31 Ağustos 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Hatırlarsanız bir önceki yazımızda velîlerin kıymeti bilinmez demişdik ve bunun sebeblerinden bahsetmişdik. Şimdi de bazı misâller verelim ki neden bahsetdiğimiz daha iyi anlaşılsın.
En başdan başlayalım. Velîlerin serdârı kimdir? İmâm-ı Ali'dir. Peki kıymeti bilinmiş midir Hazret-i Ali'nin? Nerdeeee! Hakkında âyetler nâzil olan, pek çok hadîs-i şerîfle kadr-i vâlâsı tebcîl olunan Hazret-i İmâm'a ne hâinlikler yapmışlar, ne hîleler düzmüşler, ne iftirâlar atmışlar. Hattâ saltanat arzusuyla işi tuğyâna kadar vardırmışlar, yani O'na baş kaldırmışlar, kendisine harb ilan etmişler, en nihâyet suikasd tertib edip şehîd etmişlerdir.
Şâh-ı Velâyet Hazretlerinin iki mahdûmu da babaları gibi gadre ve zulme uğramışlar, türlü türlü hâinliklerle karşılaşmışlardır. İmâm-ı Ali'nin şehâdetinden sonra hilâfet makâmına İmâm Hasan'dan daha lâyık bir kimse olmadığı halde, O'na da ne düşmanlıklar yapmışlar, hattâ Hazret-i İmâm hilâfet iddiâsında olmadığı hâlde, fitne çıkmasın diye geri çekildiği hâlde, yine rahat durmamışlar, O'nu kendilerine rakîb gördükleri için zehirleyerek şehîd etmişlerdir. Ya İmâm-ı Hüseyn'in başına gelenler? O'nun başına gelen felâket târihde görülmemişdir. Kerbelâ Fâciası ne büyük bir rezâlet ne büyük bir hıyânet ve aynı zamanda ne büyük ibretdir. Nübüvvet ağacının dalları ve velâyet kalesinin burçları olan Âl-i Muhammed'den niceleri de hep düşmanlığa ve hıyânete hedef olmuşlar, kimi katledilmiş, kimi zindana atılmış, kimi işkenceye tabi tutulmuş, kimi sürgüne gönderilmişdir.
Sonraki devirlerde de değişen pek bir şey olmamış, Peygamber vârisleri olan velîler, Hayderîler, Hüseynîler, bâş tâcı edilecekleri yerde ekseriyâ hıyânete uğramışlar, zulüm görmüşler, düşmanlıkla karşılaşmışlardır. Pek çok velî gadre uğramış, kimi zindanlara atılmış, kimi menfalara gönderilmiş, kimisi de idam edilmişdir.
Meselâ Hazret-i Mevlânâ'nın babası Sultânü'l-Ulemâ Hazretleri. Eğer kıymeti bilinseydi gül gibi memleketini terk edip, her şeyini geride bırakıp yollara düşer miydi. Malum ya, Sultânü'l-Ulemâ Hazretleri anne tarafından hânedâna mensûb olduğundan devrin pâdişahı onu kendisine rakîb görüp ondan kurtulmak istemiş, Hazret bunu hissedince, "Bizim tahtda filan gözümüz yok, taht onun olsun, biz gönül sultânıyız" diyerek memleketini terk etmiş, çıkmış yollara yollara, düşmüş illere illere, bin bir eziyet ve cefâ ile, binlerce kilometre yol kat ederek Anadolu'ya kadar gelmişdir.
Haydi birkaç misâl daha verelim. Meselâ Bedreddîn Simâvî Hazretleri, suçsuz yere asılmışdır. Niyâzî Mısrî Hazretleri iki defa sürgüne gönderilmiş, ikincisinde kendisine o kadar çok eziyet edilmiş, hattâ zehir verilmiş ve o kadar ağır şartlar altında hapsedilmişdir ki, o yaşlı ve zayıf bedeni fazla dayanamamış, sürgünde vefât etmişdir. Ya Şeyhü'l-Ekber Hazretlerine yapılanlara ne demeli. O'na da bin türlü düşmanlık yapmışlar, zındık demişler yetmemiş Şeyhü'l-Ekfer diye lakab bile takmışlardır. Gelelim Hazret-i Mevlânâ'ya. O da semâ' ediyor diye, saz çaldırıyor diye, mûsıkîye müsaade ediyor diye ne hakâretlere maruz kalmışdır. Hâsılı gadre uğrayan velîler saymakla bitmez.