18 Haziran 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
NUTK-İ ŞERÎF
ve
ÎZÂHI
Hâhiş‐i dünyâ olanlar dâimâ sekrândadır
Münkir‐i ni'met olanlar bî‐gümân hüsrândadır
Dünyâya rağbet edenler, mal-mülk, para-pul, çoluk-çocuk hırsıyla yaşayanlar, tıpkı hiç ayılmayan sarhoşlar gibidir. Hakk'ın kendilerine verdiği nimetin şükrünü edâ etmeyenler yani Hakk'a kulluk etmeyenler, halka hizmet etmeyenler, hem Allah'ın nimetini yiyip hem de Allah'a âsî olanlar hiç şübhe yok ki büyük bir hüsrândadır.
Çün bu a'zâ‐yı ra'iyyet olmaya sarf‐ı vücûd
Fikrin icrâ etmemişdir hem‐çünân küfrândadır
Cenâb-ı Hakk'ın verdiği nimetlere şükür o nimetleri Allah'ın rızâsına uygun işlerde kullanmakla olur. El, ayak, göz, kulak gibi ne kadar uzvumuz ve sâhib olduğumuz ne kadar nimet varsa cümlesini Allah yolunda ve Allah'ın emrettiği gibi kullanmak lâzımdır. Aksini yapanlar Allah'a karşı küfrân-ı nimetde bulunmuş yani nankörlük etmiş olurlar.
Bu denî ahvâl‐i dünyâyı sabîler lu'buna
Benzedüp fânî görürse ol kişi 'irfândadır
Kim ki bu alçak dünyâ hayâtını bir oyun ve eğlence gibi görür ve bunun geçici olduğunu idrâk eder ve dünyâya bağlanmazsa o kimse irfândan nasîbini almış demekdir.
Kim ki 'aşkın cur'asından çün ki nûş etdi ezel
Lâ‐cerem ol şevk‐i rûhânî ile 'umrândadır
Ezelî aşk bâdesinden içip rûhânî zevke erişenlerin her ne kadar zâhirleri harâb da olsa bâtınları ma'mûr ve âbâdandır.
Bilmeyen 'ilm‐i ledünnü şebpere mürgi misâl
Ol ki zulmetde kalupdur dil ana burhândadır
İlm-i ledünnden nasîbi olmayanlar yarasa misâli karanlıklardadır. Bunlar her ne kadar zâhîrî ilimleri bilseler de hak ve hakîkati göremezler.
Zâil olamam mukarrer nakşa meyl etme sakın
'Âşık‐ı nakkâşa sâdık 'ibretle ol hayrândadır
Bu dünyânın gelip geçici süslerine meyl etmeyip yani nakışlara takılıp kalmayıp onları nakşeden nakkâşı arayan âşık-ı sâdıklar dâimâ tecelliyât-ı ilâhî ile mest u hayrândırlar.
Bunda vasl‐ı yâr-ı dildar olmaz ise ger kişi
Hâib ü hâsir kalır ol anda derd giryândadır
Bu dünyâda Hakk'ı bulamayanlar hüsrândadır zîrâ burada bulamayan öteki âlemde de Hakk'ı bulamaz. Burada Hakk'dan ırak olanlar, öteki âlemde de Hakk'dan ırak olacaklar ve pişmânlıkla âh u edeceklerdir.
Şer'‐i Hakk'ı hıfz içün hısn eyleyüp şer'i gözet
Kim ede tahkîk‐i şer'i mutlakâ 'uryândadır
Hakk'ın emirlerini muhâfaza edenler, Hakk'ın kalesi mesâbesinden olan şer'iâtı muhkem tutanlar o kale sâyesinde emniyyet ve selâmetdedirler. Aksini yapanlar yani şerî'at kalesinin hâricine çıkanlar azâb-ı ilâhîye müstehak olurlar.
Bahr‐ı 'aşkın ka'rına gavvâs oluban dalmışam
Cümleten celb‐i metâ'ım lü'lü vü mercândadır
Aşk deryâsının dibine bir dalgıç gibi dalıp, oradan hikmet ve hakîkat cevherlerini çıkaran ve bu cevherleri halka dağıtanlar büyük mürşidler ve âriflerdir. Onlar Hakk'dan aldıklarını halka dağıtır, halkı irşâd ederler.
Çün şifâ‐yi feyz‐i lutfun sadrıma oldu nasîb
Söylemez Mısrî hilâfı kârî‐i Kur'ân'dadır
O evliyâullah ki, Hakk'ın tecelliyâtı ile sadırları şerh olmuşdur, Hakk'ın nice lutuflarına mazhar olmuşlardır, onların her sözü Hakk'ın kelâmına mutâbık düşer, onlardan aslâ Kur`ân'a muhâlif bir söz çıkmaz.
Niyâzî Mısrî
Kuddise Sırruh