Bilindiği gibi, eskiden câmiler ve mescidler hep kandillerle aydınlatılırdı. Bunda şaşılacak bir şey yokdur çünkü elektrik gelmeden evvel aydınlatma için en uygun yol buydu. Fakat eskiden evliyâ türbelerinde de kandil bulunurdu ve akşam olunca bu kandiller yakılırdı. Türbeler gece vakti ziyâret edilmediğine göre acabâ bunun hikmeti ne olabilir? Üstelik türbe kabir demekdir, kabrin aydınlatılmasına da hiç lüzûm yokdur. Eğer öyle olsaydı herkes gider kendi anasının, babasının ya da sevdiğinin kabrini aydınlatırdı. Halbuki bunu yapan hiç görülmemişdir. Peki öyleyse türbeleri aydınlatmaya niçin gerek duyulmuşdur?
Dikkat ettiyseniz, son yazılarımızda, hep Sûre-i Nûr'daki meşhûr "Nûr Âyeti" üzerinde durduk, o âyetin bazı sırlarından bahsettik ve oradaki teşbîhin insân-ı kâmile işâret ettiğini söyledik. O âyeti tekrar dikkatlice gözden geçirirseniz, göreceksiniz ki, bizim kandil dediğimiz şey, o âyetde nûr-i ilâhîye misâl olarak verilen şeyden başka bir şey değildir. Bizim kandil dediğimiz şey, tıpkı âyetde tarif edildiği gibi, içindeki yağın yanması ile ışık veren sırçadan bir lamba değil mi? İşte bir veliyyullahın sandukasının başına böyle bir kandil asmak ve o kandili uyandırmak, o zâtın insân-ı kâmil olduğunu göstermek içindir.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir sohbetlerinde, bu hikmete işâret ederek, "Türbelerde elektrik yakmamalı, ille de kör kandil olmalı. Çünkü yağ kandilinde ayrı bir husûsiyyet vardır. Beni biliyorsunuz, ben geri kafalı biri değilim, elektriğe karşı filan değilim. Bak şimdi burada elektrik ışığında ne güzel oturuyoruz. Ama bu iş ayrı o iş ayrı" buyurmuşlardı.
Tasavvuf, ma'nâ ilmidir. Sôfî de, ma'nâ ehlidir. Sôfiyye katında, şekiller, sûretler ve eşyâlar, ma'nâya götüren birer remzden, birer işâretden ibâretdir. Sôfî, şekle kıymet vermez, ma'nâya kıymet verir. Nitekim Kur`ân'da bir takım şekillerden, harflerden ve misâllerden müteşekkildir ama maksad ma'nâsıdır. Nasıl ki hakîkatler Kur`ân-ı Kerîm'de misâllerle, remzlerle ifâde edilmişse, sôfîler de hep böyle yapmışlardır, gerek sözlerinde, gerek kıyâfetlerinde, gerek eşyâlarında hep remzler kullanmışlardır. Kandil de bunlardan biridir. Bu inceliği bilmeyen bazı okumuş câhiller, türbelerdeki kandillere itiraz etmişler, bidat demişler ve bir çok lüzumsuz münâkaşalara sebebiyet vermişlerdir. İşin en acı tarafı, kendilerini tarîkat erbâbı olan tanıtan kişiler de bu incelikleri bilmedikleri için onlara doğru dürüst cevap verememişlerdir. Çünkü sûretde kalmışlardır, ma'nâya erememişlerdir.
Bu vesîle ile vaktiyle bu işin nasıl yapıldığını gösteren bir misâl de verelim. Âsitâne-i Hazret-i Nûreddîn Cerrâhî'nin postnişînlerinden Fahreddin Efendi Hazretleri, Türbe-i Şerîf'de kandil yakma usûlünü şöyle tarif ediyorlar :
Akşam usûlüyle ezân arasında türbedâr efendi ve çerâğcı dede, Türbe-i Şerîf-i Hazret-i Pîr’de beher akşam îkâd olunan dokuz aded kanâdili uyandırır. İbtidâ Hazret-i Pîr’in merkad-i şerîfinin başı ucundaki direkdeki kandil uyandırılır. Bu kandilin ismine niyâz kandili denir. Bu kandil konur iken, eûzûbesmele ile Sûre-i Nûr'daki, "اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ Allahu nûru'-semâvatü ve'l-ard" âyet-i kerîmesi sonuna kadar okunup Rûh-i Seyyidü’l-enâma ve Rûh-i Hazret-i Pîr'e ve cemî'-i ashâb-ı türbenin ervâhına ve cümle Ümmet-i Muhammed'in ervâhına fâtiha ithâf edilir. Ba'dehû Hazret-i Pîr'in ayağı ucundaki kandil konur. Sonra Şeyh Süleymân Veliyyüddin ve Moravî Şeyh Yahyâ Şerefeddîn ve Moravî Şeyh Mehmed Emin ve Şeyh Mehmed Ârif Dede ve Şeyh Abdülazîz Zihnî ve Şeyh Yahyâ Gâlib Hayâtî ve Şeyh Mehmed Rızâeddîn Yaşar Efendiler hazerâtının başuçlarındaki kandiller konur. Cuma ve Pazartesi geceleriyle hânkâh-ı şerîfin ihyâ geceleri olan leyâle-i mübârekede tevhîdhâne-i şerîfde, makâm postunun önündeki kandil îkâd edilir ve bu kandil konur iken, sâhib-i makâmın selâmeti için fâtîha edilir. Bu kandilin ismine post kandili denir. "Mekâbir-i müslimînde kandil yakmak câiz midir değil midir?" diye ba‘zı sâde-dilân mehâfil-i mecâlisde kıyl ü kâl ederler. Buna cevâb bu kadarla iktifâ etdim ki, bu zikretdiğim kandillerin îkâd edilmesi için vakfedilen zeytinyağlarının fetvâhânece musaddak vakfiyeleri el-yevm hânkâh-ı âlîde mevcûd ve mahfûzdur.