Haccın Remzleri

4 Eylül 2016 tarihinde yayınlanmıştır.

Resulullah
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki : 
Dünyâ yüzünde iken mahşer gününü görmek isteyen, hacca gitmelidir. Zîrâ âhiretde ne olacaksa, dünyâda haccda onun remzleri mecvûddur. 
Meselâ hacca giden bir adam memleketinden çıkarken, evvelâ hısım akrabâlarına ve tanıdıklarına gider, helâllaşır, kimden ne aldıysa onu verir, kime vurduysa ondan rızâlık diler, düşmanlarından hak taleb eder ve barışır. Sonra ölüme çıkar gibi tövbe istiğfâr ederek, kefenini alarak yola çıkar yani ihrama bürünür. Müslümanlar ölülerini elbiseyle gömmezler, kefene sararlar. İhram iki parçadır, bu da kefen mâhiyetindedir. Mîkât denilen yer ki, oraya gelindiği vakitde, elbiseler çıkarılır, başa bir şey, meselâ takke yâhud fes yâhud şapka giyilmez, ayağa ayakkabı giyilmez. Ayakkabı giyilmesine müsâade edilmiş, çünkü çıplak ayakla taşa basmaya imkân yokdur. Çünkü taşlar ateş gibi kızmışdır, ayaklar pişer. Onun için üstü açık ayakkabıya, yalnızca tabanını kapatacak kadar bir ayakkabıya şerîat müsâade etmekde. Çünkü ölümün aynısıdır, ölümün aynısı, ölüm hâlinin. Müslümanlar öldüğü vakitde, üstünden elbiselerini alırlar, anasından doğduğu gibi çıplak bırakırlar ve yıkarlar, sonra kefene sararlar. Mîkâta da bir hacı geldiği vakitde, her şeyini soyunur, dikişli hiç bir elbise bırakmaz, yıkanır, cenâze yıkandığı gibi yıkanır ve ihrâma sarınır ve Allah'a teslîm olur, "Lebbeyk allahümme lebbeyk" diyerek Cenâb-ı Hakk'a telbiye eder.
Ve hacca giderken de kimi deveyle, kimi arabayla, kimi otomobille, kimi otobüsle, kimi yayan olarak gider ki, yarın mahşer gününde kabirler şakk olduğu vakitde, insanlar kabirlerinden kalkıp arsa-yı mahşere giderlerken kimi Allah'ın gönderdiği bineklere binecek, kimi yayan yürüyecek, kimi sürüklenecek, kimi yer üstünde emekleyecek, onu remz eder. Bu remzin aynısını hacda görürsün. Ve bütün halk, pâdişah da içinde olsa, yalınayak başıkabak, sırtında kefeni, bir kölenin yanında bir efendi, bir hizmetçinin yanında bir patron, bir zengin bir fakir, bir hasta bir sağlam, bir çirkin bir güzel, bir siyâhînin yanında bir beyaz, bir sarışın bir kırmızı yüzlü, hiç kimse kimseden ayrılmaz, herkes müsâvî olur. Çünkü Allah yanında insanların birbirine hiç bir fâikiyyeti yokdur, ancak takvâ iledir. 
Evet, bu hâl ile Mekke'ye vardığımız vakitde, Allah'ın beytini, Allah'ın evini gördük ki Allah orada değildir, Allah'ın beyti demek, oraya şeref vermek içindir. Allah orada oturmaz, Allah oraya şeref verdiği için oraya beytullah tabir edilir. Meselâ İsâ aleyhisselâma rûhullah denmesi de Ka`be'ye beytullah denmesi gibidir. Îsâ Allah'ın rûhu değildir. Kudretullah ile babasız halk olunduğu için ona rûhullah denilmişdir. Ka'be'ye de beytullah denilmesi, Allah'ın evi olduğu için değil, o şerefi bahşetmek içindir. Gitdiğimiz vakitde bu hevesle, aşkla, gördük ki Allah'ın beytini halk akın akın bu şekilde böyle tavâf etmekde Kabetullah'ı ki, melâike-i kirâm hazerâtı her ânda da, "وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ ve teral melâikete hâffîne min havlil arş" Allah'ın arşını melekler tavâf ederler. Hacılar da Allah'ın beytinin etrâfında, ne yapıyorlar, rengârenk, cins cins, lisanları ayrı, renkleri ayrı olmasına rağmen bir gönülde toplanmışlar, bir îmânda birleşmişler, hepsinin kalbinde, lisânları ayrı olduğu halde, Allah aşkı ve Muhammed aşkıyla Ka`be'yi tavâf ediyorlar. Öyle gördüm.

Tavâfdan sonra zemzem kuyusundan su içirildi, o mukaddes sudan. Bunun da remzi şudur ki, kıyâmet gününde, mahşerin şiddet ve dehşetinde, Hazret-i Muhammed'in havzı vardır, o havzdan Hazret-i Ebâbekir ve Ömer ve Osman ve Ali ve Hasen ve Hüseyn Efendilerimiz ümmet-i Muhammed'e su vereceklerdir. Ka`be'nin o sıcaklığı ile o tavâfdan sonra zemzemden su içdik ki zemzem bize bu remzi göstermekdedir.  
Hicaz topraklarına ayağımızı basdığımız vakitde, memurlarını yani Arap memurlarını muamelede biraz şiddetlice bulduk. Çünkü biz onların lisanlarını bilmiyoruz, onlar da bizim lisânımızı bilmiyor. Sert muameleler yapdılar ve bizden pasaport aradılar. İşte insanlar da âhirete gitdiği vakitde, kabre girer girmez, Allah hükûmetinin askerleri olan melekler, onlardan pasaport sorarlar yani îmân pasaportu sorarlar. Bu da ona remzdir.
Kıyâmet gününde "يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ * إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ yevme lâ yenfe'u mâlün velâ benûn illâ men etallahe bi kalbin selîm", kıyâmet gününde mal-mülk, kasa-kese, rütbe-evlad fayda vermez, ancak kalb-i selîm sâhibi olanlar o günün şiddetinden kurtulurlar, arşın gölgesinde gölgelenebilirler. Ka`betullah'da bu esrâr da vardır. Herkes kendi derdine düşmüş, herkes kendi derdiyle meşgûl olur, başka biriyle meşgûl olamaz. Bazen bazı zevât çıkar insana hizmetde ve yardımda bulunur, şefâatçi olur, onlar da yevm-i kıyâmetde peygamberlerin ve evliyânın bazı halk üzerinde şefâatlerini göstermekdedir.
Ve orada bol bol Allah tekbîr edilir ve zikrullah olur. "Lebbeyk allahümme lebbeyk lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk innel hamde ve'n-nimete leke vel mülk lâ şerîke lek, Allahüekber, Allahüekber" diye nidâ edilir. Bu feryâd u figânlar da kıyâmet gününün şiddet ve dehşetiyle halkın Allah'a bağırmasına, seslenmesine işâretdir.
Ka`be'yi tavâf ettikden sonra Safâ ile Merve arasında sa'y ettik yani Hacer aleyhisselâmın sünnetini icrâ ettik. Hazret-i Hâcer, İsmâil'ini Ka`be'nin dibine koymuş, su aramak üzere aşağı yukarı koşuyordu, onu remz etdik. Bunun da ma'nâsı şudur ki, kıyâmet gününde herkes oradan oraya, oradan oraya koşarak yardım ve hizmet isteyecek yani yardım arayacakdır, kendisine bir şefî' arayacakdır. Aşağı yukarı koşarak sa'y etmek onu göstermekdedir.
Sa'yden sonra, Ka`be'den çıkdık ve bizi aldılar ve Arafat'a doğru sevketdiler. Yani mahşer yerinden kurtulup, bir yerden bir yere gidiyoruz, başka tarafa. Orada, Hakk'ın varlığına, birliğine, kudretine ve noksan sıfatdan münezzeh olduğuna, evlâd u 'ayâlden münezzeh bulunduğuna vâkıf olup Allah'ı bilmek yani ârif olmak için. "Meş'ari'l-harâm"da Allah'ı zikrediyoruz , "Amân Yâ Rabbi! Amân Yâ Rabbi! Amân Yâ Rabbi!" diyerek Allah'a sesleniyoruz. Sonra günâhlarımıza da vâkıf olduk, fakat İslâm dîninde intihar etmek harâm olduğu için, kendimize bedel olarak bir kurban alıyoruz, "Yâ Rabbi! Yapdığımız günâhlar yüzünden kendimizi katletmemiz lâzım gelir ama sen nefsimizi katletmeyi bize haram kıldın. Biz de nefsimize bedel olarak, bu hayvanı kurbân ediyoruz" diyerek kurban kesiyoruz. Kurbanı kesdik, bayram sabahı. Bütün bu işler bitdikden sonra bayram yapıyoruz. Bayram da refah ve saâdet ânını gösteriyor ki, mahşerden kurtulduk, Allah'ın affına mazhar olduk ve cennete girmek ma'nâsına geliyor.
Ve bayram günü de, aynı zamanda, Allah ile mülâkât etdiğimizden dolayı yani bu rızâ-yı Bârî'yi kazandığımızdan dolayı, Allah'ın sevmediği sıfatları Şeytan'ın başına atıyoruz. Bunu da taşla remz ediyoruz ki bu da Hazret-i İbrâhîm aleyhisselâm ile Hazret-i İsmâil'in Şeytan'ı taşladığı gibi biz de aynı yerde aynı şeyi îfâ ediyoruz. Kurbanla, aynı zamanda, Hazret-i İbrâhim ile Hazret-i İsmâil aleyhisselâmın kıssasının remzini meydana getiriyoruz.
www.muzafferozak.com


Listeye geri dön