14 Mart 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
Hakkıyla tövbe eden kimsenin tuttuğu toprak dahi altın olur. Ondan haberin var mı senin. Haydi bir misâlini vereyim size,vakit dar ama.Bir yol kesici, kutta'-ı tarîk, eşkiyâ var idi. Büyük velîlerden kendisi şimdi. Soyar insanları fakat soyduğu insanların adresini alırdı. Nerede oturuyorsun? Hangi memleketde? İsmin nedir? Babanın ismi nedir? filan böyle. Hem parasını alır hem de böyle adresini alırdı halkın, böyle bu şekilde.Sonra günlerde bir gün gene, büyük bir kervan geliyordu. Eşkiyâlar tabii arazinin durumunu biliyorlar, kervanın kaçamayacağı bir yere, sokdu kervanı oraya, orada kervanı basdırdı. Ama bakıyordu kervana, oraya girsin filan derken, yani o menzile girsin ki soyacaklar, kulağına sessiz, sözsüz, harfsiz bir sadâ erişdi : "Ey kervanı gözleyen göz, seni gören var!" Eli ayağı titredi, eli boşandı, bütün ilikleri boşandı. Bu ses nereden geliyordu kendisine?Allah bir kuluna tevfîk edecekse eğer, bazen böyle uyandırır.
Ve durdu ve adamlarına dedi ki, "Bırakın gitsin kervan. İlişmeyin sakın hâ!" dedi. Aşağı indi dedi ki, "Ben bu işden nedâmet etdim. Bu işin nihâyeti yokdur. Allah suçları ve günahları affeder, bugünden itibaren ben bu işi terkedeceğim. Size de tavsiyem benim şudur ki, bugüne kadar biz bu fısk u fucûrda bulunduk, bu işi terkedelim" dedi arkadaşlarına. Nasîhat etdi onlara. Onlar, "Peki" dediler filan, kendisinden ayrıldılar. Bu zât eline aldı adresleri, gidiyor birer birer kimleri soyduysa, kapısını çalıyor, birisi çıkıyor, diyor ki, "Seni filanca yerde soydular mı?", "Soydular". "Ne kadar paranı aldılar?". Zâten yazılı. "Şu kadar paramı aldılar". "Sen o adamı tanıyor musun?". "Tanımıyorum". "İşte o adam benim. Hakkını bana helâl et. Buyur sana hakkını" diyor veriyor parayı bu şekilde.
Ve bu şekilde paraları dağıtdı bu zât-ı muhterem, dağıtdı, dağıtdı, dağıtdı, ve en nihâyetde bir Yahudiye yüz altın borcu kaldı, onun parasını almış, para kalmadı bitdi, tükendi. Gitdi Yahudinin kapısını çaldı. Yahudi kapıyı açıp, "Ne istiyorsun?" dedi. Dedi ki, "Seni filanca yerde soydular mı?". "Soydular". "Kaç paranı aldılar?". "Yüz altınımı aldılar" dedi. "Sen o eşkiyâyı tanır mısın?" dedi. "Tanımam" dedi, "bilmiyorum". "İşte o eşkiyâ benim" dedi. "Neee! Sen mi! Haydi karakola". "Ben karakola gitmek için gelmedim buraya, beni dinle bakayım şimdi. Ben sana geldim bu parayı ödeyeceğim" dedi. "Ben tövbe etdim Allah'a. Tövbe etdim Allah'a". Allah'a tövbe böyle olur.
"Sana vermeye param yok benim" dedi, "fakat geldim bedenen çalışacağım, boğaz tokluğuna. İşin varsa, beni çalıştır. Yüz altınlık, kaç sene çalışacaksam çalışacağım" dedi, "çalıştır beni, hakkını ödeyeceğim senin, vereceğim hakkını. Seni râzı kılıncaya kadar. Çünkü benim sevgilim, benim gözümün nûru, Allah'ın sevgilisi, mahbûbu Muhammed Mustafâ öyle söyledi, 'Hasımlarınızı râzı kılmadan âhirete gitmeyiniz, yakalarınıza yapışırlar sonra mahkeme-i kübrâda'. Allah'ın kâdı olduğu gün, hiç bir yere kaçamazsın, bir tarafa. Dünyâ mahkemesini kandırabilirsin, dünyâ hâkimine yalan söyleyebilirsin. O günün mâliki ve meliki Allah'dır, O'na yalan olmaz. Geçiyorum.
"Peki" dedi Yahudi. Ve geniş bir yar vardı, dedi ki, "Bu dağı bu yarın içerisine doldur, iki tarafı bir et, burayı düz bir tarla yap ki senin hakkın ödenmiş olsun bana. Bir koca dağ, tepe, cebel .Yani dağ dediğimiz Uludağ gibi değil, bir cebel. Karşı tarafda da bir dağ var. "İkisinin ortasını, bu dağı yıkarak oraya dolduracaksın, burayı düzelteceksin, burayı bir tarla yapacaksın, o vakit ben sana hakkımı helâl edeceğim".
"Peki" dedi, sabahleyin çıkdı, Bismillâhirrahmânirrahîm.
İyi dinle! İyi dinle! İyi dinle! Kulağını benden yana ver!
Aldı eline kazmayı, bakdı ki ne dağ oraya iner, ne ömür yetişir buna. Bârigâh-ı ehadiyyete elini açdı, "Yâ Rabbi, sen bana tâlib olmasaydın ben sana tâlib olamazdım. Sen bana hitâb etdin, 'ey göz sâhibi!' diye. Ben şakî bir insan idim, şekâvetle âlûde idim. Bana hitâb etdin, 'Ey bakan göz! Fenâlık yapmak için bakan göz! Seni gören var!' dedin. Şimdi ey gören! Gör benim hâlimi, ben âcizim işte her şeyi götürdüm yerli yerine verdim. Senin emrine, sana itâat etdim, senin resûlüne itâat etdim, O'nun dediği gibi yapdım. Fakat bu yüz altın kalmadı benim elimde. Bu benim kudretimin hâricinde bu dağ Yâ Rabbi". Elini açdı böyle hüsn-i niyyetle, gözyaşı dökerek. Dağ başladı sallanmaya. Kâdir ü Kayyûm Allah. Huuuup kaydı ve o ark doldu. Bir anda.
"Efendi nasıl olur bu, akıl ermez?". Allah'ın işine akıl ermez zâten. Sen Allah'ın işini akılla ölçmeye mi kalkıyorsun. Akılla ölçülecek bir davâ mı o, bir katre menîden insan zuhûra gelsin de sonra Allah'a isyân etsin, Allah'a âsî olsun, Allah'ı inkâr etsin. Onu akıl ölçer mi acabâ? Bir katre menîden insan olacak, sonra hâlıkını inkâr edecek. Akıl bunu ölçer mi? Ölçmez. Bırak onu sen şimdi, o tarafını. Sen iyi tarafını al bu işin. Olur mu olma zmı diye şekk ü şübheye düşme de, Hakk'ın kâdir olduğunu düşün, daha güzel.
Doldurdu ve gitdi Yahudiye, dedi, "Al buyur, sözünde dur beni âzâd et, gideyim ben artık". "Ne oldu?". "Doldurdum". Güldü Yahudi, "Böyle şey olur mu?" dedi. "Nasıl olur?" dedi. "On senede olmaz o iş, yirmi senede olmaz". "Oldu" dedi, "gel bak istersen. Allahu Teâlâ bak ne yapdı". Geldi bakdı, hakîkaten öyle, şaşırdı adam. "Peki, gel buraya" dedi, "bizim ahdımız böyledir, ben sana yüz altın vereceğim şimdi, doldurduğun için burayı, borcunu bana öde" dedi, "çaldığını bana ver" dedi. "Peki". Bir torba verdi Hazret'e. Hazret açdı, bir iki üç dört, ..., doksan dokuz, yüz ve torbayı Yahudiye teslîm etdi, "buyrun" dedi, "tamam mı işimiz?". Oldu tamam.
Gavur dedi ki, "Bana arz eyle islâmı" dedi, "Allah seni o şakâvetden kurtarıp bu saâdete erdirdi, ben de şakîydim şimdiye kadar Hakk'a. Hazret-i Muhammed'i, sallallahu aleyhi vesellem, Hazret-i Îsâ'yı ve İncil'i ve Kur`ân'ı kabûl etmez idim, şakî bir insan idim. Bana da Allah şimdi hitâb etdi, bana islâmı arz eyle". Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh.
"Sebebi ne?". "Vallâhi ve tallâhi ve billâhi, benim sana vermiş olduğum torbada, altın yokdu". "Ya ne vardı?". "Toprak doldurdum verdim. Çünkü ben okudum ki Tevrat'da", âlim adammış Yahudi, "Tevrat'da okudum ki ben" diyor, "bir adam hakkıyla tövbe ederse, hakkıyla tövbe ederse nedâmet ederse, Allah'a rücû ederse, onun tuttuğu toprak altın olur diyor" dedi, Allah bunu yapdı, bunu gördüm" dedi. "Sen hakkıyla tövbekâr oldun, Allah'a makbûl oldun, ben de Allah'a makbûl olayım. Ben de tövbe ediyorum" dedi, "küfre ve inâda ve inkâra". İslâm ile müşerref oldu. Allah ve Resûlüne itâat ederek merhamete lâyık oldular.