Goygoycular

10 Kasım 2014 tarihinde yayınlanmıştır.

Muharrem
Goygoycular
Eski İstanbul hayatında, Şehzadebaşı’nda Tabhâne (Tavhâne) denilen vakıf binada oturan ve çoğunluğu Anadolu’dan gelmiş kör, topal ve sakatlardan meydana gelen topluluk, muharrem ayının girmesiyle birlikte önlerine gözleri gören bir rehber alarak şehir sokaklarına dağılırlardı. Birbirlerinin birer adım arkasında ve öndekinin sol omuzuna veya değneğine tutunarak altışar kişilik gruplar halinde dolaşan goygoycular, mahalle halkı tarafından yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak ve helva, aşure vb. yapmak üzere verilen erzakı, omuzlarında taşıdıkları ortasından bölünmüş iki taraflı ve iki ağızlı torbalara koyarlardı. Bu erzaklar torbaların gözlerine şu şekilde yerleştirilirdi: İlk iki göze yağ, üçüncü ve dördüncü gözlere pirinç, bulgur; beşinci ve altıncı gözlere un, irmik; yedinci ve sekizinci gözlere şeker, sabun, dokuzuncu ve onuncu gözlere fasulye, mercimek; son iki göze de tarhana, çay ve kahve konurdu. Goygoycular ayrıca sadaka olarak para da alırlardı; hatta içlerinden bazılarının fazla erzakı pazarlarda sattığı da görülürdü. Bunlar başlarındaki külâhlarına ince beyaz yemeni sarar, sırtlarına ince beyaz cübbe, ayaklarına sarı papuç giyerek ellerine aldıkları uzun bir asâ ile gezerlerdi.


Goygoycular sokak sokak dolaşırken Hz. Peygamberin torunları Hasan ve Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilmeleri hadisesini konu alan mersiye, kaside ve ilâhiler okurlar ve okudukları eserlerin her mısraının veya her kıtasının sonunda topluca “hey kaygulu cânım” sözünü nakarat halinde tekrar ederlerdi. Zamanla “yâ hoy goy goy cânım” şeklini alan ve hususi bir âhenkle terennüm edilen bu ifade sebebiyle halkın bu kişilere “goygoycu” adını verdiği söylenmektedir. “Yâ hoy goy goy cânım” ifadesinin “el-hayyü’l-kayyûm”dan bozularak ortaya çıktığını ileri sürenler de vardır. Tabiri "Hoy Goy Goy" olarak kullanan, Tâhir-ül-Mevlevî Hazretleri"Mahfel" dergisinde yayınlanan "Muharrem-ül-Haram" adlı makalesinde ise; "Kendilerine ünvân-ı mahsus olan bu "hoy goy goy", "hû hû hû" mükerrerinin tekke ağzı olarak gaygaylı  tegannîsinden ibaret idi." diyor. Başka kaynaklarda ise, goygoy adının "koy koy yâ hû" terennümünden neş'et ettiği söylenmektedir...

“Hoygoycular” da denilen bu topluluk bir sokağın başına gelince halka olup durur, başlarındaki rehber “Allah Allah, Bir Allah, Kadîm Allah, Şühedâ-i Kerbelâ, İmam Hasan ve Hüseyin aşkına, cemî-i enbiyâ ve evliyâ keremine, cümle mertler (cömertler) demine, gelip geçmiş müminlerin ervâhına hû diyelim hû” şeklinde bir gülbank çeker, diğerleri de bir ağızdan “hû” diyerek karşılık verirlerdi. Gülbangın okunması sırasında evin kapısı açılıp da para yahut aşure harcı uzatıldığında artık okumaya devam edilmeyerek duâya geçilirdi.


“Kerbelâ’nın yazıları şehîd olmuş gāzileri / Fatma Ana kuzuları Hasan Hüseyin’dir // Kerbelâ’nın tâ içinde nûr balkır siyah saçında / Yatır al kanlar içinde Hasan ile Hüseyin’dir” mersiyesi ve güftesi Şeyhoğlu’na ait, “Hasan ile Hüseyn’e olan işlere / Gökte melek yerde her can ağladı / Görün görün yezîdlerin halini / Bağladılar hep suların yolunu / Soldurdular Fatma Ana gülünü / Yâ hoy goy goy cânım” ilâhisiyle Yûnus Emre’nin meşhur, “Dolap niçin inilersin” nakaratlı, “Beni bir dağda buldular / Kolum kanadım kırdılar / Dolaba lâyık gördüler / Anın için inilerim” ilâhisi goygoycuların sıkça okudukları eserlerdendir.

Goygoycular topladıkları erzakla pişirttikleri aşureyi hem kendileri yer hem de başkalarına dağıtırlardı. Sekiz on gün devam eden bu tür dilenciliğin sadece İstanbul’a mahsus bir âdet olduğu söylenmektedir. Goygoycuların hangi tarihten itibaren İstanbul sokaklarında görülmeye başlandığı bilinmemekte, ancak II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasından (1826) sonra ortaya çıktıkları sanılmaktadır. 1909’da II. Meşrutiyet’in ilân edilmesiyle dilenmeleri yasaklanmıştır.


Tâhir-ül-Mevlevî Hazretleri yukarıda adı geçen makâlesinde, "eskinin hayrâtını berbât etmek" darb-ı meselinin de bu goygoyculardan kaynaklandığını anlatıyor : 


Hanımın biri çorba içerken kapının önündeki Goygoyculann ilâhîsinden  meraklanmış. Zerâfet! bu çorbayı götür de Goygoyculara ver." demiş. Zerâfet'in kapıyı açması üzerine fukarâdan biri: "o nedir?" diye sormuş. "Pirinç" cevâbını alınca yaklaşıp torbasını açmış. Zerâfet Bacı da elindeki tası torbaya boşaltıvermiş. Zavallı a'mâ goygoycu pirincin tâne olmadığını ve torbanın ıslandığını anlayınca, "Bacı sen eski hayrâtı da berbât ettin!" demiş...


Bu hikâyeyi Muzaffer Efendi Hazretleri de küçük farklarla kendine has uslûbu ile anlatmışlardı... Hoşunuza gideceğini düşünerek bu arşiv kaydını da buraya dercetmeyi münâsib gördük...




Bu sohbetten öğrendiğimiz bir başka husus da 80'li yıllarda gerek Münir Nurettin tarafından gerek Nevzad Atlığ Korosu tarafından okunarak meşhûr olan Segah-Yürük Semâî "Şol Cennetin Irmakları" ilahisinin aslında goygoycu ilahisi olduğudur...Diğer Segah-Sengin Semâî beste ise maalesef okunmaya okunmaya unutulmuştur...Allah'dan arşivimizde bu unutulan eserin Efendi Hazretlerinin sesinden bir kaydı var...


SEGAH - SENGİN SEMAİ


SEGAH - YÜRÜKSEMAİ


Listeye geri dön