İbâdetler husûsunda çok insan yanılgı içindedir, zîrâ ibâdeti kendim ettim yâhud kendim terk ettim sanır. Meselâ "Dün gece tehheccüde kalkdım, şu kadar namaz kıldım" der, o ibâdeti kendi irâde ve kudretiyle yapdığını zanneder. Yâhud "Eskiden giderdim ama artık Cuma'ya gitmiyorum" der, câmiye kendi irâdesiyle gitmediğini zanneder. Halbuki birini gece kaldırıp huzûruna alan da Allah'dır, diğerini Cuma'dan men eden de Allah'dır. Allah dilemezse, hiç kimse O'nun huzûruna çıkamaz, câmiye gidemez, ibâdet edemez, teheccüde kalkamaz. Allah sevdiğini, dilediğini huzûruna alır.
İki misâl de açıkça gösteriyor ki, bütün iş Allah'ın rızâsını, muhabbetini kazanmakda. Kim O'nun rızâsını kazanır, muhabbetini elde ederse, ibâdetler ona kolay gelmeye başlar. Ne uykusuzluk, ne yorgunluk, ne açlık, ne susuzluk, ne soğuk, ne sıcak, ne hastalık, ne ihtiyarlık, hiç bir şey onu ibâdetden alıkoymaz, onun ibâdetine mâni olmaz.