Görmenin Şartları ve Yakîn

9 Aralık 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Kurbiyyet
"Şehâdetin Ma'nâsı Nedir?" başlıklı yazımızda Muzaffer Efendi Hazretlerinin şehâdetin hakîkatine dâir söylediklerini yazarken, "Görmenin bazı şartları vardır. Meselâ pek yakın olan görünmez, pek uzak olan da görünmez" dediğini de yazmışdık. Bu hüküm, zâhirde de bâtında da geçerlidir yani hem baş gözü için hem de kalb gözü için geçerlidir. Baş gözü için, görmeye mâni' olan uzaklığı ve yakınlığı hepimiz biliriz. Meselâ burnumuzun ucunu göremeyiz ya da dağın tepesindeki ağacı ve kuşu seçemeyiz. Meselâ insanın kendisini görebilmesi için aynaya bakması lâzımdır. Üstelik aynaya bakarken de, çok yakından ya da çok uzakdan bakarsak yine kendimizi göremeyiz, görmek için belli bir mesâfeden bakmak gerekir.

Kalb gözü de tıpkı baş gözü gibidir yani insan kalben ve ma'nen çok yakın olduklarını da çok uzak olduklarını da göremez. Efendi Hazretlerinin bu sözle işâret ettiği asıl mes'ele, kalb gözü ile görülecek hakîkatler yani tecelliyât-ı ilâhîyi müşâhede mes'elesidir. 

Kulların çoğu, Hakk'ın tecelliyâtını O'na çok uzak oldukları için göremezler. Allah'ın kuluna şâh damarından da yakın olduğunu beyân eden "وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verîd" âyet-i kerîmesi bu yakınlığa işâret eder. Yani Allah, kula çok yakındır ama kul Allah'a uzakdır. Kulun Hakk'a çok uzak olması, gaflet ve cehâlet yüzündendir. Cehâlet Hakk'ı bilmemek, gaflet ise Hakk'ı unutmak demekdir. Hakk'ı bilmeyen ya da unutan kişi, Hakk'dan uzak düşer. Hakk'dan uzak düşen de Hakk'ın tecelliyâtını göremez. Nitekim cehennemin hakîkati, bu'diyyetdir yani Hakk'dan uzak düşmekdir.

Halkı Hakk'a da'vet eden enbiyâullahın ve evliyâullahın bütün gâyesi, kulları Allah'a yaklaştırmakdır. Kulun Hakk'ı müşâhedesi ancak Hakk'a yaklaşmasıyla mümkündür. Nitekim cennetin hakîkati, Hakk'a kurbiyyetdir. Enbiyâullahın ve onların vârisleri olan evliyâullahın, insanları hep îmâna ve yakîne da'vet etmelerinin hikmeti de budur. Zîrâ onların bütün derdi, halkı bu'diyyet cehenneminden kurtarıp, kurbiyyet cennetine ulaştırmakdır. Bunun yolu da, önce îmân edip Hakk'ı tanımak, sonra Hakk'a ibâdet ve tâat ile ihsân mertebesine erişip, îmânı yakîne getirmek yani " وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ ve hüve me'aküm eyne mâ küntüm" âyetinin sırrına erişmek, sonra nâfile ibâdetlerle ve zikrullah ile Hakk'a yaklaşmak yani "وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verîd" âyetinin sırrına ermek ve tasfiye-i kalb ve tezkiye-i nefs ederek, kalbi muhabbetullah ile doldurmak yani " يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ yuhibbunehüm ve yuhibbuneh" âyetinin sırrına ermek ve Hakk'ın sevdiği kullar arasına dâhil olmakdır.

Kulun, Hakk'ı çok yakın olduğu için görememesi mes'elesi ise, apayrı bir mes'eledir. Allah'a yakınlığın bu derecesi, Resûl-i Ekrem Efendimize mi'râcda vâki' olan ve "fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ" âyetiyle beyân olunan yakınlık derecesidir. Bu mes'ele tasavvufun en incelikli mes'elelerinden biri olup, buraya sığmayacak kadar genişdir. İnşaallah onu da başka yazılarımızda anlatırız.

Ey tâlib-i vasl-ı Hudâ gel gidelim Hakk'dan yana
Ey 'âşık-ı nûr-i likâ gel gidelim Hakk'dan yana
Listeye geri dön