Hacc-ı Ekber ve Sırr-ı İnsan

22 Eylül 2014 tarihinde yayınlanmıştır.

Hikmet
Dil bedest-âver ki hacc-ı ekberest
Ez hezârân Ka`be yek dil bihterest
Ka`be bünyâd-ı Halîl-i Âzerest
Dil nazargâh-ı Celîl-i Ekberest

Bu kıt'anın edebî bir tercümesine liyâkatimiz yok ancak merak edenler için serbest bir tercümeye şöyle cür'et ettik : 

Bir gönül ele geçir ki budur "hacc-ı ekber"
Bir gönül yapmak binlerce Ka`be'den efdal
Zîrâ Ka`be yapısıdır İbrâhîm Halîlullah'ın
Gönül ise nazargâhıdır Cenâb-ı Allah'ın 

Arafat'a çıkılan günün Cuma'ya tesâdüf ettiği yıllarda yapılan hacca "hacc-ı ekber" ta'bîr edilmişdir ki fazîletinin yüksekliğinden ve ecrinin ziyâdeliğinden dolayıdır. Molla Câmi Hazretleri birinci mısrada, bir gönüle girmeyi, kırık bir gönlü ta'mîr etmeyi "hacc-ı ekber"e teşbîh ediyor.

Fakîr, haddim olmayarak, bir ma'nâ daha istihrâc ediyorum. Ele geçirilecek gönül öncelikle insanın kendi gönül evi olmalıdır ki, onu tasfiye ederek temizlemeli ve bu sûretle Cenâb-ı Hakk'ın tecellîyâtına liyâkat kesbetmeli. Nitekim Şemseddin Sivâsî Hazretleri şöyle buyurmuşlar :

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk
Pâdişâh konmaz sarâya hâne ma'mûr olmadan

İkinci mısrada Hazret, cümle ehlullahın dile getirdiği bir hakîkati pek zarîf ifade ediyor. Ka`be'nin mü'minler için en kudsî makâm olduğu âşikârdır ancak gönül evi kudsiyyetde ondan bin defa üstündür.

Son iki mısrada da, bunun sebebini pek ârifane bir sûretde îzâh ediyor. Ka`be'yi yapan her ne kadar İbrâhîm Halîlullah da olsa netîcede bir insândır, halbuki gönüllere tecellî eden bizzât Cenâb-ı Rahmân'dır.

Aynı ma'nâyı farklı elfâz ile ifâde eden âriflerden Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri de şöyle buyurmuşdur :

Aceb mi Ka'beden eşref olursa kâmilin kalbi
Bunu cân ile isgâ et efendi kavl-i sâdıkdır
Binâsı Ka'be'nin mahlûk işidir seng ü hâk ile
Gönül hod dest-i kudretle yapılmış sun'-i Hâlik'dir

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efrendi Hazretleri anlatmışlardı :
Asr-ı sa'âdetde Mescid-i Nebî'ye gelen bir köylü, sıkışınca hemen oracıkda def'-i hâcet etmeye kalkmış. Bunu gören ashâb-ı kirâm şiddetle üzerine yürümeye teşebbüs edince, Resûl-i Ekrem Efendimiz derhal ashâbını men' etmiş ve adamı çağırıp, yapdığının yanlış olduğunu ve bir daha yapmaması gerekdiğini yumuşak sözlerle anlatmış. Adam da yapdığına pişmân olmuş. Aradan zamanlar geçmiş, Efendimiz Ka`be'yi tavâf ederken ashâbını toplayıp onlara "Bu Ka'be'yi yıkan kişinin hükmü nedir?" diye sormuş. Ashâb-ı Kirâm, "Allah'ın evini yıkan kişi ya zâlimdir ya kâfirdir" demişler. Efendimiz, evâbı tasdîk ederek, "Doğru, peki bu binâyı kim yapdı?" diye sormuş. Ashâb-ı Kirâm "İbrâhîm Halîlullah yapdı" diye cevap verince, Efendimiz, onlara bir müddet önce Mescid-i Nebî'de vukû' bulan hâdiseyi hatırlatarak buyurmuşlar ki : "O gün, ben mâni' olmasaydım, siz o adamı öldürecekdiniz. Bu binâ İbrâhîm Peygamberin taşdan toprakdan yaptığı bir binâ olduğu hâlde bunu yıkan zâlim veya kâfir oluyorsa, ya Allah'ın yarattığı insanı katledene ne demeli?".

Efendi Hazretleri insandaki sırrı şöyle beyân buyurmuşlardı :

İnsanda büyük kıymet vardır. Bu arşa, kürsîye Allah'ın ihtiyâcı yokdur. Arş, kürsî, Beytü'l-Ma'mûr, gökler, yerler, aylar, yıldızlar, güneşler, hava, rüzgar, su, cennet, cehennem, hepsi bunlar insan için halk olunmuşdur. İnsanda büyük k ıymet vardır. İnsanda sırrullah vardır. İşte insanın kıymetini, kadrini bilmeyen şeytân olmuşdur.
Allahu Teâlâ, Âdem'i halk etdi, Âdem'e esmâyı, esmâ-yı ilâhîyi ta'lîm etdi. Ve Gene âyet-i kerîmede, "وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ ve iz kulnâ lil melâiketi'scüdû li âdeme fe secedû illâ iblîs, ebâ vestekbere ve kâne mine'l-kâfirîn, biz meleklere emretdik ki, Âdem'e secde edeler. Melekler  emr-i ilâhî ile secde etdiler. İblîs secde etmedi". Yani âdemin kadr u kıymetini bilmeyen iblîs olur. Ama âdem! Âdem sûretinde hayvan olursa, ona bir sözümüz yok. 
Âdeme âdem gerekdir âdem ide âdemi
Âdem âdem olmayınca âdem nitsün âdemi
Sûretâ âdem, hakîkatde de âdem olursa, o vakit, Hazret-i Âdem safiyyullahın nâibi olur. Âdem safiyyullah, halîfetullahdır. Gene Kitâb-ı Kerîminden, esteîzübillah, "وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً ve iz kâle rabbüke lil melâiketi innî câ'ilun fi'l-ardi halîfe". "Ben kürre-i arda halîfe yaradacağım"  dedi Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri. Melekler dediler ki, "Yâ Rabbi, kan dökecek, fesada uğratacak mahlûk mu halk edeceksin?". Allah dedi ki, "قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ kâle innî a'lemu mâ lâ ta'lemûn, sizin bilmediğinizi ben bilirim, siz durun ve hikmet-i ilâhiyyeyi seyrediniz". Bu sözden murâd da, melekler bize tercümân oldular.  
Ve Âdem'e Allah esmâyı ta'lîm etdi. İnsanın şerefi demek ki din ile. Kim esmâ-yı ilâhîyi ta'lîm ederse, Allah'ın isimlerini...

Yalnız isimde kalma! İsimde kalma müsemmeyâ gel, müsemmâyı bul. Bilmeyen bulmadı, bulmayan olmadı. Kim ki Allah'ı gökde aradı, o gâfil oldu ve câhil oldu.   Allah'ın kahr u galebesi semâvât ve ardın her tarafına nüfûz eder. Allah her şeyi muhîtdir, Allah her şeyi görür ve bilir. Fakat insanoğluna, "وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ve nahnu akrebü ileyhi min habli'l-verîd", insanoğluna can damarından daha yakındır. İnsanoğluna!

Sende gizli olan hazîneyi bil, onu keşfet, bul. Sen bir emânet-i ilâhiyyeye hâmilsin, Allah'ın emânetlerine hâmilsin. Bâtınen busun. Sende  büyük bir hazîne-i ilâhî var, bunun farkına var. Bu, iç âlemindir senin. Dış âlemin mahdûddur. İç âlemin nâ-mahdûddur. Çünkü senin özünden içeri bir öz vardır ki insan, sen o öze bağlısın yani Allah'a bağlısın. 

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön