Bu dünyâ sana da kalmaz" demiş.
Aradan bir zaman daha geçmiş. Bahçıvan, bir kabahati yüzünden halîfenin gadabına uğramış ve idâm edilmek üzere cellada teslîm edilmiş. Kendisine, son arzusunun ne olduğunu sormuşlar. "Son sözümü ancak halîfeye söylerim" demiş. Keyfiyyeti sultâna haber vermişler. Sultân, bahçıvanın huzûruna getirilmesini emretmiş ve son sözünün ne olduğunu bizzat sormuş. Bahçıvan, "Efendimiz, muhakkak hatırlarsınız, vaktiyle bana nâdîde bir gül fidanı vermişdiniz ve yetişen ilk gülü size getirmemi emretmişdiniz. Ben o gülü tam koparacakken bir bülbül onu târumâr etmişdi. Bunu size arzettiğim zaman siz, "Bu dünyâ bülbüle de kalmaz" buyurmuşdunuz. Hakîkaten de dediğiniz gibi oldu ve bülbülü yılan yuttu. O zaman da "Bu dünyâ yılana da kalmaz" buyurdunuz ve dediğiniz gibi de oldu. O yılanı da ben öldürmüşdüm. Siz "Bu dünyâ sana da kalmaz" buyurmuşdunuz. Şimdi beni basit bir suçdan cellada teslîm ettiniz, bu sözünüz de doğrulanmış oldu yani bu dünyâ bana da kalmayacak. Fakat unutmayınız ki bana yaptığınız bu zulüm size de kalmaz. Siz de üç beş gün sonra yaptığınızı bulursunuz. Halîfe, insâfa gelmiş ve sultânlığına yakışanı yaparak bahçıvanı affetmiş.Efendi Hazretleri buyurdular ki :
İnsan, mutlakâ yaptığını bulur. Ama şurada, ama burada, er veya geç, dünyâda ve âhiretde. Ama mutlakâ bulur. Değil insanlar, hayvanlar bile yaptıklarını buluyorlar, kimsenin yaptığı yanına kâr kalmıyor. İyilik de böyledir kötülük de böyledir. Bizler ise, bunun farkına varamayız da, yaptıklarımız yanımıza kâr kaldı sanırız. Sonra, bir gün ölüm ansızın önümüze çıkıverir, şaşırıp kalırız. Ârif ve âkil olanımız, "Yaptım da buldum" der. Düşüncesi kıt ve kısır olanlar ise, bunun nereden ve nasıl başına geldiğini anlayamaz. Bir musîbetin nereden geldiğini fark edememek ayrıca bir musibettir.