26 Ocak 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Ya Eyüp Mezarlığı nasıl unutulur? Oraya bir akşam gurup vaktinde gittik ve hafızamda hep o gün gördüğüm gibi, güneşin son ışıklarıyla aydınlanmış olarak kaldı. Hafif bir kayık bizi Haliç’in nihayetine götürdü ve Osmanlıların “mukaddes toprak”ına iki yanı kabirlerle çevrilmiş pek meyilli bir yoldan çıktık. Bu saatte, bütün gün mezarlarda çalışan ve büyük kabristanı çekiç darbelerinin sesiyle dolduran taş yontucuları bırakıp gitmişlerdi, ortalık ıssızdı. Sert yüzlü bir imama veya bir dervişe rastlarsak diye etrafımıza bakınarak ihtiyatla ilerledik, zira burada bir gâvurun saygısızca merakı her yerde olduğundan daha az hoş görülür, fakat ne sarık gördük ne külâh. Karşı sahil tepelerinden ve Haliç’in bütün koylarından birçok defa pırıl pırıl kubbelerini ve narin minarelerini gördüğüm o esrarlı Eyüp Camiine heyecan içinde vasıl olduk. Avluda, büyük bir çınarın gölgesinde, halka halinde dizilmiş kandillerin devamlı olarak aydınlattığı, Bizans surlarının dibinde ilk müslümanlarla beraber şehit olan ve bu sahile defnedilmiş cesedi sekiz asır sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından bulunan Peygamber’in meşhur sancakdarının köşk şeklindeki türbesi yükselir. Fatih, padişahların Osman Gazi’nin kılıcını merasimle kuşandıkları bu camii onun için yaptırtmıştır, bu yüzden etrafındaki kabristan kabristanların en mübareği olduğu gibi, bu cami de İstanbul camilerinin en mukaddes olanıdır. Camiin etrafında, ulu ağaçların altında, çiçeklerle çevrilmiş, mermerler ve yaldızlı arabesklerle parıldayan, gösterişli kitabelerle süslenmiş sultan, vezir ve saray büyüklerinin türbeleri yükselir. Şeyhülislâmların türbesi ayrı bir yerdedir, sekiz köşeli bir kubbeyle örtülmüştür, kubbenin altında büyük din adamları medfundur, üzerlerinde başucuna ince ipekli tülden sarıklar yerleştirilmiş kocaman siyah sandukalar vardır. Bu, fevkalâde bir sessizliğe gömülmüş aristokratik bir mahalle gibi, uhrevî bir hüzünle beraber dünyevî bir hürmet hissini ilham eden bembeyaz, gölgeli ve şahane bir güzelliğe sahip bir mezar şehridir. Mezarlık bahçelerindeki yeşilliğin çelenkler ve demetler halinde sarktığı ve üzerinden akasya, meşe, mersin dallarının yükseldiği beyaz duvarların ve parmaklıkların içine geçiyor ve türbelerin kemerli pencerelerini örten yaldızlı demir dantellerin arasından, tatlı bir ziya içinde, ağaçların yeşil gölgeleriyle boyanmış mermer lâhitleri görüyoruz. İstanbul’un başka hiçbir yerinde, ölüm tasvirini güzelleştiren ve korkmadan seyrettiren müslüman sanatı bu kadar zarafetle gözler önüne serilmez. Dudaklarda hem dua hem tebessüm uyandıran hüzün ve zarafet dolu bir kabristan, bir saray, bir bahçe, bir mâbeddir bu. Her tarafta, asırlık selvilerin gölgelediği, içinden yılankavi yolların geçtiği, sulara dalmak için yokuşlara atılıyormuş veya hayaletlerin geçişini görmek için yol boyunca toplanıyormuş gibi gelen mezar taşlarıyla beyazlaşmış mezarlıklar uzanır. Birçok karanlık köşeden, çalıları aralayınca, sağ kolda, birbirinden ayrı bir sıra mavimsi şehir gibi görünen uzaklardaki İstanbul; aşağıda, güneşin son ışığının parladığı Altınboynuz; karşıda, Sütlüce, Halıcıoğlu, Pîrîpaşa, Hasköy semtleri ve daha uzakta bu dünyanın renklerine benzemeyen belirsiz ve ölgün sonsuz bir renk tatlılığı içinde kaybolmuş büyük Kasımpaşa semti ve hayal meyal Galata görülür.
İstanbul'da yaşıyorsanız, yâhud yolunuz buraya düşüyorsa, muhakkak gidip görünüz bu mezarlığı. Kıvrımları arasında dolaşınız ve ibretle seyrediniz o manzaraları.