10 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
1951 yılında kardeşim Ali'yi üniversite talabesi iken kaybetmiştik. Ailecek çok üzüldük. Ben de evin tek çocuğu olarak kaldım. Bilhassa babamın hüznü çok ağırdı Bir türlü o ağır acının te'sîrinden kendini kurtaramıyordu. Bunun üzerine, musîbete uğramış, yakınını kaybetmiş, bir hastalığa dûçâr olmuş insanlara bir teselli vermek istedi. Çünkü, "Ben dîni îmânı böylesine bilen biri iken, kendimi zor toparladım, başkaları ne yapar" diye düşündü. İşte bu sebeble de, "Tesliyetü Ehle'l Mesâib" adlı Arapça eseri tercümeye başladı. Bu eser musîbete uğrayanlara tesellî vermek için yazılmış, oldukça hacimli bir kitâbdır. Bir gün, kütübhânesinde, yine bu eser üzerinde çalışıyordu. Birden tak tak tak diye bir ses işitdim. Acabâ babam bir şey mi istiyor diye odasına koşdum. Hafif aralık duran kapısından bakdığımda, bir eli oturduğu sandalyenin arkasında, diğeri de çalışma masasının üzerindeydi. "Babacığım, bir şey mi istediniz?" dedim. Cevap alamadım ama, o ayağını pat pat pat diye ses çıkararak yere vurmaya devam ediyordu. Aman babama bir şey oldu diyerek odadan fırladım. Bitişik komşumuz babamın doktoruydu, Kudret Kurutluoğlu. Hemen ona koşdum ve nefes nefese, "Aman Doktor Amca yetişin! Babama bir haller oldu" dedim. Doktor Amca da telaşla koşdu, geldi ve kapının aralığından babama bakmaya başladı. Ama bu uzun sürmedi. Şöyle bir bakdı ve geri çekildi. Ben heyecanla, "Doktor Amca, nabzına bakınız, tansiyonuna bakınız" diye yalvarıyordum. Fakat o pek aldırış etmiyordu. Bir sandalyeye oturdu ve dedi ki, "Evladım, o bir hâl üzeredir, rahatsız etmeyelim". Doktor ehl-i tasavvuf bir insan olduğu için, ona inandım ve biraz sâkinleşdim ancak yine de müdhiş bir merâk içindeydim. Çünkü babam hâlâ aynı şekilde ayağını yere pat, pat diye vuruyordu. Bir müddet sonra ikindi ezanı okunmaya başladı. Ezan sesiyle birlikte babam, birden silkindi ve bir başka âlemden dünyamıza gelir gibi, toparlandı, kendine geldi, "Hikmet, Kızım!" diye seslendi. "Efendim babacığım" dedim. "Misâfiri geçirdin mi?" diye sordu. Onu şaşırtmamak ve içinde bulunduğu atmosferi bozmamak için, "Evet babacığım" dedim. Sevindi ve hemen ekledi, "Elini de öpdün mü?", "Evet babacığım" dedim. "Amân Yâ Rabbi, şükür ki sen elini öpmüşsün. Ben maalesef öpemedim" dedi. "Babacığım elini öpdüm ama misâfirimizin kim olduğunu bilmiyorum" dedim. Babacığım hâlâ heyecân içinde bana döndü ve dedi ki, "Ben de bilemedim evlâdım. Uzunca boylu, beyaz sakallı, nûr gibi bir zât. Birden, kapımı hart diye açdı ve girdi. 'Bırak Ali'yi, bırak Ali'yi, beni yaz, beni!' dedi. 'Peki Efendim, bâş üstüne ammâ zât-ı âlînizi bilemedim' dedim. 'Hâlid! Hâlid! Ebâ Eyyûb' dedi ve çıkıp gitdi. Evlâdım, iyi ki sen elini öpdün" dedi.