Hakîkat Ehlinin Ahvâli

18 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

Ölmeden Evvel Ölmek

İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Tamâmü'l-Feyz adlı eserinde "فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ * عَلَى الْكَافِر۪ينَ غَيْرُ يَس۪يرٍ" âyetleriyle bir bahis açarak buyuruyorlar ki : 

Şerî'at ehli ile, şerî'ati ve hakîkati cem' eden kimse arasında çok fark vardır. Çünkü berzah ve haşır mevkilerinin ve cehennem derekelerinin hepsi vücûd-ı mecâzî ehlinin ıslâhı için hazırlanmışdır. Öyle ki onlar, vücûd-ı hakîkîlerinin cevherini gizli şirk kirinden temizlememiş kimselerdir. Hakîkî vücûd ehli ise böyle değildir, onlar gizli şirkden kendilerini korumuşlardır. Onlar dünyâda iken o mevkileri şerî'ate ve tarîkate uygun bir şekilde, ilim ve amel ayaklarıyla geçmişlerdir. Onlar için ancak rûhlarının bedenlerinden ayrılması, sonra da Melik-i Muktedir'in katında hazırlanmış makâmlarına ulaşmak kalmışdır. Bu böyledir, zîrâ onlar, varlık evsâfını kendi irâdeleriyle terk etmişler yani ölmeden evvel ölmüşlerdir. 

Onlar, kendilerini zorlayan bir şey olmaksızın, herhangi bir şeye ihtiyaç duymaksızın Hakk'a dönmüşlerdir. "هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ" âyetindeki, “Te”nin fethasıyla "terci'ûn" kırâatinde bu ma'nâya işâret vardır. Kim ölürse onun kıyâmeti kopmuşdur. Zîrâ ölüm zamanı, dünya zamanlarının sonu ve âhiret zamanlarının başlangıcıdır. "Kim kıyâmet kopmadan önce ölürse onun kıyâmeti kopmuşdur" demek budur. Onun ölüm zamânı, kıyâmet zamânına bitişmiş demekdir. Tıpkı dünyâdaki zamanların birbirine bitişmesi gibi. Bu, zâhir itibâriyledir.

Hakîkat itibâriyle ise şöyledir. Kim nefsine varlık izâfe etmekden fânî olursa, onun aşk kıyâmeti kopmuş ve onun için mecâz köprüsü aşılmış demekdir. Âriflerin kıyâmeti ise dâimîdir. Gâfilleri dehşete düşüren sûrî ölüm, onlara göre en kolay şeydir. Hattâ kudret helvasından daha tatlı ve bıldırcın etinden daha hoşdur. Hazret-i Peygamber'in şu hadîsinde buna işâret vardır : "Safer ayının çıkışını müjdeleyen kimseye ben de cenneti müjdelerim". Her saç telinin kökünden ölümün çıkdığı bir kimse, ölümden nasıl elem çeker?

Allahu Teâlâ şöyle buyurmuşdur : "لَهُمُ الْبُشْرٰى فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۜ"Onlar için ölümde bir elem olduğu düşünülse bile onlar, ölüm ânında, cemâl esmâsının tecellîsi nisbetinde cemâl nûrlarının mütalaası, Melik ve Müteâl olan Allah'ın sûrî ve mânevî nimetlerindeki letâifin mükâşefesi ile meşgûl olduklarından bunu hissetmezler. Onların dereceleri, Hazret-i Yûsuf 'u gördüğünde ellerini kesdikleri hâlde bunun farkında olmayan kadınlardan daha az ve daha aşağı seviyede değildir. Ellerini kesen o kadınlar, hissetme libâsından tamâmen sıyrıldıkları ve Yûsuf'un güzelliğini mütalaa etmekle nefislerinden geçdikleri için, ellerinin kesilmesinin acısını duymadılar.

Yine onlar için kabir fitnesi de yokdur. Çünkü onlar, îmânlarını ihsân, îkân, şühûd ve ıyân delilleriyle tahkîke erdirmişlerdir. Allah, onları hem dünyâ hayâtında hem de âhiretde sâbit bir sözle sağlamlaşdırmışdır. Sırât-ı Müstakîm üzerinde ayaklarının kaymasından onları korumuşdur. Onların bu hâli bâtınlarından zâhirlerine sirâyet etmiş ve böylece bedenlerinin sûretleri de bozulmakdan korunmuşdur. Zîrâ hakkânî tevhid, bölünüp parçalanmayı zorunlu kılan bozulmayı ortadan kaldırır. Böylece cesedleri olduğu gibi düzgün bir şekilde kalır. 
Yine onlar için mîzân da yokdur. Çünkü onlar, mîzânın hakkını îfâ etmişlerdir. Mîzândan kasdetdiğim şudur. Şerîat ve tarîkat ayakları üzerinde yürümeyi taleb etme mîzânıdır. Nitekim şöyle denilmişdir : "İki adım atınca vâsıl oldun demekdir". Bu adımlardan birini atıp diğerini atmazsan mîzânı eksiltmiş olursun. Bu yüzden mîzânında noksânı bulunmayan için nasıl mîzan kurulur? Şayet kurulsa bile bu ancak onun üstünlüğünü izhâr etmek içindir. Bunu anla!

Sonra yine onlar için sırât da yokdur. Çünkü dünyâda sırât-ı müstakîm, "فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ" âyetinde murâd olunan istikâmet üzere olmak, ifrât ve tefrîtden kaçınarak orta yolu tutmakdır. Allah bir şeyi emretmişse onunla amel etmeyi de mümkün ve muvaffak kılmışdır. Onlar hem hareketlerinde hem de sükûnlarında müstakimdirler. Sözlerinde, fiillerinde, ahlâklarında ve bütün hâllerinde itidal üzeredirler, mutedil olanla amel ederler. Çünkü onların mîzânları cemâl ve celâl, lutuf ve kahır, rahmet ve gadap bakımından dâimâ itidâl üzeredir. Kim dünyada iken ince ve keskin olduğu hâlde bu yolda yürürse bu dünyada onun üzerinde yürümeyenlerin âhiretde yürüdükleri gibi sırâtın üzerinde yürümekden sâlim olur.

Ve yine cennet onların kalbidir. Zîrâ kalb, sıfâtî nimet ve zâtî tecellîlerin mahallidir. Kevser, onların sâhib olduğu hakîkat ilimleri ve ilâhî marifetlerdir. Cennetlerde ne varsa ancak onların kavlî, fiilî veya hâlî eserleridir. Kim onların yolunu tutarsa onların her mevtında ulaşdığı şeye ulaşır. Böylece Allah'ın onlara her mevtındaki muâmelesini anladıysan O'nun diğer insanlara karşı muâmelesini de bilmiş olursun. Aynı şekilde kim bir hayır bulursa, hayırla karşılaşırsa Allah'a hamd etsin ve Hakk ile nefsinin şerrinden sakınsın. Bunun dışında bir şeyle karşılaşan da ancak nefsini yerip kötülesin ve nefsi sebebiyle Hakk'dan korksun. Kuşkusuz sana öğüt verdim. Sakın sen, "قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ" diyenlerden olma!

Listeye geri dön