20 Şubat 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem diyor ki, "Ben mi'râca çıkdığım vakit, mâverâ-yı arşda ezân okundu, ezân dinledim" diyor. O vakit daha ezân okunmamış. "Arşın mâverâsında bülend-i âvâz ile ezân okundu" diyor. Bu ezânı tarif ediyor. Daha mi'râcda. Ezân, Medîne'ye hicretlerinden sonra, Medîne'yi teşrîf ettikden sonra namaz vaktini tayin için konulan bir kâide. Fakat Cenâb-ı Peygamber daha Medîne'ye gelmeden, Mekke'de iken mi'râc etdi. Diyor ki, "O vakit ben, mâverâ-yı arşda ezânı dinledim" diyor.
Ezânın târihçesini söylemek istiyorum. Kulağında kalsın bir parça, bil ezân ne demekdir. Kalkar bir ecnebî sorar sana "Ezan ne demekdir?" diye, bakma suratına yabânî yâbâni.
Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Medîne'yi teşrîf etdiler. Ashâb-ı kirâm, "Yâ Resûlallah, namaz vaktini nasıl tayin edelim" dediler. Çünkü çalışıyorlardı. Tufeylî adam yok. Müslümanda tufeylî olmaz, herkesin çalışması lâzımdır. Alnının teriyle. En tatlı, lezzetli, zevkli yemek, alnının teriyle kazandığını yemek ve Allah yoluna onu infâk etmekdir. Bunun lezzetini alanlara kâfî gelir bu iş. Ashâb-ı kirâm çalışıyorlar ama namazı da bırakmıyorlar. Namazı bırakan yok hiç. Hiç namazı bırakan yok.
Evet, Resûl-i Ekrem'e mürâcaat etdiler, "Yâ Resûlallah, namaz vaktini tam bilemiyoruz, bazen erken geliyoruz bazen geç kalıyoruz" filan dediler. "Bir tayîn yapalım ki namaz vakti geldiğini bilelim" dediler. Sahâbeden bazıları dediler ki, "Ateş yakalım, duman yapalım, duman çıkdı mı halk işini bıraksın câmiye koşsun" dediler. Resûl-i Ekrem bunu kabûl etmedi. "Mecûsîler ateş yakarlar, onlara benzeriz. Mecûsîlere benzememek lâzım" dedi. Bir kısmı dediler ki, "Yâ Resûlallah, çan çalalım". Resûl-i Ekrem onu da kabûl etmedi, "Onu hıristiyanlar yapar, onlara benzemeyelim" dedi. Sonra bir tânesi dedi ki, "Yâ Resûlallah, boru öttürelim" dedi. Efendimiz onu da kabûl etmedi. "Onu da yahudiler yapar" dedi. Yahudiler ibâdete öyle çağırırmış. Ve o akşam öylece ayrıldılar.
Kırk sahâbe o gece aynı rüyâyı gördü. Kırk sahâbe. İçlerinde Hazret-i Ömer de var, Bilâl-i Habeşî de var, diğer sahabîler de var. Onlardan biri rüyâsını şöyle anlatıyor : "Bir zât gördüm, elinde boru gibi bir şey vardı, 'Onu bana satar mısın?' diye sordum. O zât, 'Bunu ne yapacaksın?' deyince, 'Biz bugün mescidde Resûl-i Ekrem'le namaz vaktini tayîn için görüşdük. Ben bunu alıp öttüreyim' dedim. O, 'Bundan daha hayırlısı var' dedi ve yüksek bir yere çıkdı, kıbleye karşı döndü, elini kulağına koydu ve Ezân-ı Muhammedî'yi okudu. Sonra o yüksek yerden aşağı indi, birkaç adım yürüdükden sonra, kâmet etdi".
Kırk sahâbe bunu böylece gördüler. Huzûr-i saâdete geldiler, bir tânesi rüyâyı anlatdı. Cenâb-ı Peygamber, "Kimdi o biliyor musunuz?" dedi. "Bilmiyoruz yâ Resûlallah, Allah ve Resûlü bilir" dediler. Efendimiz, "O Cebrâil aleyhisselâmdı, size dîninizi talim etdi" buyurdular ve böylece Ezân-ı Muhammedî'yi vaz etdiler.
Cenâb-ı Peygamber ezânı işittiği gibi, Hazret-i Bilâl-i Habeşî'ye talîm etdi. İşte ondan itibaren Bilâl-i Habeşî ezân okumaya başladı. Peygamberimizin dört müezzini vardı. Birisinin gözleri a'mâ idi. Bilâl-i Habeşî'nin sesi gâyetle güzeldi ve bülend-i âvâz ile okurlardı. Ezân bu şekilde emrolundu. Kur`ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk "nûdiye" kelimesiyle ezâna işâret etdi ki bizde sünnet-i müekkededir. Hattâ bir müslüman şehri ezanı terketse, yani o köyde, o karyede, o kazâda, müslümanlar ezanı okumasa, ezanı terk etseler, orası ezan okumaları için cebr edilir yani ezan okusunlar diye cebr edilir. O kadar mühim ezan meselesi.