15 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri bir seher vaktinde, kendisine bâtın diliyle gelen "Allahım, tâ'atin husûsunda bana yardım et, ey bütün güzelliklere sâhib olan" meâlindeki vâridi îzâh ederken buyuruyorlar ki :
Tâ'at, emr üzerine mebnî olan 'ibâdete derler, ferâiz ve husûsan eshârda teheccüd gibi. Nitekim Kur`ân’da gelir : "وَمِنَ الَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِه۪". Zîrâ teheccüd evâil-i İslâm'da farz idi, sonra bu ümmet-i merhûmeye tahfîf tarîkıyla mensûh oldu. Fe-emmâ Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem hakkında mensûhiyyetinde ihtilâf olundu. Zâhir budur ki salât-i teheccüdün farziyyeti onun ferâiz-i hâssasındandır. Nitekim "قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَل۪يلًاۙ" âyeti ve gayrı şevâhid dahi şehâdet eder. Çünki gece leyle-i zâta ve gündüz nehâr-ı sıfâta işâretdir ve zât 'âlemi 'âlem-i sükûn ve sıfât 'âlemi, 'âlem-i hareketdir. Lâ-cerem nebîye göre gece mu'âmele-i Hakk ve gündüz mu'âmele-i halk için oldu. Ve gecede ağleb-i hâl münâcâtdır, münâcâtın mahalli ise salâtdır. Pes, gecede hareket-i salât kifâyet eyledi. Ve gündüzde ağleb-i hâl da'vet ve teblîğdir. Teblîğin mahalli ise 'ibâdullahdır. 'İbâdullah ise müteferrıkdır. Pes, gündüzde teferruk ve hareket lâzım geldi, tâ ki maslahat tamâm ola. Yani leylde kıyâmın netîcesi Hakk ile mücâlese ve münâcât ve nehârda hareketin netîcesi halk ile mu'âmele ve 'arz-ı hâcâtdır ki evvelkisi ism-i a'zamın cem'iyyeti ve ikincisi onun taht-i hıytasında esmâ-i ilâhiyye tafsîline işâretdir, tâ ki mahall-i kevnde mecmû' ve mefrûk olan ma'nâ sûret bula.
El-hâsıl gece halkdan Hakk'a 'urûcdur ki zâtı zâta îsâldir. Ve gündüz Hakk'dan halka nüzûldür ki sıfâtı sıfâta ilhâkdır. İşte bundan fehm olundu ki çün ki 'avâmm-ı halk sırr-ı zâtdan gafletde kalmışlar ve Hakk'dan bî-haber olmuşlardır, lâ-cerem onları îkâz etmek lâzım geldi. Îkâz ise Hakk'dan halka nüzûl iledir. Zîrâ gâfil olan kimse Hakk'a 'urûca kâdir değildir. Eğer kâdir olsa 'âlem-i cem'den 'âlem-i farka nüzûl etmezdi. Zîrâ Kur`ân sıfat-i Hakk'dır ve sıfat mevsûfa tâbi'dir. İşte Kur`ân’ın nüzûlünün netîcesi Hakk'ın nüzûlüdür. Ve Hakk'ın nüzûlü Resûlullâh'ın bi'set ve zuhûrudur.
Buradandır ki “Bazı müsta'iddlerin mürşid ayağına gelir" derler. Şeyh-i meşâyihi'd-dünyâ Muhyiddîn el-Arabî'nin, kuddise sırruh, Konya'da Şeyh Sadreddîn ayağına geldiği gibi. Ve Şems-i Tebrîzî ile Mevlânâ hâli ve sâirler dahi bunlara kıyâs oluna. Ve bundan fehm olundu şol sırr-ı ilâhî ki Hakk Te'âlâ'nın seher-i a'lâda felek-i kamere nüzûlü ve halkı da'vetidir. Zîrâ Resûlullâh yüzünden olan da'veti mazhar yüzünden da'vetdir. Hakk'ın nüzûl-i mezkûr ile da'veti ise zâhir yüzünden da'vetdir ki kulûb-i 'ibâda kurbü ve 'âlem-i hakîkatden bazı te'sîrâtdır ki bîdârların ona şu'ûrları vardır, nâimlerin değil. Velâkin da'veti ûlâ ki da'vet-i mazhardır, da'vet-i zâhirden eblağdır. Şol ma'nâdan ki felek-i kamer mertebe-i kalbdir. Ehl-i kalb olmak ise herkesin şânı değildir.
Onun için eshârdan ekall-i kalîlin hissesi vardır. Ve mazhar ki vech-i arzdadır, arz sûret-i heykel ve makâm-ı tabîatdır. Ekser-i nâs ise ahkâm-ı heyâkilde ve şehevât-i tabâi'de kalmışlardır. Bu cihetden dâ'î-ilallâh olanın aksâ-yı merâtibe nüzûlü lâzım geldi ki esfel-i sâfildir, tâ ki onun da'vetiyle 'âlem-i tabîatda olanlar 'âlem-i kalb ve rûha da'vet olunup terakkî bulalar. Ve bu makâmdandır ki arz merkez-i hilâfetdir. Zîrâ halîfe, 'âlemin zâhir ve bâtın ve sûret ve ma'nâ ve a'lâ ve esfeline nâzırdır.
Pes, bundan fehm olundu ki da'vet esfelden a'lâya olur, a'lâdan esfele olmaz. Velâkin çün ki makâm-ı Hakk, makâm-ı câmi'dir, bu cihetden Hakk Te'âlâ kendini 'ulüvv ve 'azamet ve emsâli ile vasf etdiği gibi evsâf-ı halkıyye ile dahi vasf eyledi, nüzûl ve mecî' ve ferah ve dıhk ve emsâli gibi. Maa-hâzâ hakîkate nazar olunsa bu 'âlem, mahz-ı tenezzüldür, velâkin terakkî tenezzülden gelir. Ve netîcetü'l-merâtib hakâik-ı arza nüzûldür ki sükûn ve sükûtdur ve bu ma'nâ sûret-i tenezzülde terakkîdir.
Ba'dezâ kelâm-ı mezkûrun ma'nâsı demekdir ki, "Ey Mevlâ-yı Celîl, ki ef'âl-i cemîleye tevfîk senin elindedir, tâ'atin üzerine bana i'ânet eyle. Yani netîce-i hareketimi tâ'at ve 'ibâdetin kıl ki bu ma'nâ senin i'ânetin ile hâsıl olur ki Mu'în ve Zahîr sensin.
Pes, bu mertebe makâm-ı "kâbe kavseyn"e nâzırdır ki makâm-ı farkdır ve tâ'ati tashîh eden bu makâmdır ve illâ 'âbid ve ma'bûd bir olmak lâzım gelir. Kendi kendine ise i'ânet olmaz, belki i'ânet mahall-i kesbe nazarla olur. Velâkin çün ki kudret O'nundur, lâ-cerem mahall-i kesb 'âcizdir. Ve 'âcizden fiil sudûr etmez, belki kâdirden sudûr eder. Pes, bu makâmın netîcesi tevhîd-i ef'âl olur. Hemân fehm edip merâtibi mürâât ve muhâfaza eyle ve ilhâddan hazer kıl.