1 Ekim 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
NUTK-İ ŞERÎF
ve
ÎZÂHI
Garîk-i 'aşk-ı Hakk bilmez dalâletden malâletden
Televvün yok ki fehm etsin se'âdetden me'âdetden
Aşk-ı ilâhî ile mest olan kimse öyle bir hâl içindedir ki dalâlet ile hidâyeti, se'âdet ile şekâveti, iyilik ile kötülüğü, celâl ile cemâli ayırmaz zîrâ âşık, Hakk'dan başka bir şey görmez.
Tecellî-i bahr-i vahdet söndürür idrâk eden 'aklı
Bulan künh-i şuhûd fâriğ dirâyetden mirâyetden
Vahdet deryâsının dalgaları, aklın idrâk ateşini söndürür. Tevhîdin sırrına erenlerin akla ihtiyâcı kalmaz. Tıpkı hakîkati gün gibi âşikâr gören kimsenin delîle ve muhâkemeye ihtiyâcı olmaması gibi.
"Aref"le sırr-ı "lâ havf"e erişen 'ârif-i vâsıl
Berîdir mekr-i şeytân-ı şekâvetden mekâvetden
"Nefsini bilen rabbini bilir" sırrına eren âriflere korku yokdur. Bu hakîkat "أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ/elâ inne evliyâallah, lâ havfün 'aleyhim velâhüm yahzenûn" âyet-i kerîmesi ile beyân olunmuşdur. Bu mertebeye eren 'ârif , nefsin hevâsından kurtulduğu gibi, şeytânın hîlelerinden de korunmuşdur.
Kerâmet a'zam-ı esmâ ile Mevlâ'ya vuslatdır
Mücerred rütbe-i ekmel kerâmetden merâmetden
En büyük kerâmet kişinin kendisine has ism-i a'zam vâsıtyasıyla Hakk'a ulaşmasıdır. Hakk'a vuslatdan daha büyük bir kerâmet yokdur.
Nesebden kurtulur takdîs ile tenzîhi cem' eden
Müberrâ kurb ü bu'd ile karâbetden marâbetden
Tevhîdin kemâli takdîs ile tenzîhi birleştirmek ve izâfetlerden kurtulmakdır. Ârif, bütün nisbet ve îzâfetlerden âzâde ve müberrâ olan kimsedir.
Gerekdir lutf-i Hakk bezm-i ezelden fıtrat-ı rûha
Değildir kesb ile tahsîl nihâyetden mihâyetden
Bu mertebeye ermek sırf çalışmakla olmaz, mutlakâ ezelî isti'dâd lâzımdır. Bu isti'dâda sâhib olmayan kimse ne kadar çalışırsa çalışsın bu mertebeye erişemez.
Cihân mahrûm-i nûr-i rü'yete deryâ-yı muzlimdir
Nedir derk etmez a'mâ-dil diyânetden miyânetden
Nasıl ki gözleri görmeyen kimse dâimî bir karanlık içinde ise kalb gözü görmeyen kimse de pırıl pırıl parlayan hidâyet ve marifet nûrlarından habersizdir.
Kemâli intikâl etmez olursa zâdegân-ı Nûh
Uzakdır cevher-i nâ-pâk asâletden masâletden
Nûh aleyhisselâm bir peygamber olduğu halde nasıl ki çocuklarından biri kendisine îmân etmeyip münkir olarak helâk oldu ise kalb gözleri kör olanlar da hangi soydan gelirlerse gelsinler îmân ve marifet cevherlerinden mahrûm kalırlar.
Çi sûd âlûde-i şirk ü mesâvîye nush ile pend
Dem urma anlamaz mülhid hidâyetden midâyetden
Kalbi kör olan ve îmâna isti'dâdı olmayan kimselere nasîhat de kâr etmez. Şirk ve günâh içinde yüzen mülhidlere ne kadar nasîhat edilse de doğru yola gelmezler.
Bilir ma'nâda insân anlamaz esfel behâimler
Semâya 'arza 'arz olan emânetden memânetden
"إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ / innâ 'aradnal emânete 'ales semâvâti vel 'ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehâl insân" âyet-i kerîmesi ile beyân olunduğu üzere Cenâb-ı Hakk'ın göklere ve yere teklîf ettiği ama onların yüklenmeye korktukları ve kabûl etmedikleri emâneti, insân yüklenmişdir. Bu emânetin kıymetini elbette sîreti de insân olanlar anlar, insan sûretindeki hayvanlar ilâhî emânetden ne anlar!
Kitâb-ı vahdet-i Hakk'dır "ulü'l-elbâb"a 'âlemler
Bilir mi sîreti hayvân işâretden mişâretden
Cümle âlem, Cenâb-ı Hakk'ın vahdâniyyetini beyân eden büyük bir kitâba benzer. Fakat bu kitâbı ancak "ulu'l elbâb" olanlar yani akl-ı selîm sâhibi olanlar okuyabilir. Görünüşde insân ama hakîkatde hayvân olanlar bu remzlerden ve işâretlerden ne anlar!
Şerî'atle tarîkatle müeddeb olmayan kimse
Hakîkat bî-edeb bilmez nezâketden mezâketden
Şerî'atın emirlerine uymayan, tarîkatin gereklerini yerine getirmeyen kimsenin hakîkatden nasîbi yokdur. Şerî'at ve tarîkat edeblerinden mahrûm olan edebsizler nezâketden, incelikden, zarâfetden ne anlar!
Marîz-i nâ-ümîde söyleme hân-ı Süleymân'dan
Gıdâyâb mürde-dil olmaz ibâdetden mibâdetden
Devâsız bir hastalığa mübtelâ olan kişiyi dünyânın en iyi hekimi bile tedâvî edemeyeceği gibi, kalbi ölü olan kişiye de ibâdetler hiç fayda vermez.
"Enîbû" emrine mürşid vesîle bezm-i lâhûta
Azâzil Âdem'e bilmez inâbetden minâbetden
Mürşid, Hakk'a inâbe için bir vâsıtadır. Cenâb-ı Hakk'ın melâikeye Âdem'e secde etmelerini emretmesi buna işâretdir. Cümle melâike Hakk'ın bu emrine uyarak Âdem'e secde ettiği halde Şeytan secde etmedi. İnsanlar arasında da şeytan gibi olanlar, inâbeden filan anlamaz, bir mürşide tâbi olmayı kibrine yediremez.
Velâyet şâhı bâb-ı 'ilm-i Hakk'ı bulmayan serde
Olur mu hissedâr nûr-i velâyetden melâyetden
Hazret-i İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh Hazretleri ki hem ilim şehrinin kapısı hem de velâyet şâhıdır. O'na tâbi olmayan, O'ndan feyz almayan kimse, ne velâyetden ne de marifetden hissedâr olabilir.
Visâl-i nûr-i Mahbûb-i Hudâ'ya ermeyen mahrûm
Bilir mi Sâmiyâ sırr-ı reşâdetden meşâdetden
Bütün ilâhî feyzlerin kaynağı Sultânü'l-enbiyâ, İmâmü'l-etkiyâ, Resûl-i Kibriyâ, Habîb-i Hudâ, Muhammed Mustafâ aleyhissalâtü vesselâmdır. O'nun yolundan gitmeyen, O'na tâbi' olmayan, gönlü O'nun muhabbetiyle dolmayan kimsenin, doğru yolu bulması da kemâle ermesi de aslâ mümkün değildir.
Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî