Güneş Gurûba Eriyor

13 Şubat 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri vefâtına yakın sık sık "Güneş gurûba erdi" yâhud "Güneş gurûba eriyor" buyururlardı. İki maksadı vardı bu sözlerden. Birincisi, kendi vefâtının yakın olduğunu haber vermek, ikincisi, halka ölümü hatırlatmak. Nitekim bir seferinde şöyle buyurdular :
Güneş gurûba eriyor. Benim konuşduğumdan sakın sen yalnız benim öleceğimi anlama, kendi güneşin de gurûba eriyor. Ömür güneşinin gurûbu, gence, ihtiyara bakmaz, yaşlıya, sıhhatliye, hastaya bakmaz. Yatalağın önünde sıhhatli ölür gider.  
Sultan Ahmed Câmisinden çıkıyorum, bundan üç Ramazan evvel, son Cuma vaaz etdim orada, Ramazan'da son vaazımı. Oranın müezzinbaşısı vardı, dedim ona ki, "Hakkını helâl et" dedim, "inşâallah bir daha Ramazan'a buluşuruz sağ olursak, hakkını helâl et" filan dedim. "Canım" dedi, "sen kaç yaşında adamsın" dedi bana "niye hakkını helâl et diyorsun" filan. O bana zannediyor zavallı. Ben geldim, on gün sonra sizlere ömür oldu o. "Hakkını helâl et" deyince ben, kendime zannetdi o. 
Efendi Hazretlerinin irşâdında ölümü hatırlatmak çok mühim bir yer teşkîl ederdi, ayrı bir ehemmiyyet verirdi buna. Hemen hemen her sohbetinde, her hutbesinde yer verirdi buna. "İki şeyi unutân helâk olur, biri Allah'ı, biri ölümü" buyururlardı. "En büyük vâiz ölümdür" derlerdi. "Ölümden nasihat almayan hiç bir şeyden nasîhat almaz" buyururlardı. Hakîkaten de çoğu insan, ölümünü hatırına getirmez, ölenleri görür ama "Ona var bana yok" diye düşünür, bu yüzden ölünceye kadar gaflet içinde yaşar. Gafletden kurtulmanın çâresi ölümü hatırlamakdır, iyi insan olmanın yolu ölümü unutmamakdan geçer. Bu yüzden, "Ölümden korkmayınız, ölüme hazırlık yapınız" buyururlardı Efendi Hazretleri. "Kendine kabir hazırlama, kendini kabre hazırla" uyarısını da hep tekrar ederlerdi. Gençleri de dâimâ uyarırlardı, "Ecelin ne vakit geleceği malûm değildir, gençliğine güvenme, ölüm gence ihtiyara bakmaz" buyururlardı.

Bir hutbelerinde ölüm hakkında şöyle buyurdular :
Her fânî ölecek. Biz mezarlıklardan geçiyoruz, ibret almıyoruz. İnsanlara en büyük vâiz ölümdür birâder. Ölümden ibret almayan, ölümden nasîhat almayan kimseden hiç hayır gelmez. Annen gitmiş, baban gitmiş, deden gitmiş, komşun gitmiş hepsi, hiç bir türlü uslanmıyorsun. Eyvaaaah! Vah o göze! O göz ki ibretsiz bir gözdür, senin düşmanındır. Sen düşmanını başının üstünde taşıyorsun. Tefekkür edemiyorsun, o beyin senin dostun değil, düşmanındır, o düşmanını sen kafanda taşıyorsun, kafanın üzerinde. Yazıklar sana! Ölümden ibret almayan hiç bir şeyden vaaz u nasîhat almaz.

Hepimiz ölücüyüz. Ölmek var, olmak var. Hangisini istiyorsun. Bir ölmek var, hayvan gibi. Bir olmak var, Resûlullah'ın âgûşuna düşmek var, kucağına yani Peygamber'in. Hangisini istiyorsun? Ölmek var, olmak var. Buradan giderken, ya "eyne tezhebûne", yâhud "kaddimûnî" diyeceksin. Ma'nâsı Türkçe yani, "Beni nereye götürüyorsunuz!" diyeceksin. Bazısı, "Aman ben yerime götürün" diyecek. hangisini olmak istiyorsun? "Eyne tezhebûne" diyenler âhireti inkâr edenlerdir, azâba müstehak olan âsîlerdir. "Nereye götürüyorsunuz! Aman götürmeyin beni!". İster çelengi olsun, ister davulu olsun, zurnası olsun, isterse altından kubbeli türbeye gömülsün, hiç bir faydası yokdur. Dışarısı mamûr, içerisi harâbdır. Kabrin içini mamûr edecek, zikrullahdır, ibâdetdir, tâatdır, muhabbetdir, aşkdır. Bitdi o kadar.
Bir başka sefer de şöyle buyurdular :
Herkes ölecek, sen de öleceksin. Ölmek mi istiyorsun olmak mı? Ölmek var, olmak var. Gel olalım biz. Lâilâheillallah diyelim, Muhammedü'r-Resûlullah diyelim ve Allah'ın emirleriyle âmil olalım, seve seve yapalım, O'nunla nûrlanalım ve olalım. Hayvan ölür, insan ölmez. İnsan, ölümü tadar. Kâmil insanlar için ölüm korkulacak bir şey değildir zîrâ ölüm bâbında vuslat-ı cemâl vardır. Gerçi ölümün acısı üç yüz kılıç darbesi gibidir ama mü'minler bu acıyı duymazlar, onlar için ölüm tereyağından kıl çeker gibidir. Çünkü ölüm bâbında vuslat-ı cemâl vardır, Hakk teâlâ cemâlini gösterir, o güzelliğe bakarken acıyı duymayıverirsin. Yûsuf'un güzelliğine bakıp da ellerini kesen kadınlar nasıl ki ellerinin acılarını duymadılarsa sen de Hakk'ın cemâlini görürsün ve ölümün acısını duymazsın. Eğer perde kaldırılmazsa ölüm çok acı olur, üç yüz kılıç darbesi gibidir.
Efendi Hazretleri, kendi eceli hakkında da bazı beyânlarda bulunmuşlardı. Bunlardan ikisini yazacağım.

Birincisi şu. 1983 senesi Ramazân-ı Şerîfinde bir gün Bayezid Câmi-i Şerîfindeki sohbeti esnâsında kadîm dostu Hâfız Nusret Yeşilçay'a hitâben, "Biz bu sene sevkiyâta tâbi idik ama geri kaldım, bırakdılar, bakaya kaldık" buyurdular. Nusret Yeşilçay, Efendi Hazretlerinin ne kasd etdiğini hemen anlayıp, "Aman Efendim, olmaz öyle şey, daha hacca gideceğiz inşallah" filan deyince, Efendi Hazretleri, "Oldu! Ayağımıza çizmeleri giydik, hazırlandık fakat götürmediler kaldık" buyurdular.

İkincisi daha acâib. Efendi Hazretleri 1984 yılının sonbaharında Amerika seyahatine giderken çok rahatsızdı. Bu seyahat esnâsında bir akşam zikrullahdan sonra çok ciddi bir rahatsızlık geçirdi, ölümden döndü. Efendi Hazretlerinin yanından hiç ayrılmayan ve ileri yaşına rağmen hep hizmetine bakan Râgıp Bey tam da o vakitler İstanbul'da vefât etmişdi. Bu haber Amerika'ya ulaşınca, Efendi Hazretleri Râgıp Bey'in kendisine bedel olarak gitdiğini söylemişlerdi ve bir de şaka yapmışlarda hattâ, "Aman hanımı duymasın, beni takunya ile kovalar" demişlerdir. Sonra Ankaravî Hazretleri için kendini fedâ eden Ganem Dede'nin hikâyesini anlatmışlardı. 

Ölümden hiç korkmazdı Efendi Hazretleri, "Âşıklar için ölümde vuslat-ı cemâl vardır" buyururlardı hep. 

Şimdi bir misâl vereceğim. 1967 yâhud 68 senesinde rahatsızlanmış Efendi Hazretleri, ama öyle böyle değil, koluna fecî bir ağrı giriyor, iki adım yürüyemiyor, o kadar müşkül bir vaziyetde. Buna rağmen sabretmiş doktora filan gitmemiş. Onun bu hâlini gören cemâatinden birisi zorla doktora götürmüş onu. Doktor bakmış, "Aman!" demiş, "bu ağrı çok tehlikeli, kalbden gelir bu, hemen hastahâneye yatman lâzım. Üstelik namaz falan da kılmayacaksın, yoksa ölürsün" demiş. Efendi Hazretlerinin cevâbı şu : "Canım ölürsek ölürüz, bir davâ değil". Doktor ona hastahâneden yer ayırtır ve beklemeye başlar ama Efendi Hazretleri hastahâneye gitmek yerine ânî bir kararla hacca gitmeye karar verir. Doktor bunu duyunca aklı başından gider, "Neee hacca mı gidiyorsun! Vallahi ölürsün billahi ölürsün. Senin hastalığın çok mühim, müdhiş bir hastalık var sende, ölürsün!" deyince Efendi Hazretleri, "Hacca giden ölüyor da burada kalan diri mi kalıyor yani? Ölürsem ölürüm, ne olmuş yani, hacda ölürüm. Bitdi o kadar" demiş ve gitmiş hacca. Efendi Hazretleri hacca gitmiş gelmiş, sapasağlam, o arada doktor ölmesin mi!

En nihâyet 1985 senesinde vuslat-ı cemâle erdi Efendi Hazretleri, Şubat'ın 12'sini 13'üne bağlayan gece, secde hâlinde Hakk'a yürüdü. "وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ vescüd vakterib" sırrı zâhir oldu, âşık maşûkuna kavuşdu. İşte bugün O'nun tam kırkıncı sene-i devriyyesi. 

Allah şefaatlerine nâil eylesin, cennetinde buluştursun, komşuluğu ile şereflendirsin.
 
Listeye geri dön