8 Haziran 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
 |
Sûre-i Bakara, Âyet 274 |
Efendi Hazretlerinin Allah indinde fakîrlerin ve zenginlerin mevkiini beyân eden pek mürşidâne bir teşbîhi de şudur :
"Fukarâ Allah'ın ayâli, zenginler ise vekilharcıdır..."
Ayâl, "geçimleri sağlanması gereken âile ferdleri" anlamına gelir. Vekilharc ise "iâşeyi sağlamak ve harcamaları yapmakla görevli kimse" demekdir...
Efendi Hazretleri sık sık buyururlardı ki :
"Zenginsen, kasadâr gibisin demekdir...Senin vazîfen Allah'ın ayâli hükmünde olan fukarânın ihtiyâcını gidermekdir..."
Efendi Hazretlerinin bu teşbîhi Sûre-i Bakara'nın şu âyetlerinden mülhemdir...
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ ثُمَّ لاَ يُتْبِعُونَ مَا أَنفَقُواُ مَنًّا وَلاَ أَذًى لَّهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
قَوْلٌ مَّعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِّن صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَآ أَذًى وَاللّهُ غَنِيٌّ حَلِيمٌ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُبْطِلُواْ صَدَقَاتِكُم بِالْمَنِّ وَالأذَى كَالَّذِي يُنفِقُ مَالَهُ رِئَاء النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَأَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا لاَّ يَقْدِرُونَ عَلَى شَيْءٍ مِّمَّا كَسَبُواْ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
Sûre-i Bakara, Âyet 262-263-264
Cenâb-ı Hakk, bu âyetlerde, "menn/başa kakma" ve "ezâ/eziyet" ile verilen sadakaların boşa gideceğini beyân ediyor...Başa kakarak, fukarânın gurûnu inciterek yapılan yardımları, Allah'ı inkâr edenlerin gösteriş için yaptıkları harcamalara benzetiyor...Efendi Hazretleri, zenginlerin fakîrlere yardım ederken, bırakın başa kakmayı, tam tersine, mahviyyet ve tezellül içinde olmalarını öğütlerdi...Kaba-saba tavırlarla "Al işte! Bu benim zekâtım.." gibi sözlerle zekât verilmesini aslâ kabûl etmezdi...Velhâsıl, Efendi Hazretleri, malı-mülkü kendine âit zannedip fukaraya tepeden bakan gâfillere bu gibi teşbîhlerle sık sık tenbîhâtda bulunurlardı...Bir nasîhat olarak şu beyti de sık sık okurlardı :
Mâla mülke mağrûr olma dime var mı ben gibi
Bir muhâlif rüzgâr eser savurur harmân gibi
Hakâik-i Kur'âniyye'ye birebir tetâbuk eden bu beyti inşâd eden zât da ilhâmını şu âyetden almış gibidir...
قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Kulillâhumme mâlikel mülki tû’til mulke men teşâu ve tenzi'ul mülke mimmen teşâu ve tu'izzu men teşâu ve tüzillü men teşâu bi yedikel hayr, inneke 'alâ külli şey’in kadîr.
De ki; Ey mülkün sâhibi Allahım! Dilediğine mülk verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın ve dilediğini azîz edersin, dilediğini zelîl edersin, hayır yalnız senin elindedir, muhakkak ki sen her şeye kâdirsin.
Efendi Hazretleri türlü bahânelerle zekât vermekden kaçınanlara da şöyle hitâb ediyor :
Hey zavallı, hey şaşkın!... Yerin göğün, görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen alemlerin Rabbi, yılda bir defa malının kırkda birini ver buyuruyor. Sen, kim oluyorsun da Rabbinin bu açık ve kesin emrine karşı bir takım bâtıl iddiâlar öne sürebiliyorsun? O malın tamamını sana kim verdi? Verdiği gibi geri almasını da bilmez mi sanıyorsun? O mal ve mülk ve o altun ve gümüş kıyâmete kadar senin yanında kalacak, seni ölümden kurtaracak mı zannediyorsun ? Yarın sen de başkalarından zekât ve yardım bekleyecek hâle düşüverirsen hâlin nice olur? Hem, Rabbinin emrini tutmayacaksın, bir takım saçma sapan iddiâ ve bahânelerle zekâtını vermeyeceksin, sonra da Rabbinden rahmet ve mağfiret bekleyeceksin...