Eyyüb Sultân - Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt

10 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmıştır.

Hacı Cemal Öğüt
Sizlere harâretle tavsiye edeceğim bu eser, hakîkaten eşsiz bir eserdir. Kimilerinin Alasonyalı Cemal Efendi kimilerinin de Beşiktaşlı Cemal Efendi diye bildiği, son devrin kıymetli âlimlerinden, merhûm Hacı Cemal Öğüt Hocaefendi'nin büyük bir titizlikle te'lîf ettiği bu eser, Resûl-i Ekrem Efendimizin mihmândârı, Hazret-i Hâlid ibn Zeyd Ebâ Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin hayâtı, hizmetleri ve rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler hakkındadır. 

Maksadı okuyucuya Hazret-i Hâlid'in kıymetini öğretmek olan bu eser, o kadar güzel tertîb edilmişdir ki önce Allah'a ve Resûl'üne îmân ve Resûl-i Ekrem Efendimizin'in büyüklüğünü i'lân ile başlar. Müellif merhûm, sonra sahâbenin ne demek olduğunu îzâh ederek Hazret-i Hâlid'in Resûl-i Ekrem Efendimize yakınlığını ve hizmetlerini pek zarîf bir uslûb ile anlatır. Hazret-i Hâlid'in fazîletlerini bir bir kaydeden müellif merhûm, Hazret-i Hâlid'in İslâm orduları ile İstanbul'a iki defa gelişini ve ikincisinde burada âlem-i cemâle gidişini hem bir tarihçi titizliği ile hem de ulvî hislerle anlatır. Eseri müstesnâ kılan hususlardan biri de budur.

Müellif, İstanbul'un fethi hakkındaki hadîs-i şerîfe ve İstanbul'un fethine de önemli bir yer verdiği eserinde, bugün dahî münâkaşalara sebeb olan, türbe ziyâreti ve tevessül gibi meselelere de oldukça geniş yer vermiş ve bunları vüzûha kavuşturmuşdur.

Bu eseri eşsiz kılan diğer bir husus da, eserin Hazret-i Hâlid'in emri ile yazılmış olmasıdır. Müellif Hazret-i Hâlid'den gelen emr-i ma'nevîyi eserin başında şu sözlerle ifâde etmişdir : "... bu sûretle gücümün yettiği kadar hadis, târihi siyer ve megâzî kitaplarını inceleyerek, bilhassa Hazret-i Mihmândâr'ın ayân beyân bir emir ve ilhâmı ve hiç şübhesiz büyük bir iltifâtı eseri olarak, Hazret-i Hâlid'in hâl tercümesini ve târihini yazmağa cür’et etdim". Müellifin tevâzu'u ve mahviyyeti sebebiyle teferruatını yazmadığı bu hâdiseyi kızı Hikmet Öğüt Hanımefendi şöyle beyân etmişdir :
1951 yılında kardeşim Ali'yi üniversite talabesi iken kaybetmiştik. Ailecek çok üzüldük. Ben de evin tek çocuğu olarak kaldım. Bilhassa babamın hüznü çok ağırdı Bir türlü o ağır acının te'sîrinden kendini kurtaramıyordu. Bunun üzerine, musîbete uğramış, yakınını kaybetmiş, bir hastalığa dûçâr olmuş insanlara bir teselli vermek istedi. Çünkü, "Ben dîni îmânı böylesine bilen biri iken, kendimi zor toparladım, başkaları ne yapar" diye düşündü. İşte bu sebeble de, "Tesliyetü Ehle'l Mesâib" adlı Arapça eseri tercümeye başladı. Bu eser musîbete uğrayanlara tesellî vermek için yazılmış, oldukça hacimli bir kitâbdır. Bir gün, kütübhânesinde, yine bu eser üzerinde çalışıyordu. Birden tak tak tak diye bir ses işitdim. Acabâ babam bir şey mi istiyor diye odasına koşdum. Hafif aralık duran kapısından bakdığımda, bir eli oturduğu sandalyenin arkasında, diğeri de çalışma masasının üzerindeydi. "Babacığım, bir şey mi istediniz?" dedim. Cevap alamadım ama, o ayağını pat pat pat diye ses çıkararak yere vurmaya devam ediyordu. Aman babama bir şey oldu diyerek odadan fırladım. Bitişik komşumuz babamın doktoruydu, Kudret Kurutluoğlu. Hemen ona koşdum ve nefes nefese, "Aman Doktor Amca yetişin! Babama bir haller oldu" dedim. Doktor Amca da telaşla koşdu, geldi ve kapının aralığından babama bakmaya başladı. Ama bu uzun sürmedi. Şöyle bir bakdı ve geri çekildi. Ben heyecanla, "Doktor Amca, nabzına bakınız, tansiyonuna bakınız" diye yalvarıyordum. Fakat o pek aldırış etmiyordu. Bir sandalyeye oturdu ve dedi ki, "Evladım, o bir hâl üzeredir, rahatsız etmeyelim". Doktor ehl-i tasavvuf bir insan olduğu için, ona inandım ve biraz sâkinleşdim ancak yine de müdhiş bir merâk içindeydim. Çünkü babam hâlâ aynı şekilde ayağını yere pat, pat diye vuruyordu. Bir müddet sonra ikindi ezanı okunmaya başladı. Ezan sesiyle birlikte babam, birden silkindi ve bir başka âlemden dünyamıza gelir gibi, toparlandı, kendine geldi, "Hikmet, Kızım!" diye seslendi. "Efendim babacığım" dedim. "Misâfiri geçirdin mi?" diye sordu. Onu şaşırtmamak ve içinde bulunduğu atmosferi bozmamak için, "Evet babacığım" dedim. Sevindi ve hemen ekledi, "Elini de öpdün mü?", "Evet babacığım" dedim. "Amân Yâ Rabbi, şükür ki sen elini öpmüşsün. Ben maalesef öpemedim" dedi. "Babacığım elini öpdüm ama misâfirimizin kim olduğunu bilmiyorum" dedim. Babacığım hâlâ heyecân içinde bana döndü ve dedi ki, "Ben de bilemedim evlâdım. Uzunca boylu, beyaz sakallı, nûr gibi bir zât. Birden, kapımı hart diye açdı ve girdi. 'Bırak Ali'yi, bırak Ali'yi, beni yaz, beni!' dedi. 'Peki Efendim, bâş üstüne ammâ zât-ı âlînizi bilemedim' dedim. 'Hâlid! Hâlid! Ebâ Eyyûb' dedi ve çıkıp gitdi. Evlâdım, iyi ki sen elini öpdün" dedi. 
Cemâl Efendi merhûm, bu hâdise üzerine o sırada tercüme etmekde olduğu  kitabı bir kenara bırakıp hemen bu eseri te'lîfe başlamışdır. Eserin târih kısmını oluşturan birinci cildi 1955'de, Hazret-i Hâlid'den rivâyet edilen hadîslerden müteşekkil olan ikinci cildi ise 1957'de basılmışdır. İlk baskısından uzun zaman sonra hem Eyüp Belediyesi hem de özel bir yayınevi tarafından tek cild hâline yeninden yayınlanan bu eseri herkese hem de harâretle tavsiye ediyorum.

Arkadaş nûr ağıyor sen de o gafletden uyan
Bu mukaddes yüce târihi gönülden okuyan
Sanki cennetlerin ufkunda görür kendisini
İşidir Hazret-i Eyyûb'un ilâhî sesini
Keşfeder arş-ı a'lâya çıkan nûrlu yolu
Bütün etrâfı o şebnemli çiçeklerle dolu
Bu yolun yolcusu Peygamber-i Zî-Şân'ı bulur.
Kuşatır rûhunun âfâkını başdan başa nûr
Listeye geri dön