30 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Aşk-ı hakîkîde gayûriyyet vardır. Ancak gayûriyyetle kıskançlığı ayırd etmek lâzımdır. Çünkü kıskançlık sıfatı, nâkıs olanda, gayûriyyet sıfatı ise kâmil olanda zuhûra gelir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, Hazret-i Ömerü'l-Fârûk'a radıyallahu anh, "Ya Ömer! Sen, gayûrsun, ben senden gayûrum, Cenâb-ı Hakk da benden gayûrdur" buyurmuşlardır. Onun için gayûriyyet sıfatı makbûl ve memdûh bir sıfatdır. Bu sıfat, Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinde kemâl sıfatıdır ve Habîb-i Edîbini terbiye ederek bu sıfatla sıfatlandırmışdır. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, kemâl sıfatları ile muttasıf ve bütün noksan sıfatlardan münezzehdir. Kulların da, Allahu Teâlâ'ya mahsûs bazı sıfatlarla sıfatlanmaları kendileri için en büyük bir ni'metdir, devletdir.
Ey Hakk'a talib! Cenâb-ı Hakk ve Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri gayûrdur. Sevdiği kullarının, zât-ı ulûhiyyetinden gayrısını sevmesini istemez. Zîrâ mahbûb-i aslî ve hakîkî ancak O'dur. Sevilmek, zât-ı ehadiyyetinin hakkıdır. Zât-ı ehadiyyetini seven âşıklar, O'ndan gayrı bir şeye gönül verseler, başlarına mutlakâ bir musîbet gelir. Onun için, Allahu Teâlâ'yı sevenlerin Allahu Teâlâ'dan gayrını sevmemeleri gerekir. Hiç değilse, sevdiklerinde Hakk'ı görmeleri îcâb eder. Esâsen O'ndan gayrı olmadığından, sevdiklerini Hakk'dan gayrı görmemelidirler. Bütün güzellikler, özellikler ve sevilen her şey O'nun eseridir. Eserini seven, elbette müessirini de seviyor demekdir. Bundan dolayı ârifler, eserle müessir-i hakîkîyi birbirlerinden aslâ ayırmazlar. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâma, Tûr Dağından hitâb-ı izzet zuhûra geldiği gibi, sevenin sevdiği de kendisi için Tûr Dağı mesâbesindedir. Sevdiğinde gördüğü güzellikler ve özellikler, mahbûb ve ma'şûk-i hakîkînin onun varlığında, onun vücûdunda zuhûrudur.
Onun için, eserde kalma, mü'essire ge! Esmâda kalma, müsemmâya gel! Kelimede kalma. ma'nâya gel!
Günlerden bir gün, Fahr-i Kâinât aleyhi ve âlihî efdalü't-tahhiyyât Efendimiz Hazretleri, torunları Haseneyn'i mübârek dizlerine oturtmuş, bâb-ı şefkatde onları okşuyor ve seviyordu. "O, benim parçamdır" buyurdukları kerîme-i duhter-pâkizeleri Hazret-i Fâtımetü'z-Zehrâ radıyallahu anhâ, o iki cennet gencinin gömleklerinin yakalarını dar dikmişdi. Her ikisinin de bundan müteessir ve müteezzî olduklarını gören nebîler serveri, o iki şehzâdenin yakalarının düğmelerini çözdüler. Bu sırada, sevgili torunlarına karşı olan muhabbetlerinin, Allahu Teâlâ'ya olan aşkları derecesine vardığını sezerek ürpermişlerdir ki, gerçekden gayretullaha dokunup o anda Cebrâil aleyhisselam elinde sarı, kırmızı ve siyah renkli üç şal olduğu halde nâzil oldu ve Habîb-i Edîb-i Kibriyâ'ya, Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin selâmlarını teblîğ etdi ve emr-i ilahiyyeyi, daha doğrusu esrâr-ı sübhâniyyeyi açıkladı : "Ey Resûller Resûlü! Allah Azze ve Celle, zât- ı risâletpenâhîlerine selâmlarını bildiriyor ve buyuruyor ki, 'Beni seven, benim de kendisini sevdiğim, habîbim, ma'şûkum, nasıl olur da bana karşı, bana olan aşkı derecesinde aşk ve muhabbetle torunlarını, evladlarını öper. Bu sarı şalı Hasan'a, kırmızı şalı Hüseyin'e ve siyah şalı da Resûl-i zî-şânıma gönderdim. Hepsi bu şallara bürünsünler. Siyah, yas ve mâtem alâmetidir. Hasan zehirle ve Hüseyin hançerle şehîd edileceklerdir. Hasan'ı ağzından ve Hüseyin'i boynundan aşk ve muhabbetle öpdüğü için, kaderleri böyle tayîn edilmişdir' dedi ve makâmına çekildi. Filhakîka, iş sonunda aynen böyle oldu. İmâm-ı Hasan radıyallahu anh eşi eliyle ve zehirlenerek, İmâm-ı Hüseyin Kerbelâ Fâciasında hançerle başı kesilerek şehîd edildiler.