Eyüp Sultan

9 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmıştır.

Hazret-i Hüseyin
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir sohbetlerinde söz Eyüp'deki Bektâşîlerden açılınca buyurdular ki :
Bir takım Bektâşîlerin, Hazret-i Hâlid ibn Zeyd'e karşı adâvetleri vardır, Hazret'in kıymetini bilmezler hattâ bu yüzden Eyüp Sultan'da namaz kılmazlar. Bunların ekserisi câhildir hattâ echeldir. Şîa dahî Hazret-i Hâlid ibn Zeyd Ebâ Eyyûb el-Ensârî'nin sahâbelliğini kabûl eder. Hazret-i Hâlid, Resûl-i Ekrem'in akrabâsıdır, dayısı oğludur. Bektâşîler Hazret-i Hâlid buraya Yezid'le geldi diye câmisine bile uğramazlar. Bilmezler ki şîa dahî, Hazret-i Hâlid'in sahâbe olduğunu kabûl eder, ki şiâ sâdece on yedi sahâbe kabûl eder, diğerleri irtidâd etti der, onların itikâdı böyledir.
Bu sohbet meclisinde hazır bulunan Emin Işık Hocaefendi, tam burada söze girip Efendi Hazretlerinin sözlerini te'yiden şöyle diyor :
Aynı şekilde, nereden kalmışsa, Midhat Bahârî Bey, o da Bahâriyye'den ya, Hüseyin Fahreddin Dede'nin çırağı, aklında böyle bir şey kalmış. Halbuki kendisi sünnî bir mevlevî şeyhi idi. Sonra ben Beşiktaşlı Cemal Efendi'nin kitâbında gördüm, Eyüp Sultan kitabında, Hazret-i Hâlid'in hayâtı boyunca İmâm-ı Ali'den hiç ayrılmadığını ve onun yanında Sıffîn harbine de iştirâk ettiğini yazıyor. 
Emin Işık Hocaefendinin bahsettiği eser, son devrin kıymetli âlimlerinden, Alasonyalı Cemal Efendi veya Beşiktaşlı Cemal Efendi diye bilinen merhûm Hacı Cemâl Öğüt tarafından telif edilen ve "Eyyüb Sultan Hz. Hâlid Ebû Eyyüb El-Ensârî" başlığı ile 1955 senesinde yayınlanan, Hazret-i Hâlid hakkında çok mühim bilgilerle dolu pek kıymetli bir eserdir. Eserin ilmî kıymeti yanında, büyük de bir manevî kıymeti vardır zîrâ bu eser Hazret-i Hâlid'in emr-i manevîsi ile yazılmışdır.

Efendi Hazretleri bu sohbetde, Hazret-i Hâlid hakkında bilinmeyen bir husûsu da şöyle beyân buyurdular :
Kabir ziyâretinin cevâzı da ondandır. Hazret-i Hâlid, Cenâb-ı Peygamber'in defninde bulunamamış, sonradan gelmiş, türbesine kapanmış, ağlamış, sızlamış. Bu hâdise kabir ziyâretinin cevâzına delîl olmuşdur. 
 
Efendi Hazretleri Bektâşîlerin câhilliklerinden dolayı Hazret-i Hâlid'e buğzettiklerini beyân ederek şöyle buyurdular :
Ben orada bir Bektâşî topluluğunda bulundum, bektâşî babalarından birisi duâ etti, Hazret'in ismini bile anmadı. Câhil adamlar, bilmezler. Halbuki bilmiyorlar ki, kimse de bilmiyor, onu da ben haber vereyim, Hazret-i Hâlid'le berâber İmâm-ı Hüseyn de geliyor buraya. Hazret-i Hüseyn buraya geliyor, Kağıthâne köyünde oturuyor, harbe iştirâk ederek geliyor. Zâten Hazret-i Hüseyn, Muaviye zamânında isyân etmedi, Yezid zamânında isyân etmişdi. Muaviye de buraya oğlu Yezid'i göndermedi, Mahleb'i gönderdi. Ordu önce Mahleb kumandasındaydı. Sonra kendi yerine Yezid'i veliahd gösterince avânesi dediler ki, "Yezid'i İstanbul üzerine gönder ki ihtilâf kalmasın, eğer İstanbul feth olunursa 've le ni'mel emîr'e girer" dediler. Muaviye onun üzerine Yezid'i buraya gönderdi. 
Buhârî'nin beyânına göre, Hazret-i Hâlid ibn Zeyd, Yezid'i çağırıyor ve diyor ki, "Ben buraya mâl-ı ganâim için gelmedim, Resûl-i Ekrem 'İçinizde en hayırlınız, İstanbul surlarına yakın olarak gömülendir' buyurdu, ben bu hadîse mazhar olmak için buraya geldim" dedi. Vefâtı hakkında iki rivâyet var. Bir rivâyete göre şehîd olmuşdur, diğer rivâyete göre ishal ve karın ağrısından vefât etmişdir. Yani ya esas şehîd ya da hükmî şehîddir. Buhârî'nin beyânına göre Hazret-i Hâlid'in vefâtı karın ağrısındandır ki karın ağrısından ölenler de şehîd sayılırlar. Hem de gurbetde ve seferde zâten.
 
Hazret-i Hâlid, Yezid'e, "Eğer bana bir emr-i Hakk vâki olursa, beni İstanbul surlarına en yakın olan bir yere gömünüz" diyor ve vefât ediyor. O gün harb kesiliyor, harb etmiyorlar. İstanbul'un muhâsarasına iştirâk eden bütün sahâbe ve tâbiîn, hepsi cenâzeye iştirâk ediyorlar. Çünkü çok mühim bir zât-ı muhterem. O sırada Bizans Kıralı bakıyor ve mühim bir hâdise olduğunu anlıyor. Cenâze getiriliyor, Bizanslılar Tekfur Sarayından seyrediyorlar ve bir cenâze merâsimi olduğunu anlıyorlar. Yezid, Hazret-i Hâlid'i gömdürüyor sonra üzerinden süvârîleri geçiriyor, toprak dümdüz olsun, kabrin yeri belli olmasın diye. Bunun üzerine Bizans Kıralı Yezid'e haber salıyor. Buhârî'nin beyânı böyle. Bizans Kıralı diyor ki, "Sen duhât-ı arabdan Muaviye'nin oğlusun. Siz bu şehri alamayacaksınız ve buradan gideceksiniz. Ben o sizin hürmetle gömdüğünüz ölünün kabrini açtıracağım, cesedini köpeklere yedireceğim" diyor. Yezid de kırala cevap veriyor, "Eğer sen bu ölünün kabrine ya da taşına bir hakâret edecek olursan, ben Anadolu'da ve Suriye'de ve Irak'da ve Filistin'de bir tek çan sesi bırakmam, bütün kiliseleri hâk ile yeksân ederim, bütün hıristiyanları kılıçdan geçiririm" diyor. Bunun üzerine Kıral diyor ki, "Benim ölüye hürmetim vardır. Bu ölen kişinin müslümanlar arasında kadr-i vâlâsının ne olduğunu öğrenmek için böyle bir şey yapdım. Ben de kendisine hürmetkârım, katiyyen böyle bir şey yapmam" diyor ve İslâm ordusu muhâsarayı kaldırıyor ve çıkıp gidiyorlar. 
Bizans döneminde İstanbul'u ziyâret eden meşhûr seyyah İbn Battuta da Hazret-i Hâlid'in defnedildiği yerde bir türbe olduğunu görüyor ve "Ben geldim, bir türbe vardı, tek kandil yanıyordu, hıristiyan halk yağmur duâsı için oraya geliyor ve Allah'a duâ ediyordu"diyor. Sonra üzerinden zamanlar geçmiş, Latinler gelip de her şeyi yakıp yıkdıkları zaman türbeyi de hâk ile yeksân etmişler.
Sonra Hazret-i Fâtih zamânında, şehir feth olununca, Sultan Fâtih, Akşemseddîn Hazretlerine diyor ki, "Şeyhim, burada bir sahâbe vardır, bu sahâbe, ileri gelen sahâbelerdendir, Hazret-i Peygamber'in dayısının oğludur yani Hazret-i Âmine'nin akrabâsıdır. Onun kabrini bulabilir misin?" diyor. Akşemseddîn Hazretleri, "Bulurum" diyor ve keşf ile kabrin yerini buluyor ve kabrin yerini işâretlemek için iki ağaç dikiyor. Gece Fâtih oraya adam gönderiyor ve o gün dikilen ağaçları oradan aldırıyor ve üç-beş adım öteye diktiriyor. Şeyh Efendi sabahleyin geliyor, ağaçları başka bir yerde görünce hayret ediyor ve "Allah Allah, bu ağaçları yerinden kim kaldırmış?" diyor. Kabrin olduğu yeri kazıyorlar, kûfî yazı ile "Hâzâ Kabri Hâlid ibn Zeyd Ebâ Eyyûb el-Ensâri" diye bir ibâre buluyorlar, makbereyi açıyorlar, kabrin içerisinde olduğu gibi duruyormuş, önce Akşemseddîn Hazretleri kabre iniyor ve Hazret'in ayaklarını öpüyor. Onun arkasından öpemk için Hazret-i Fâtih iniyor fakat Hazret ayaklarını topluyor, ona öptürmüyor. Benim okuduğum kitâbda öyle diyor. Hazret-i Fâtih "Acabâ bana niye öptürmedi" diye bozuluyor. Sonra Akşemseddîn Hazretleri diyor ki, "Onlar geldiler İstanbul'u feth edemediler, fetih size nasîb oldu, siz 've le ni'mel emîr'e girdiniz, size edeben ayağını öptürmedi, bak bana öptürdü" diyor. Bunun üzerine üstüne türbe yapıyorlar. Hani ortada o iki ağaç var ya, işte o ağaçlar Fâtih'in yerini değiştirdiği ağaçlardır.
Yetişmez mi bu şehrin halkına bu ni'met-i Bârî
Mihmândâr-ı Resûlullah Ebâ Eyyûb el-Ensârî

www.muzafferozak.com


Listeye geri dön