Bu nutk-i şerîf, dünyâ gurbetindeki insanın Hakk'a dönüşü, rücûu hakkındadır. Bu manzûme başdan sona bu dönüş yolculuğundan bahsetmekdedir.
İnsanın bir zâhiri bir de bâtını vardır. İnsanın bâtınına enfüs derler. Burada anlatılacak olan sefer, enfüsî bir seferdir. Yani insaın iç âlemi ile alâkalıdır. Bu âleme herkes nüfûz edemez, onu ancak kâmil mürşidler, ârifler bilir. Sırr-ı Settâr'dan murâd budur.
İrişdim nâgehânî deyrine bir 'âlemin çün kim
Yoludur hâr u hâşâk ile memlû kejdüm ü mârı
İnsan yolculuğa nefs-i emmâre menzilinden başlar. Çünkü tabîatı ve nefsi onu esîr etmişdir. Nefs-i emmâre ili, akreplerle, yılanlarla doludur. Yolları dikenlidir, kirlidir. Nefs-i emmâre ehlinde bütün kötü sıfatlar bulunur. Bunlar insanı mahveden sıfatlardır. O yüzden yılana, akrebe teşbîh edilmişdir.
Katı çok dağları var yolu gâyetle ormanlık
Kırup "lâ"-yı teberle yolları itmek gerek 'ârî
Nefs-i emmâre geçit vermeyen dağlar, balta girmemiş ormanlar gibidir. Yani hem tehlikelerle doludur hem de ilerlemeye müsaade etmez. Terbiye edilmemişdir, serseridir, başınabuyrukdur, isyankârdır. Tıpkı balta girmemiş bir ormanda yol açar gibi, nefsin kötü sıfatlarını yok etmek, kökünden sökp atmak gerekir. Bu da ancak Kelime-i Tevhîd ile olur. "Lâ" dan maksad, Kelime-i Tevhîd'in başındaki "Lâ"dır.
Sürüp tiryâk-ı "illâ"yı kamu a'zâna ey tâlib
Ki tâ ol kejdüm ü mâra gele bî-hûşluk kârı
Nasıl ki yılanın yâhud akrebin sokduğu bir kimse panzehir olmadan iyileşemezse, sâlik de nefs-i emmâre yılanlarına ve akreblerine karşı Kelime-i Tevhîd ilacını kullanır. Yani "Lâilâheillallah" zikrine devâm eder. Böylece emmâreden bir yukarı mertebe olan levvâmeye geçer.
Velî ol 'âlemin ahvâlini bilmek gerekdir kim
Ki anda kimi nûra mazhar oldu kimiyse nârî
Emmâre ehlinin bir kısmı cehennemlik, bir kısmı cennetlikdir. Zîrâ emmâre ehlinden bazıları kâfirdir, münkirdir yani Allahsızdır. Bir kısmı ise ehl-i tevhîddir, mü'mindir, müslümandır.
O menzildir ki "lâ ma'bûde illallah" olur zâhir
Onun erbâbı 'abdiyyetledir olmaz hiç ahrârı
Bu mertebede sâlike Kelime-i Tevhîd dersi verilmesinin bir hikmeti de, onda "Lâ mabûde illallah" sırrı zâhir olsun içindir. Yani sâlik nefsine tapmayı bırakacak, ancak Allah'a ibâdet edecek, O'na itâat edecek, O'nun emirlerini yerine getirecek, yasaklarından kaçınacak. Yani nefsine kul olmayacak, Allah'a kul olacak. Nefsinin hürriyetini bırakacak.
Varup bir yere irersin ki anda cümle ezrak-pûş
Bu renk ile 'ayân olur kamu yârı vü ağyârı
Bu menzilin rengi mâvidir. Sâlikin rüyâsında eşyâyı mâvi renkli görmesi bundandır.
Bu 'âlemden geçince hayli zahmet nice mihnet var
Velî andan öte tevfîk idince Hazret-i Bârî
Emmâreden geçmek çok zahmetlidir. Zîrâ nefs-i emmâre inadçıdır, rahatına çok düşkündür, tembeldir, isyankârdır. Onu zabt u rabt altına almak kolay değildir. Ne var ki Cenâb-ı Hakk'ın yardımı erişince zorluklar aşılır. O yüzden sâlik dâimâ Hakk'a yalvarmalı ve O'nun yardımını istemeli. Yoksa kendi başına mücâdele edemez, mağlûb olur.
Yolun uğrar senin bir 'âleme kim cümleden vâsi'
Sana teshîr olur sa'y et o mülkün cümle âsârı
Mücâdelesine devâm eden sâlik Allah'ın tevfîk ve inâyetiyle emmâreyi yener ve bir üst mertebeye geçer. Levvâme mertebesidir bu.
Eğer levm eyleyüp eşyayı Hakk'a da'vet eylersen
Olur vallahi fermânın kamuya bilmiş ol sârî
Bu mertebeye erişen sâlik, nefsini kötülemeye başlar. İşlediği suçlar için pişmanlık duyar, tövbe eder, gözyaşı döker, hâlinden utanır. Böylece ona rahmet kapıları açılır. Çünkü Allah tövbe edenleri sever. Sâlik Allah'ın emirlerini tutarak yani bütün uzuvlarını Hakk'ın rızâsına uygun olarak kullanarak, levvâmede ilerler, mülhimeye vâsıl olur.
Neye baksan görürsün anda sırr-ı zü'l-celâlullahı
Kamu eczâ-yı 'âlem sana bir bir eyler ikrârı
Mülhime derecesinde bazı perdeler açılır, sâlik daha evvel göremediği şeyleri görür. Sâlik her neye baksa, Allah'ın tecellîsini görmeye başlar.
Bu seyrâna iren 'âşık o der Allah maksûdum
Gönülden mahv idüp gayrı komaz ol hiç deyyârı
Mülhime menzili aşkın zuhûr etdiği menzildir, muhabbetullah nâil olan sâlik, gönlünden başka muhabbetleri çıkarır. O yüzden sâlike İsm-i Hû zikri verilir. Hû ism-i zâtdır. Bu zikrin tesiriyle sâlik Hakk'dan yalnız rızâsını ister, başka bir şey istemez.
Eğer hûr u kusûr olsa dahî 'atf-ı nigâh itmez
Geçer andan bilir bu cümleyi mahbûbun ağyârı
Daha evvel cennet için, sevâb için ibâdet eden sâlik, artık bunlara kıymet vermez, yalnız Allah için ibâdet eder. Yani ihlâsa erer.
Zuhûr eyler velî andan geru bir sürh-i levn-i 'âlem
O mülkün cümle etvârın sana ilhâm eder Bârî
Bu mertebede sâlik ilâhî ilhâma nâil olur. Allah ona iyiyi ve kötüyü ilhâm eder. Zâten mülhime denilmesinin sebebi de odur.
Yolun uğrağıdır bir deyr kim râhibleri mahbûb
İdüp mahv-ı vücûd olmuş kamunun dost ile vârı
Mülhimeden sonraki menzil mutmainnedir. Bu menzilde, sâlik kendinden geçer yani nefsini öldürür. Ölmeden evvel ölmek dedikleri şey budur.
'Acebdir ol makâm içre hüve'l-mevcûd gelir dilden
Ki anda küllî mahv olur ne kim var gayrı efkârı
Mutmainneye eren kişi, benlikden kurtulur, nefsini kurban eder.
Görünmez zerrece nakş-i sivâ kande nazar kılsan
O 'âlem turfa 'âlemdir ki kâle gelmez etvârı
Mutmainneye eren kişiye Hakk Teâlâ öyle bir tecellî eder ki o kimse ne dünyâya rağbet eder, ne ukbâya, ancak Hakk'a yönelir.
Cemâlin arz ider mahbûb-ı hâkkânî bu 'âlemde
Vücûdun ihâtâ eyler anda yârin envârı
Bu makâmda sâlike öyle bir cemâl tecellîsi olur ki, Hakk'ın nûru onu tamâmen kaplar. Tarifi mümkün olmayan bir hâldir bu.
Bu menzilde dil-i 'uşşâka itmi'nân olur hâsıl
Bu menzilde 'ayân görür görünür ana ol yârı
Bu menzilde sâlikin kalbi mutmain olur, sükûna erer. Hiç bir şeye itiraz etmez, kendisinde bir huzûr hâsıl olur.
Sepîdî câmelerle 'uşşâka eyler tecellîler
Alır sabr u karârın gör neler eyler o mekkârı
Yine sâlike öyle tecellîler vâki olur ki aşkından ne yapacağını bilemez.
Nice şûrîde 'âşıklar olur ol Leylâ'ya Mecnûn
Anın zülfü hevâsında olur Mansûr-ı berdârı
Sâlik ilâhî aşkın tesiriyle cânından geçer, mahv olur.
Eneiyyet olur bu ilde tâlib sırrına zâhir
Bu ilde kim ayak basdı bu ilin oldu serdârı
Mutmainne mertebesi Hallâc-ı Mansûr'un mertebesidir. O bu neşveyle "ene'l-Hakk demişdir. Hazret-i eneiyyetden kasdı budur. Yani bu makâma erişen kişiden gayr-ı irâdî hareketler sözler zuhûr eder. Söyleyen Allah'dır ama bu sırrı bilmeyenler o şahıs söyledi zannederler.
Geru andan görürsün 'âlem-i hayyü'l-ebed içre
Libâsı sebz bir mahbûbun kim olmuşsun hırîdârı
Bundan ilerde nefs-i râdıyye makâmı vardır ki bu menzilde sâlike Hayy esmâsı verilir. Bunun hikmeti Hayy ile Hayy olmakdır, ebedî hayâta kavuşmakdır. Libâsı yeşil mahbûb işte bu hayâta, diriliğe işâretdir.
Kamu genc-i 'ummâna seni eylerler emîn anda
Olursun cümleten gencîne-i Hakk'ın çü genç-dârı
Bu menzilde sâlik büyük lutuflara nâil olur, kendisine manevî ihsânlarda bulunulur.
Neye baksan anı ol ân hayâta mazhar eylersin
Müsellemsin ne eylersen suâl olmaz heme kârı
Bu mertebeye gelen kişi, Hayy esmâsının sırrına erdiği için her şeye hayat verir. Nefsin bu mertebesinde sâlikden bir kötülük zâhir olmaz, ne yapsa ne etse hep hayırdır, mübârekdir.
Velî bundan giru rûhun tecellîsi fenâ bulur
'Amâ denir bu 'âleme ki sevdâdandır izhârı
Fenâ bulur bu ilde zerrece kalmaz "ene"iyyet
Nidâ-yı "limeni'l-mülk"i ider bu ilde Cebbâr'ı
Bu makâmın ilerisinde tecellî-i rûh fenâ bulur, âlem kararır, simsiyah olur. Artık benlikden, varlıkdan eser kalmaz. "Li meni'l-mülkü'l-yevm lillâhi'l-vâhidi'l-kahhâr sırrı" zâhir olur. Bu makâm fenâfillah makâmıdır.
Veli andan geru râzı olur her vasfına mahbûb
Bekâ-ender-bekâ içre bulursun yâr ile yârı
Ki bundan öte merdî olmağa bir özge sırr vardır
Fenâfillah tahtında çıkar ol yâr-ı Kahhâr'ı
Bunun da ilerisinde nefs-i merdiyye makâmı vardır. Bu makâmda Allah kulundan râzı olur. Sâlik fenâfillahdan sonra bekâbillaha erer.
Hüviyyet ba'desin sâkî sunar câm-ı tecellîden
Alır nûş eyler ol demde olur ol renkden 'ârî
En ilerideki makâm sâfiyye mertebesidir ki bu mertebede tecellî-i zât vâki olur, o vakit sâlik bütün televvünden âzâde olur, renksiz hâle gelir. Bu yüzden bu makâmın nûru renksizdir.
Beru gel bir nefes tut sen dahî ey tâlib-i gevher
Yürü gavvâs-ı bahr-ı vahdet ol bul dürr-i şehvârı
Sana bir deste gül 'arz eyledim gülzâr-ı vahdetden
Ne gül kim bûyi mest etmiş hezârân bülbül-i zârı
O güller kim açılmışdır yeridir gülşen-i lâhût
Güler yüzle gelirler zeyn içün tâ kim bu gülzârı
Sezâyi besdir âsâr-ı etvârı beyân itdin
Kelâmın muhtasar eyle niderler nutk-ı bisyârı