Evliyâ Çelebi'nin Rüyâsı

18 Nisan 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Rüya

Evliyâ Çelebi'yi duymayan yokdur herhalde. Bütün dünyâ onu bilir. Çünkü o, pek çok meziyeti yanında bir de öyle muazzam bir eser ortaya koymuşdur ki bugün hâlâ baştâcıdır. Evliyâ Çelebi, Anadolu'da gitmedik yer bırakmadığı gibi, Acem diyârını, Arap ellerini, hattâ İsveç, Leh ve Çek ülkelerini da dolaşmış ve yarım asır süren bu seyahatlerinde gördüklerini, duyduklarını, öğrendiklerini enfes bir uslûbla kaleme alarak meydana getirdi dört bin sayfa tutan o muazzam Seyahatnâme, hakîkaten eşi menendi olmayan bir eserdir. 

Aklen, mantıken tek bir şahıs tarafından yazılmasına imkân olmayan bu eserin sırrı Evliyâ Çelebi'nin gördüğü bir rüyâda gizlidir. Gelin bu muhteşem eserin yazılış hikâyesini ve Evliya Çelebi'nin gördüğü o unutulmaz rüyâyı yine onun enfes uslûbuyla kendi ifâdesinden okuyalım. Diyor ki :

Ammâ bu müsevveddâtımıza şürû' etdüğimiz mahalde hidmet-i şerîfiyle şerefyâb olduğumuz pâdişâh-ı Cem-cenâb fâtih-i Bağdâd-ı behişt-âbâd Sultân Murâd Hân-ı Gâzî tâbe serâhu gark-ı garîk-i rahmet ola, anların zamân-ı saltanatlarında hicret-i nebeviyye'nin sene 1041 târîhinde piyâdece Belde-i Tayyibe ya‘nî Mahmiyye-i Kostantıniyye etrâflarında olan kurâ ve kasabâtları ve niçe bin hadîka ve gül gülistânlı bâğ-ı iremleri seyr ü temâşâ ederek hâtıra seyâhat-ı kübrâ ârzûları hutûr edüp, "Âyâ peder ü mâder ve üstâd ü birâder kahırlarından nice halâs olup cihân-geşt olurum" deyü her an Cenâb-ı Bârî'den dünyâda sıhhat-i beden, seyâhat-i tâm, âhir nefesde îmân ricâsında idim. Ve dâ’imâ dervîş-i dil-rîşân ile hüsn-i ülfet edüp şeref-i sohbetleriyle müşerref olup, ekâlîm-i seb'anın ve çâr-kûşe rû-yı zemînin evsâfın istimâ‘ etdükde cân [u] gönülden seyâhate tâlib ü râğıb olup, "Âyâ âlemi temâşâ edüp Arz-ı Mukaddese'ye ve Mısır u Şâm'a ve Mekke vü Medîne'ye varup ol Mefhar-i Mevcûdât Hazretlerinin Ravza-i Mutahharası'na yüz sürmek müyesser ola mı?" deyü zâr ü giryân ve serserî ve nâlân olurdum.

Evvelâ mahlas-ı hakîr-i fakîr ve dâ‘î-i kesîrü't-taksîr seyyâh-ı âlem ve nedîm-i âdem, Evliyâ-yı bi-riyâ ibn Dervîş Mehemmed Zıllî dâimâ ed‘iye-i me’sûre-i istihâreye tâlib ü müdâvim ve esniye-i mevfûre-i müşerrefeye râğıb ü mülâzım olup Hikmet-i Rabbânî ve hidâyet-i Yezdânî, sûre-i kerîm-i Furkâniyye ve âyât-i azîmei Kur’âniyye berekâtiyle dil-i çeşm-i alîl Cenâb-ı Hazret-i Celîl tarafından istimdâd taleb edüp maskıt-ı re’simiz olan İslâmbol'da künc-i mihnethânemizde girde-bâliş-i nâliş üzre hâb-ı murâda yasdanup bin kırk Muharreminin leyle-i âşûrası idi kim bu hakîr beyne'n-nevm ve'l-yakazada iken görürüm ki Yemiş iskelesi kurbünde Ahî Çelebi câmi‘i nâm câmi‘ kim helâl-i zülâl mâl ile inşâ olunmuş bir müstecâbü'd-da‘ve câmi‘-i atîkdir, menâmımda hakîr kendümi ol câmi‘de gördüm. Derhâl câmi‘in kapusu küşâde olup pür-silâh asker ile câmi‘-i münevverin içi nûr-ı münevver-i cema‘ât-i kesîreyle mâl-â-mâl olup salât-ı fecrin sünnetin edâ edüp salavât-ı şerîfeye meşgûl oldular. Meğer hakîr minber dibinde sâkin olup bu münevver vech-i hasenli cemâ‘ati temâşâ etmede hayran oldum. Hemân cenbimde olan câna nazar edüp; "Benim Sultânım cenâb-ı şerîfiniz kimdir, ism-i şerîfiniz bize ihsân buyurunuz" dedim. Anlar eyitdi, "Aşere-i Mübeşşere'den kemânkeşlerin pîri Sa‘d-ı Vakkâs'ım" dedikde dest-i şerîfin bûs etdim. "Ya Sultânım, bu sağ cânibde nûra müstağrak olmuş cema‘ât-i mahbûb kimlerdir" dedim. "Anlar cümle ervâh-ı enbiyâdır. Ve gerü safda cümle ervâh-ı evliyâ ve asfıyâdır. Ve bunlar ervâh-ı Sahâbe-i kirâm ve Muhâcirîn, Ensâr ve Erbâb-ı Soffa ve şehîdân-ı deşt-i Kerbelâ ve asdıkâdır. Ve bu mihrâbın sağındaki Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömer'dir. Ve mihrâbın solunda Hazret-i Osmân ve Hazret-i Alî'dir. Ve mihrâb önündeki külâhlıca âdem Hazret-i Risâlet'in dünyâ ve âhiret karındaşı Hazret-i Veys el-Karanî'dir. Ve câmi‘in solunda dîvâr dibinde siyâhçerde âdem senin pîrin Hazret'in mü’ezzini Bilâl-i Habeşî'dir. Ve bu ayağ üzre cemâ‘ati saf saf bozan ve düzen kasîrü'l-kâme âdem Amr-i Ayyâr Zamîrî'dir. İşte bu alem ile gelen asker ki kızıl kanlı esbâba müstağrak olmuşlar Hazret-i Hamza-i bâ-safâ ve cemî‘i ervâh-ı şühedâdır" deyü cümle câmi‘ içindeki cemâ‘ati birer birer bu hakîre gösterüp her kankısına nazarım ta‘alluk etdi ise dest-ber-sîne edüp nazar aşinâlığı edüp tâze cân buldum.

"Ya sultânım bu cemâ‘atin bu câmi‘de cem‘ olmalarının aslı nedir" dedim. "Azak câniblerinde cüyûş-ı muvahhidînden Tatar-ı sabâ-reftâr askeri muztaribü'l-hâl olmağile Hazret'in himâyesinde olan bu İslâmbol'a gelüp andan Tatar Hân'a imdâda gideriz. Şimdi Hazret-i Risâlet dahi İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin ve on iki imâmlar ile ve bizden gayrı Aşere-i Mübeşşere ile gelüp sabâh namâzının sünnetin edâ edüp sana kâmet eyle deyü işâret buyururlar; sen dahi savt-ı a‘lâ ile ikâmet-i tekbîr edüp ba‘de's-selâm Âyetü'l-kürsî'yi tilâvet eyle, Bilâl Sübhanallâh desin, sen Elhamdü lillâh, Bilâl Allâhu ekber desin, sen âmîn âmîn de. Ve cümle cema‘ât ale'l-umûm tevhîd ederiz. Ba‘dehu sen Ve salli alâ cemî‘i'l-enbiyâi ve'l-mürselîn ve'lhamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn deyüp kalk, hemân mihrâbda Hazret-i Risâlet otururken dest-i şerîfin bûs edüp, 'Şefâ‘at yâ Resûlallâh' deyüp ricâ eyle" deyü Sa‘d-ı Vakkâs yanımda oturup cümle ta‘lîm eyledi. Anı gördüm, câmi‘ kapusundan bir nûr-ı mübîn berk urup câmi‘ içi nûr iken nûrun 'alâ nûr olunca cümle Sahâbe-i kirâm ve ervâh-ı enbiyâ ve evliyâ ayak üzre hâzır durdular. Sa‘âdetle Hazret-i Risâlet yeşil alemi dibinde, yüzünde nikâbıyla, elinde asâsıyla, belinde kılıcıyla, sağında İmâm Hasan ve solunda İmâm Hüseyin ile zâhir olunca mübârek sağ pâ-yı şerîflerin câmi‘-i münevver içre bismillah ile koyup mübârek vech-i şerîfinden bürka‘ın küşâde kılup "Esselamü aleyk yâ ümmetî" buyurdular. Cümle Huzzâr-ı meclis "Ve aleykümü's-selâm yâ Resûlallâh ve yâ Seyyide'l-ümem" deyü selâm aldılar. Hemân Hazret mihrâba geçüp iki rek‘at sünnet-i fecri edâ edüp hakîre bir dehşet ve vücûduma bir lerzân vâkı‘ oldu. Ammâ Hazret'in cemî‘i eşkâline nazar eyledim. Hilye-i Hâkânî'de tahrîr olunduğu üzre idi. Ve yüzünde bürka‘ı al şâl idi. Ve destâr-ı şerîfi on iki kolanlı beyâz şâş idi. Ve hırka-i şerîfleri saruya mâyil deve yününden idi. Ve gerdeninde asfarü'l-levn sof şâlı var idi. Ve pâ-yı sa‘âdetlerinde sarı çizmeleri var idi. Ve ser-i sa‘âdetleri destârı üzre bir misvâk sokulmuş idi.

Ba‘de's-selâm sağ cânibde hakîre nazar edüp mübârek yed-i yümnâları ile zânû-yı şerifine urup hakîre hitâben kâmet eyle dediler, hemân hakîr Sa‘d-ı Vakkâs'ın ta‘lîmine göre derhâl makâm-ı segâhda Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed ve sellim aleyh deyü kâmet edüp tekbîr etdim. Hazret dahi makâm-ı segâhda savt-ı hazîn ile Fâtiha-i şerîfi tilâvet edüp zamm-ı sûreyi, sûre-i Sâd-ı şerîfden, aşr-ı şerîfin tilâvet edüp cümle cemâ‘at sâmi‘înden olup Hazret imâmet etdi. Ba‘de's-selâm hakîr Âyetü'l-kürsî, Bilâl Sübhânallâh; hakîr Elhamdü lillâh ve Bilâl Allâhu ekber deyüp Bilâl-i Habeşî ile müselsel mü’ezzinlik hizmetinde olup ba‘de'd-du‘â bir tevhîd-i sultânî olmuşdur kim aşk-ı ilâhî ile mest ü medhûş olup gûyâ hâbdan bîdâr idim.

Hulâsa-i menâm Sa‘d-ı Vakkâs ta‘lîmiyle edâ-yı hidmeti tamâm edüp Hazret-i Risâlet mihrâbda savt-ı muhrik ile uzzâl makâmında bir Yâsîn-i şerîf ve üç sûre-i İzâ Câ’e ve sûre-i mu‘avvezeteynleri bi't-tamâm tilâvet edüp Bilâl Fâtiha deyüp Hazret mihrâbda ayak üzre dururken hemân Sa‘d-ı Vakkâs hazretleri destimden yapışup huzûr-ı Hazret'e götürüp; "Âşık-ı sâdıkın ve ümmet-i müştâkın Evliyâ kulun şefâ‘atin ricâ eder" deyüp Hazret'e götürüp "Mübârek dest-i şerîflerin bûs eyle" deyince bükâ-âlûd olup mübârek dest-i şerîfine küstâhâne leb urup mehâbetinden, "Şefâ‘at yâ Resûlallâh" diyecek mahalde hemân "Seyâhat yâ Resûlallâh" demişim. Hemân Hazret tebessüm edüp "Şefâ‘atî ve seyâhatî ve ziyâretî ve Allâhümme yessir bi's-sıhhati ve's-selâme" deyüp Fâtiha dediler. Cümle Sahâbe-i kirâm Fâtiha tilâvet edüp cümle huzzâr-ı meclisin dest-i şerîflerin bûs ederdim. Ve her birinin hayır du‘âsın alup giderdim. Kiminin dest-i şerîfi müşk gibi, kimi amber ve kimi sünbül ve kimi gül ve kimi reyhân ve kimi zaymurân ve kimi benefsec, kimi karanfîl gibi kokardı. Ammâ bizzât râyiha-i Hazret-i Resûl za‘ferân-ı verd-i handân gibi kokardı. Ve mübârek sağ elin bûs etdüğimde gûyâ pembe-misâl kemiksiz bir dest-i şerîf idi. Ammâ sâ’ir enbiyânın dest-i şerîfleri ayva râyihası kokardı. Hazret-i Ebûbekir es-Sıddîk'ın dest-i şerîfleri kavun gibi şemm olunurdu. Hazret-i Ömer ke-râyihati'l-amber gibi idi. Hazret-i Osmân benefşe gibi râyihası var idi. Hazret-i Alî ke-râyiha-i yâsemen idi. İmâm Hasan karanfîl gibi İmâm Hüseyin verd-i ebyaz gibi kokardı. Rıdvânullâhi Ta‘âlâ aleyhim ecma‘în.

Bu hâl üzre cemî‘i huzzâr-ı meclisin dest-i şerîflerin bûs edüp yine Hazret-i Risâlet bir Fâtiha deyüp cümle Ashâb-ı güzîn savt-ı a‘lâ ile seb‘ü'l-mesânîyi tilâvet edüp hemân Hazret-i Risâlet-penâh mihrâbdan "Esselamü aleyküm eyâ ihvânûn" deyüp câmi‘den taşra revâne olunca cümle Sahâbe-i kirâm hakîre gûnâ-gûn hayır du‘â ve iltiyâm etdiler. Ve câmi‘den çıkup gitdiler. Hemân Sa‘d-ı Vakkâs hazretleri belinden sadağın çıkarup hakîrin beline kuşadup tekbîr edüp; "Yürü sehm ü kavs ile gazâ eyle ve Allâh'ın hıfz u emânında ol ve müjde olsun sana bu meclisde ne kadar ervâh ile görüşüp dest-i şerîflerin bûs etdinse cümlesini ziyâret etmek müyesser olup seyyâh-ı âlem ve ferîd-i âdem olursun. Ammâ geşt [ü] güzâr etdüğin memâlik-i mahrûseleri ve kılâ‘-ı büldânları ve âsâr-ı acîbe ve garîbeleri ve her diyârın memdûhât, sanâyi‘ât, me’kûlât ü meşrûbâtını ve arz-ı beledi ve tûl-ı nehârların tahrîr edüp bir âsâr-ı garîbe eyle. Ve benim silâhımla amel edüp dünyâ ve âhiret oğlum ol. Tarîk-i hakkı elden koma, gıll u gışdan berî ol, nân u nemek hakkın gözle, yâr-ı sâdık ol, yaramazlarla yâr olma, eyilerden eylik öğren" deyü va‘z u bendler edüp ve alnım bûs edüp Ahî Çelebi câmi‘inden taşra çıkup gitdiler. 

Hakîr mebhût olup hâb-ı râhatdan bîdâr olup; "Âyâ bu benim vâkı‘am mıdır, yohsa vâkı‘-ı hâlim midir, yohsa rü’yâ-yı sâliham mıdır" deyü gûnâ-gûn tefekkür ile inşirâh-ı sadr ve zevk-i derûna nâ’il oldum. Ba‘dehu ale's-sabâh pâk âbdest alup salât-ı fecri edâ edüp İslâmbol'dan Kâsımpaşa'ya ubûr edüp mu‘abbir İbrâhîm Efendi'ye rü'yâmız ta‘bîr etdirüp; "Cihân-ârâ ve âlem-geşt seyyâh-ı âlem olup hüsn-i hâtime ile işin itmâm bulup Hazret'in şefâ‘ati ile dâhil-i huld-i berîn olursun" deyü tebşîr edüp el-Fâtiha dedi. Andan Kâsımpaşa Mevlevîhânesi şeyhi Abdullâh Dede'ye varup dest-i şerîflerin bûs edüp vâkı‘amı anlara dahi ta‘bîr etdirdim. "On iki imâmın destin bûs etmişsin, dünyâda hümâm olursun. Aşere-i Mübeşşere ellerin öpmüşsün, dâhil-i cinân olursun. Çâr-yâr-ı güzînin yed-i mübâreklerin bûs etmişsin, dünyâda cemî‘i pâdişâhların şeref-i sohbetleri ile müşerref olup nedîm-i hâsları olursun. Ol kim Hazret-i Risâlet'in cemâlin görüp dest-i şerîflerin takbîl edüp hayr du‘âsın almışsın, sa‘âdet-i dâreyne vâsıl olursun. Ve Sa‘d-ı Vakkâs'ın nasîhatı üzre ibtidâ bizim İslâmbolcağızımızı tahrîr etmeğe bezl-i himmet edüp var makdûrun sarf eyle, 'El-mukadder kâ’in' fehvâsınca sana dahi takdîr olan nasîbin elbette gelir" deyü yedi cild tevârîh-i kütüb-i mu‘teber-i nefîse ihsân edüp "Yürü işin râst gele, el-Fâtiha" deyüp du‘â-yı hayrları ile behre-mend olduk. Ba‘dehu hakîr-i fakîr anca hâne-i bî-minnetimiz olan savma‘amız küncünde gencîne-i kitâba mâlik olup ba‘zı tevârîhât tetebbu‘ ederek maskat-ı re’simiz olan hasretü'l-mülûk ve liman-ı bahr-i fülûk olan vilâyet-i Makdon'un hısn-ı hasîni ve sedd-i metîni olan İslâmbol'un tahrîrâtına şurû‘ eyledik.

Listeye geri dön