Ezân-ı Muhammedî

6 Mart 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Hutbe

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ 
yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nûdiye lis salâti min yevmil cumu'ati fes’av ilâ zikrillâhi ve zerûl bey’a zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn.
Sadakallahü'l-azîm.

Tevhîd nûruyla yüzleri sürûrlanan, Nûr-i Muhammedî ile kalbleri nûrlanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar! "Nerden geldim nereye gidiyorum" diyerek geldiği yeri ve gittiği yeri arayanlar! Hakk'a tâlibler, rızâya râgıblar!

Okuduğum âyet-i kerîme Cuma namazı hakkında bir âyetdir ama biz Cuma üzerinde durmayacağız, "نُودِي nûdiye" kelimesi üzerinde duracağız. "Nûdiye نُودِي" kelimesi, Ezân-ı Muhammedî'dir. Yani okunan ezân.

Lisânımızın yettiği kadar, dilimizin döndüğü kadar, birkaç söz söyleyeceğiz. Herkes de nasîbini alacak inşâallah.

Ezân için sünnet-i müekkede diyenler olduğu gibi, farz diyenler de vardır. "إِذَا نُودِي izâ nûdiye", nidâ olunduğu vakit,  "فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ fes'av ilâ zikrillah", Allah'ın zikrine koşunuz ve " أَذَانٌ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاس ezânün minallahi ve resûlihî", ezân Allah ve Resûlünündür, âyet-i kerîmelerinin ma'nâsına göre ezan farz diyenler de vardır.

Müezzin Efendi ezâna başladı mı, radyoların düğmeleri kapanmalı, çalgılar susmalı, ağızlar kilitlenmelidir. Ezân, Dîn-i İslâm'da çok mühim bir yer işgâl eder. Hattâ ezânı işiten mü'minler müezzinle berâber ezânı okumalıdır. Bağırarak değil de, aynı kelimeleri tekrarlamalıdır. Müezzin "Allahuekber Allahuekber" dediğinde, dinleyenler de içlerinden "Allahuekber Allahuekber" demeli. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah Eşhedü en lâ ilâhe illallah" da bu şekilde. Müezzin "Hayya ale's-salâh" dedi mi, "lâ havle velâ kuvvete illâ billah", "Hayya ale'l-felâh" dediği vakit de yine,  "lâ havle velâ kuvvete illâ billah" demeli, sonra yine müezzinle berâber "Allahuekber Allahuekber Lâ ilâhe illallah" demelidir. Ezânı bu şekilde müezzinle berâber takip etmek her müslümana vâcibdir. Zîrâ ezânı müezzin okumaya başladığı vakit, Allahu Subhânehû ve Teâlâ, ki hadîs-i şerîfde vardır, Allahu Subhânehû ve Teâlâ, melekleriyle berâber Ezân-ı Muhammedî'yi dinlerler. Allah da dinliyor Ezân-ı Muhammedî'yi. Hattâ Cenâb-ı Hakk müezzini tasdîk eder. Müezzin Efendi, "Allahuekber Allahuekber"  dediği vakit, Cenâb-ı Hakk buyurur ki, "Evet, ben büyüğüm, benden büyük yok. Ben yüceyim benden yüce yok. Benim şerîkim, nazîrim yok, benim benzerim yok. Kuvvet ve kudret-i muazzama sâhibiyim. Ey müezzin! Şehâdetinde yalancı değilsin, devâm et".

'Âşıkların kılarlar yâd edinüp ismini evrâd
Okurlar ismini Ahmed Muhammed ibni 'Abdullah
Eyâ cevherlerin kânı za'îfler derdi dermânı
Nice medh eyleyem seni ki meddâhın ola Allah
"Eşhedü en lâ ilâhe illallah". Efendiler! Burada çok büyük incelik vardır. Tabii burada hutbede ifâdesi biraz güç olur çünkü anlatması uzun sürer. Yani herkese anlatmak müşkül olur. "Eşhedü" kelimesi şehâdetdir. Şehâdet, gözüyle görene derler. "Eşhedü", ben şehâdet ederim, tanıklık ederim ki, "en lâ ilâhe illallah", Allah'dan başka ibâdete lâyık hiç bir ilâh yokdur, ancak Allah vardır. Şehâdet ettim. E peki gördün mü? Görülen şey şuhûddur, görülene şehâdet edilir.

Ne vakitden beri müslümansın?  Doğduğumdan beri müslümanım. Yok, öyle değil. Ne vakitden beri müslümansın biliyor musun? "Kâlû belâ"dan beri müslümanım, mü'minim, elhamdülillah. "Kâlû belâ" ne demekdir? Vücûdlar, bedenler halk olunmadan evvel, rûhlar âlemi halk olundu. Allahu Subhânehû ve Teâlâ önce rûhları halk etti ve onlara hitâb etti, "Elestü bi rabbiküm" yani "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" buyurdu. Rûhlar da "Kâlû belâ" dediler. Yani "Evet Yâ Rabbi, sen bizim rabbimizsin" dediler. İşte o vakitden beri müslümanız. 

Senin müslümanlığın "kâlû belâ"dan beri devâm ediyor da, Resûl-i Ekrem'in nübüvveti kırk yaşından sonra mı devâm ediyor? Hani bazıları var ya, zavallılar, "Peygamber'e kırk yaşında peygamberlik geldi" diyorlar. Hayıri peygamberlik kırk yaşında gelmedi, Peygamber peygamber idi. Hattâ Âdem su ile toprak arasındaydı, Hazret-i Muhammed Mustafâ peygamber idi. Hattâ Âdem'in suyu ve toprağı halk olunmamışdı, Hazret-i Resûl-i Ekrem peygamber idi. Sallallahu aleyhi vesellem. Kitaplarda, ilmihallerde okuduğumuz, Resûl-i Ekrem'e Hakk Teâlâ izhâr-ı nübüvvetini kırk yaşında emr eyledi. İzhâr-ı nübüvvet etti Peygamberimiz. O güne kadar halk kemâle gelmemişdi, henüz Resûl-i Ekrem'e lâyık değildiler. Kimisi makâm-ı mûseviyyetde, kimisi makâm-ı îseviyyetde idi. Ne vakit ki Resûl-i Ekrem'e lâyık oldular, o vakit Cenâb-ı Hakk Resûl-i Ekrem'in nübüvvetini izhâr etmesini kendisine emr ü ferman buyurdu. Sonra kırk üç yaşında da resûllüğünü emretti. Peygamberimiz hem nebî hem resûldür. Her nebî resûl olmadı ama her resûl nebîdir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem bütün peygamberlerin seyyidi ve efendisidir. Kıyâmet gününde bütün peygamberler Resûl-i Ekrem'in sancağı altına cem olacaklardır. 

Öyleyse şehâdetimiz nereden başlıyor? Tâ âlem-i ervâhdan. Onun için kitâbullahı dinleyen, güzel sesi duyan kimse, kim olursa olsun, tesirinde kalır, hattâ hayvanlara bile tesir eder güzel ses. Güzel ses, hayvanlara bile tesir eder. İşte o âlem-i ervâhda Cenâb-ı Hakk'ın "Elestü bi rabbiküm" hitâbını duyanlar, anlayanlar güzel sese meclûbdurlar. Orda da kulaklarında gaflet olan olabilir, onlar müstesnâdır.

Müezzin "eşhedü en lâ ilâhe illallah" dedi mi, Allah "Ey Müezzin! Şehâdetinde dâim ol ve kâim ol. Haksın ve gerçeksin, benden başka ibâdet lâyık hiç bir ilâh yokdur" buyurur. Hattâ Peygamberimiz Cenâb-ı Hakk'ın ezânı nasıl dinlediğini de söylüyor fakat burada söylersem halk yanlış anlayabilir, yanlışlığa mahal vermemek için o şeyi söylemeyeceğim, geçiyorum.

"Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah". İyi dinle! "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah". "Eşhedü", ben şehâdet ederim, "enne Muhammeden Resûlullah", Hazret-i Muhammed Mustafâ muhakkak Allah'ın resûlüdür. Cenâb-ı Hakk, "Ey Müezzin! Sen şehâdet et, benim şehâdetimi de ilân et. Benim sevgilim Muhammedim benim resûlümdür. Şehâdetinde yalancı değilsin" buyurur.

"Hayya ale's-salâh Hayya ale's-salâh", salâha geliniz, salâha. Salâh, salâh, refah, felâh, necât. Huzûra gelin huzûra. Ol Mahbûb'un, ol Ma'bûd'un huzûruna gelin. Kim ki Allah'a kıyâma durdu, onlar cemâlullahı görecekler. Sen, ben cemâlullahın ne olduğunu bilmeyiz, yanlız lisânla söylüyoruz. Onu Allah'a âşık olanlar bilirler.

"Hayya ale'l-felâh Hayya ale'l-felâh". Felâha gelin felâha gelin. Birinci felâh, mü'minlere, birinci salâh mü'minlere, ikinci felâh, ikinci salâh cinnilere, cinni müslümanlara, yâhud ikincisi kâfirlere. Yani îmâna davet. "Hayya ale'l-felâh"ın birincisi mü'minlere, ikinci felâh, cinni mü'minlere yâhud kâfirlere. Felâha çağırıyor.
Dâimâ Kur`ân genç ve dinç. Rûh-i Muhammedî bâkî. Kıyâmet gününe kadar. Hattâ Muhammed Bahâeddîn Nakşibendî diyor ki, "Bir an biz cemâl-i Muhammed'den dûr olsak kendimizi tedennîde farz ederiz" diyor. Yani her dâim huzûr-ı nebîdeyim diyor.

Aman Resûlullah'a çok muhabbet ediniz. Çok muhabbet edin. Îmânın kemâli ondadır.

Aklıma geldi, söylemeden geçmeyeceğim. 

Hazret-i Bayezid-i Bistâmî ki bu zât-ı muhterem meşhûr bir veliyyullahdır. Bilenler bilir bilmeyenler de öğrensinler. Velî demek Allah'ın dostu demek. Allah'ın dostluğunun ne olduğunu Allah'a dost olanlar bilirler, kendi çapında, kendi mikdarında. Tarifi müşküldür biraz. Tarif edilmez. Bazı şeyler var, tarifi olmaz.

Dicle üzerindeki köprünün üzerinden geçiyormuş, çocuklar oynuyorlarmış, Hazret-i Şeyh başını sokmuş, ne yapıyorlar diye, bakmış, iki tâne kukla. Çocuklar kukla yapmış, yani bebekler yapmışlar. Birisinin ismini Muhammed koymuşlar, birinin ismini Âişe koymuşlar. Kız çocukları düğün yapıyorlar. Sormuş Hazret-i Şeyh, "Bu nedir, ne yapıyorsunuz?" demiş. "Muhammed'le Aîşe'yi evlendiriyoruz" demişler. Sallallahu aleyhi vesellem. Şeyh, fenâ halde âsâbı bozulmuş ve asâsıyla vurmuş, her iki kuklayı da yani bebekleri nehre atmış. O gece Cenâb-ı Peygamber'i görmüş. Sallallahu aleyhi vesellem. Rüyâsında Resûl-i Ekrem'i görmüş. Efendimiz, o Bayezid-i Bistâmî gibi koca velîye yüz vermemiş, ona karşı biraz gadablıca. Demiş, "Anam babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Yüzünüzün bana bu şekilde asıldığını şimdiye kadar hiç görmemişdim. Kusûrum nedir?" deyince, "Benim ismimle ve âilemin ismiyle isimlenen bebeği hakâret ederek sopayla vurdun nehre düşürdün. Senin yüzüne güleyim mi?" demiş. 

Acabâ anlatabildim mi?

Muhammed Mustafâ'ya çok muhabbet edin. İş ordadır. Sekiz cennetin kapısı ordadır. Sekiz cennetin miftâhı ordadır. Allah'ın cemâlini görmek isteyen ordadır. O kapıdan girersen görürsün. O'nu seversen Allah'ı seversin. Hazret-i Resûl-i Ekrem'e muhabbet, Allah'a muhabbetdir. Resûl-i Ekrem'e ihânet, Allah'a ihânetdir.

Sonra "Allahu ekber Allahu ekber  lâ ilâhe illallah".

Bir de bu Ezân-ı Muhammedî'yi şöyle alalım. Bir davetiye. Bütün "Lâ ilâhe illallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyenlere bu davetiye çıkarılıyor. Davetiyenin üzerinde şöyle bir yazı var : "Allahu ekber, Allahu ekber". Cenâb-ı Hakk, "Bu davetiyeyi ben gönderiyorum" diyor. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah, Eşhedü en lâ ilâhe illallah", "Benden başka ibâdet lâyık ilâh yok. İşte o büyük Allah var ya, işte o benim ve sana davetiye gönderiyorum" buyuruyor. "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah", "Muhammed Mustafâ benim resûlümdür, şehâdet ederim, ben şehâdet ederim". Evvelâ Allah şehâdet ediyor. Sonra,  "Hayye ale's-salah, Hayye ale'l-felah", "Felâha gelin, Salâta gelin". Yani davet. "Felâha gelin, Salâta gelin". Sonra altında imzâ var. Kim? : "Allahu ekber, Allahu ekber, Lâ ilâhe illallah". Davet-i ilâhiyye. Davet-i ilâhiyye.

Mevlâ da'vet eder mü'min kulunu
Ezân vakti sûr-ı rahmet açılır
Bilen bulur rızâ rıdvân yolunu
Âşıklara nûr-ı rahmet saçılır
Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem diyor ki, "Ben mi'râca çıkdığım vakit, mâverâ-yı arşda ezân okundu, ezân dinledim" diyor. O vakit daha ezân okunmamış. "Arşın mâverâsında bülend-i âvâz ile ezân okundu" diyor. Bu ezânı tarif ediyor. Daha mi'râcda. Ezân, Medîne'ye hicretlerinden sonra, Medîne'yi teşrîf ettikden sonra namaz vaktini tayin için konulan bir kâide. Fakat Cenâb-ı Peygamber daha Medîne'ye gelmeden, Mekke'de iken mi'râc etdi. Diyor ki, "O vakit ben, mâverâ-yı arşda ezânı dinledim" diyor.

Ezânın târihçesini söylemek istiyorum. Kulağında kalsın bir parça, bil ezân ne demekdir. Kalkar bir ecnebî sorar sana "Ezan ne demekdir?" diye, bakma suratına yabânî yâbâni.

Sormuşlar da Almanya'da talebenin birine, "Mezhebin nedir?" demişler, ses çıkaramamış, susmuş. Vallahi bizden daha iyi biliyorlar yani. Yapma yâhu!  Biraz dînini diyânetini ara biraz yâhû! Âbâ ü ecdâdını ara biraz yâhû! Sor biraz. Kahvelerde kağıt oynuyorsun. Bir şey dediğim yok ne yaparsan yap, herkesin yapacağı kendine ait. Sonra çok pişman olursun iş işden geçer. Paranı içkiye fışkıya verirsin, ona da karışmayız. Çok pişman olacaksın sonra. Ömrünü hebâya veriyorsun. Milyonlar versen bir saat ömrünü geri alamazsın. Milyarlar versen, bütün dünyâyı versen. Al eline bir kitap filan, biraz bir şeyler oku, azıcık öğrenmeye çalış. Sonra demiş ki o Alman kızı, "Sen Türksün değil mi? Senin mezhebin hanefîdir" demiş, yazmış. Alman kızı biliyor. Benim öteki mescide bir akşam yabancılar gelmişler, bizim ihvandan birine sormuşlar, "Efendinin yanında kim oturuyor?" diye. Tabii bizimki bir şey atmış, yalandan söylemiş gâliba. Ecnebî demiş ki, "Yok, senin söylediğin yanlış, orda şu kimse oturur, şu rütbede olan kimse oturur" demiş. Bizimki "Susdum" diyor. Yapmayalım böyle.

Senin ceddin yirmi iki yaşında İstanbul'u feth etti. Bizim yirmi iki yaşında çocuk, gusül abdestini almasını bilmiyor. Olur mu böyle şey! Senin ceddine necl-i necîbine yakışır mı bu! Biraz kendimizi toplayalım canım, büsbütün dağıldık. Yapmayalım böyle. Doğru değil bu iş. Sonu iyi olmaz bu işin. "Allah bir şey yapmıyor" diye böyle gidersen, "Allah bir şey yapmıyor" diye, bir gün yapar Cenâb-ı Hakk. Düşün! Bir kabın içine su damlasa, böyle damlaya damlaya bir gün o kap taşar. Allah'ın rahmeti çok genişdir. Sabreder eder eder bir gün ansızın tepene yumruğu vurur. Öğreneceksin ezânını filan. Ezânını, Kur`ân'ını, abdestini, namâzını. Yaklaşdı. Güneş gurûba eriyor. Yaklaşdı. "Ben gencim". Ben de gençtim. Ölenler çürüyenler de gençtiler. 

Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Medîne'yi teşrîf etdiler. Şimdi ezânın târihçesini anlatıyorum. Ashâb-ı kirâm, "Yâ Resûlallah, namaz vaktini nasıl tayin edelim" dediler. Çünkü çalışıyorlardı. Tufeylî adam yok. Müslümanda tufeylî olmaz, herkesin çalışması lâzımdır. Alnının teriyle. En tatlı, lezzetli, zevkli yemek, alnının teriyle kazandığını yemek ve Allah yoluna onu infâk etmekdir. Bunun lezzetini alanlara kâfî gelir bu iş. Ashâb-ı kirâm çalışıyorlar ama namazı da bırakmıyorlar. Namazı bırakan yok hiç. Hiç namazı bırakan yok.

Cenâb-ı Hazret-i Ömer, radıyallahu anh, kölelerinden kim namaz kılarsa onu âzâd edermiş. Aklıma geldiği için söylemeden geçmeyeceğim. Kölelerinden hangisi namaz kılars aonu âzâd edermiş. Köleler de mahsusdan, münâfık olduğu halde yani içi kâfir dışı mü'min, namaz gösterirlermiş ki Hazret-i Ömer âzâd etsin. Hazret-i Ömer de onları âzâd edermiş. Sonra demişler ki, "Yâ emîre'l-mü'minîn! Bunlar hakkıyla îmân etmiyorlar, biliyorlar ki sen namaz kılanı âzâd ediyorsun, gösteriş için yapıyorlar, seni aldatıyorlar". "Allah için aldanıyorum" demiş. "Bırak Allah için aldanayım" demiş. Fefham! Bazen Allah için aldanıver. Allah için çok aldandık ama biraz daha aldan, zarar etmeyeceksin. Mükâfâtını Allah verir. Çünkü Allah herkesin niyetine göre  amelinin sevâbını verir.

Gene sahâbeden birisi, tarlasıyla meşgûl oluyormuş. Geldi, Peygamber namazı kıldırmış, ikindi namazını. O gün ikindi namazını kaçırdığı için, yani Resûl-i Ekrem'in arkasında bir vakit namaz kılamadığı için, dedi ki, "Bu tarla beni Resûl-i Ekrem'in arkasında namaz kılmakdan men etti" dedi ve fukarâya veriverdi. 

İşte bunlar böyle insanlar. Onun için îmânın kemâle ere. Cennet mi istiyorsun? Zât cenneti mi? Sıfat cenneti mi? Efal cenneti mi? Ne istiyorsun? Hazır hepsi. Senin için hazırlandı. 

İbâdetsiz adam olmaz. Hayvanlar bile sabahleyin Allah'ı zikrediyorlar. Bir şey yokdur Allah'ı tesbîh eylemeyen. "Ben gencim, biraz daha yaşlanayım, sonra namaza başlayayım filan". Bırak bunları. Ya çıkarsın ya çıkmazsın sabaha. haberin avr mı ondan? Aklını başına al, Cenâb-ı Hakk'a ibâdet et. Elinden geldiği kadar. Elinden geldiği kadar. Lisânını kötüye harcama, Allah de. Başka şey söyleyeceğine, Allah Celle Celâluhû de, bitti o kadar.
Evet, Resûl-i Ekrem'e mürâcaat etdiler, "Yâ Resûlallah, namaz vaktini tam bilemiyoruz, bazen erken geliyoruz bazen geç kalıyoruz" filan dediler. "Bir tayîn yapalım ki namaz vakti geldiğini bilelim" dediler. Sahâbeden bazıları dediler ki, "Ateş yakalım, duman yapalım, duman çıkdı mı halk işini bıraksın câmiye koşsun" dediler. Ki fî zamâninâ bunun başka türlüsünü yapıyorlar. Kandil yakıyorlar köylerde filan, uzak tarlalarda görsünler diye, akşam ezânını, iftar vaktini bilsinler diye. Resûl-i Ekrem bunu kabûl etmedi. "Mecûsîler ateş yakarlar, onlara benzeriz. Mecûsîlere benzememek lâzım" dedi. Bir kısmı dediler ki, "Yâ Resûlallah, çan çalalım". Resûl-i Ekrem onu da kabûl etmedi, "Onu hıristiyanlar yapar, onlara benzemeyelim" dedi. Sonra bir tânesi dedi ki, "Yâ Resûlallah, boru öttürelim" dedi. Efendimiz onu da kabûl etmedi. "Onu da yahudiler yapar" dedi. Yahudiler ibâdete öyle çağırırmış. Ve o akşam öylece ayrıldılar.

Kırk sahâbe o gece aynı rüyâyı gördü. Kırk sahâbe. İçlerinde Hazret-i Ömer de var, Bilâl-i Habeşî de var, diğer sahabeler de var. Onlardan biri rüyâsını şöyle anlatıyor : "Bir zât gördüm, elinde boru gibi bir şey vardı, 'Onu bana satar mısın?' diye sordum. O zât, 'Bunu ne yapacaksın?' deyince, 'Biz bugün mescidde Resûl-i Ekrem'le namaz vaktini tayîn için görüşdük. Ben bunu alıp öttüreyim' dedim. O, 'Bundan daha hayırlısı var' dedi ve yüksek bir yere çıkdı, kıbleye karşı döndü, elini kulağına koydu ve Ezân-ı Muhammedî'yi okudu. Sonra o yüksek yerden aşağı indi, birkaç adım yürüdükden sonra, kâmet etdi".

Kırk sahâbe bunu böylece gördüler. Huzûr-i saâdete geldiler, bir tânesi rüyâyı anlatdı. Cenâb-ı Peygamber, "Kimdi o biliyor musunuz?" dedi. "Bilmiyoruz yâ Resûlallah, Allah ve Resûlü bilir" dediler. Efendimiz, "O Cebrâil aleyhisselâmdı, size dîninizi talim etdi" buyurdular ve böylece Ezân-ı Muhammedî'yi vaz etdiler.

Cenâb-ı Peygamber ezânı işittiği gibi, Hazret-i Bilâl-i Habeşî'ye talîm etdi. 

Bilâl-i Habeşî çok siyah bir zenciydi, yüzü simsiyahdı. Hattâ sormuşlar, demişler ki, "Yâ Resûlallah, bu Bilâl-i Habeşî'nin yüzü pek siyah, bu kadar siyah olmasına sebeb nedir?" demişler. İyi dinle! Pek zevkime gittiği için, söylemeden geçmeyeceğim. Efendimiz buyurmuş ki, "Onun siyahlığı yarın cennetde hûri kızlarının yanağına ben olacak" demiş.

Hattâ Cenâb-ı Peygamber, Hazret-i Bilâl-i Habeşî'ye Mi'râc sabâhı demiş ki, "Yâ Bilâl! Sana Kureyşliler kız vermezken, Kureyşli kadınlar seninle evlenmezken, cennetde senin hûrilerini gördüm, sana verilen cenneti ve hûrilerini gördüm" deyince Bilâl-i Habeşî ağlamış, "Yâ Resûlallah! Ben hûriyi cenneti ne yapayım, senin cemâlin bana kâfî" demiş ve böylece Resûl-i Ekrem'i hoşnûd etmiş.

İşte ondan itibaren Bilâl-i Habeşî ezân okumaya başladı. Peygamberimizin dört müezzini vardı. Birisinin gözleri a'mâ idi. Bilâl-i Habeşî'nin sesi gâyetle güzeldi ve bülend-i âvâz ile okurlardı. Ezân bu şekilde emrolundu. 

Kur`ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk "nûdiye" kelimesiyle ezâna işâret etdi ki bizde sünnet-i müekkededir. Hattâ bir müslüman şehri ezanı terketse, yani o köyde, o karyede, o kazâda, müslümanlar ezanı okumasa, ezanı terk etseler, orası ezan okumaları için cebr edilir yani ezan okusunlar diye cebr edilir. O kadar mühim ezan meselesi.

Çü kuvvet tutdu şer' İslâm açıldı 'âleme a'lâm
Namâza istedi i'lâm ki nice edeler bürhân
Ki gökden bir melek indi inüben hâyıta kondu
Yüzünü kıbleye döndü ki tekbîr eyledi i'lân

Şimdi gelelim. Ehemm-i mühim oldujklarından bir kaç tânesini söyleyeceğim.

Cüneyd-i Bağdâdî diyor ki, iyi dinle, kulağını benden yana ver, "Ezân-ı Muhammedî okunduğu vakit, Bağdad'ın fâsıkları çalgılarını, neylerini, dümbeleklerini susturmuyorlardı, Ezân-ı Muhammedî'yi dinlemiyorlardı. Yani ezâna hiç aldırmıyorlardı, lâubâlî olmuşlardı. Allah kavm-i Nûh'a tûfan gönderdi, onları suya gark etdi, Bağdad halkına da ateş deryâsı gönderdi". Çünkü Bağdad üzerine Hulâgû geldi.


Onun için ezâna hürmet etmeyenler mutlakâ belâlarını bulurlar. Haber veriyorum, tekrar tekrar söylüyorum. Onun için ezan okunmaya başladı mı, radyonu madyonu kısarsın, televizyonunu melevizyonunu kısarsın, konuşmayı terk edersin ve kendini ezâna verirsin ve müezzinle berâber Cenâb-ı Hakk'ın vahdâniyyetine şehâdet edersin.

Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ'dan
Giy ol tâcı emîn ol her belâdan

Vaktiyle bir eskici varmış, ayakkabı dikermiş. Ezân "Allahu Ekber" dedi mi, eli nasılsa öyle kalırmış. İğneyi batırdıysa batırdığı gibi, çektiyse çektiği gibi kalırmış. Ezân bitesiye kadar müezzinle ezân okurmuş, hiç kımıldamazmış. Senelerce böyle devam etmiş. 

Eh, meşreb mes'elesi bu, Allah'a aşk, Peygamber'e muhabbet, Dîn-i İslâm'a hürmet mes'elesi bu. Edebsizleri huzûra almazlar. Yani ne huzûrullaha ne huzûr-i Resûl'e girebilirsin, ne huzûr-i âşıkâna girebilirsin. İslâm'da edeb en mühim şeydir. Edeb, her hususda edeb lâzımdır. Eline, diline, beline sâhib ol!


Senelerce böyle devam etmiş. 

Eh, aşk bu ya, Dîn-i İslâm'a hürmet bu ya. Elbet Rabbimize itâat edeceğiz, hürmet edeceğiz, muhabbet edeceğiz. O eskici de her fânî gibi bir gün ölmüş.

Ona var sana yok değil, sen de öleceksin ben de öleceğim. Bir adam ölümden ibret almazsa, ölümden vaaz u nasîhat duymazsa, o adamdan hayır gelmez.
Hazret-i Îsa aleyhisselâm geçiyormuş. Bir sürü koyun gördü, bir koyunun kulağına bir şey söyledi ve gitti. O koyun o günden itibaren su içmez ot yemez oldu ve hayvan günden güne zayıflamaya başladı. Bir müddet sonra Hazret-i Îsâ aleyhisselâm çobana sordu, "Bu koyuna ne oldu?" dedi. Çoban Îsâ Peygamber'i tanımadı. "Bir adam geldi, onun kulağına bir şey söyledi, ondan sonra bu hayvancağız bu hâle geldi" dedi. Acabâ Îsâ Peygamber koyunun kulağına ne söylemiş? "Ölüm var" demiş. Koyuna böyle tesir etti bize hiç tesir etmiyor. 

Îsâ Peygamber bir koyuna böyle demiş, İslâm şeyhlerinden, büyük âşıklardan birisi, bir sürü koyuna bağırdı, bir sürü koyuna hitâb ederek, "Küllü nefsin zâikatü'l-mevt" diye seslenince, o günden itibaren o sürüdeki koyunlar ot yemediler su içmediler, helâk oldular. "Her nefis ölümü tadacak" demiş, bu âyeti okumuş. "Küllü nefsin zâikatü'l-mevt".

Şimdi gelelim. Hani ona var bana yok, biz ekseriyâ öyle zannediyoruz. Ölüm herkese var  bize yok zannediyoruz. Var, sana da var bana da var. 

O eskici ölmüş, götürüyorlarmış, ezân okunmaya başlamış. "Allahu Ekber" deyince, cenâze çakılmış. İmkânı yok götürmeye. Cenâze bekledi. Neyi bekledi bilir misin? Ezân bitinceye kadar. Müezzin "Lâilâheillallah" dedi, ondan sonra yürüdüler.


Zünnûn-i Mısrî Hazretlerinin cenâzesi gidiyordu. Müezzin ezâna başlayınca Hazret-i Şeyh Zünnûn-i Mısrî tabutdan parmağını çıkardı, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh" diye bağırdı. Bir çok adam korkudan düşdü rûhunu teslîm etti. Hazret, ezândan sonra kolunu aşağı indirdi.

Biz âşıkız biz ölmeyiz çürüyüp toprak olmayız
Karanlıklarda kalmayız bize leyl ü nehâr olmaz

Bu kadarı kâfî geldi mi? Bundan böyle Ezân-ı Muhammedî'ye hürmet edeceğiz.
Abdestsiz gezmeyin, cenâbet filan gezmeyin. Gençlere söylüyorum. Senin âbâ ü ecdâdın on sekiz karış buzu kesmiş, gusül abdesti almış, sen yaz gününde cenâbet geziyorsun.

Çar demiş ki Osman Paşa'ya, Allah gâzîlerimize şehîdlerimize rahmet etsin, "Bir avuç askerle koca Rus ordularını nasıl durdurdun burada Paşa" demiş. Ve çar, kılıcını almadı Osman Paşa'nın, kendisini ayakda karşıladı. Yani kahramanlığını takdîr etti. Osman Paşa, "Sabahleyin erken kaldırırsan sana gösteririm" demiş. Sabahleyin erken kaldırmışlar, bizim Osmanlı askeri, Türk askeri, Tuna'nın buzunu kırıyorlar, on sekiz karış buzu, yıkanmak için. Çar, "Nedir bu?" demiş. Buzu kırıyorlar, suya girip çıkıyorlar. Demiş ki, "Bizim itikad ve îmânımıza göre, bizim dînimize göre, böyle böyle halde olanlar yıkanmaları lâzım gelir. Bunların başına bu iş gelmişi onun için yıkanıyorlar. İşte bu asker seni durdurdu" demiş. Sen yaz gününde yıkanmakdan kaçınıyorsun, "toprakdan halk olundum, yıkanırsam dağılacağım" diye korkuyorsun.

Kokulu çorapla câmiye gelme, kokulu çorapla! Çoraplarını çıkarırsın, tertemiz yıkarsın, arka safda namaz kılarsın. Soğan sarımsak yiyen. Sarımsak yiyor, câmiye geliyor, olmaz öyle şey! Ve kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi vesellem : "Men ekeles sûme vel basala vel kürrâse lâ yakrebu mescidenâ". Dikkat buyrun! Peygamberimiz diyor ki, "İçinizden her kim ki soğan yedi, sarımsak yedi, pırasa yedi yani kokulu şeyler yedi, mescidimize gelmesin" diyor. Yâhud namazı arkada tek başına kılar, en geride kılar. Halkı incitmeğe hakkın yok. "Külli mûziin fi'n-nâr" yani "Her eziyet verici cehennemdedir". Üçüncüsü. Namaz kılarken halkın önünden geçiyorlar. Ne kadar günâh olduğunu bilsen, o adam namazı bozmazsa eğer, kırk sene beklersin. O kadar günahdır. Ama namaz kılan da böyle yol ortasında durmamalıdır, kendine bir sütre ayırmalıdır. Namaz kılanlardan kendi de gaflet içinde olanlar var.

Cumâ günleri gusül abdesti ile câmiye geliniz ve kokular sürününüz. Biraz erkence geliniz. "Efendi, okuyan yok, vaaz eden yok". Sana kâfî gelir, kendi kendine düşün, ne olacağını tefekkür eyle. Tefekkür de ibâdetdir. Câmide kendi kendine bildiğin sûreleri okursun. Erken gel biraz. Dışarda çan çan yapacağına, lüzumsuz yere sözler, Allah'ı kıaracak Peygamber'i incitecek sözler söyleyeceğine, câmiye erken gel biraz.

Temiz elbiseni giyin. Kokular sürün,  pis koku değil, güzel koku sürün. Kokulu ayakla câmiye gelme. Olur bazen fukara olur filan, çıkarırsın, o çorabı sararsın dışarda bir yerde bırakırsın, ayaklarını güzelce yıkar, en arka safda namaz kılarsın. Ön safa geçemezsin. Pijamayla namaz kılmak evde câzidir ama pijamayla câmiye gelemezsin. Evde kılabilirsin pijamayla namaz. Hattâ bir adam göbeğinden diz kapağının altına kadar bir peştemal sarsa üstü çıplak olduğu halde evde namaz kılabilir. Ama kalabalık içerisinde kılamaz. Cemaate hürmet lazımdır.

Bil ki tahsîl-i edebdir kurb-i Mevlâ'ya sebeb
Bî-edeb ef'âl-i bedden hârib ol insân isen
Çün nazargâh eylemişdir kalbi Mevlâ-yı Mu'în
Sen de ey Sâmî o kalbe sâhib ol insân isen

Tekrâr ediyorum. Her câmi Allah'ın beytidir. Cuma namazına gelen zevât Cuma namazının hem evvel sünnetini kılmalı, hem son sünnetini kılmalıdır. Eksik namaz bırakmamalıdır. Bazı kimseleri görüyoruz, Cuma namazını kılıyor ve hemen kaçıyor. Soruyorsun, "Ben şâfiîyim, sünnet kılamam" diyor. Öyle değil. Sen şâfîîsin, sünnet kılamadığına göre, senin kazâların çokdur, niye kazâ kılmıyorsun? Birer birer kıldırılacak. Namaz kabirde ikmâl edilecek. Haber vereyim sana. Paçayı kurtaramazsın. Namazsız bir adam cennete gitmiş. Namaz kılmadan bir adam cennete gitmiş. Onu da Efendimiz söylüyor ben söylemiyorum. Uhud'da harb başlayınca bir yahudi Tevrat'da okumuş, "bu peygamberdir" demiş. Evvelâ Peygamber'i inkâr ediyormuş. Tevrat'da Uhud'da harb olacağını görmüş. Koşarak gelmiş ve hemen şehîd düşmüş. Peygamberimiz buyurmuş ki, "Hiç namaz kılmadan cennete giden bu zâtdır" demiş. 

Namaz kılınacak! Hem de hudû, huşû ile. Hem de Allah'a seve seve secde edeceksin. İnsanın Allah'a en yakın olduğu yer neresi bilir misin? Secdedir. Allah sana senden yakındır. Sen Allah'a uzaksın. Senin Allah'a en yakın olduğun yer secdedir.

Yâ Rabbi! Mübârek aylar hürmetine, bizim kötü ahlaklarımızı ahlâk-ı Muhammediyyeye tahvîl ü tebdîl eyle. Bize ibâdet lezzeti ver, ibâdet zevki ver, muhabbet zevki ver. Ellerimize cömertlik sıfatını ihsân u inâyet buyur ve gönlümüze zevk ver yâ Rabbi. Fukarânın gözyaşını silmekden bize zevk duyur, açı doyurmakdan bize zevk duyur, susuza su vermekden bize zevk duyur yâ Rabbi. Suyu kesenlerden bizi yapma, halkın ekmeği ile oynayanlardan bizi yapma yâ Rabbi. Güzel bir hayatla bizi yaşat, dünyâmız senin dîninle tezyîn olsun, âhiretimiz senin aşkınla müzeyyen olsun yâ Rabbi.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.


Cân mı kayırır vuslat-ı cânân dileyenler
Ten mi sakınır ol yola kurbân dileyenler
'Aşk ile 'ibâdetde halâvet bulagör kim
Kullukda bulur lezzeti Sultân dileyenler

www.muzafferozak.com


  
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 3 Haziran 1983 (21 Şaban 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön